AKP’nin ampulü

AKP, gündem belirleme ustası. Ortaya “ileri demokrasi”, “askeri vesayetten kurtulma”, “halkın iradesine saygı”, “sivil anayasa”, “türban” gibi konu başlıkları atıyor ve olabildiğince düzeysiz ya da içeriksiz biçimde tartışılmasına ortam hazırlıyor. Siyaset sokak kavgasına dönüşüyor. Hakaretler, küfürler, yalanlar havalarda uçuşuyor, dikkatler başka yönlere çekiliyor ve bir bakıyorsunuz, bu kargaşada birçok “projesini” gerçekleştirmiş. Atalarımız böyle durumlar için, “Kurt dumanlı havayı sever” demişler. Bu yöntemi Haziran Direnişi’ne değin, 10 yıl süresince başarıyla uyguladılar.

Öylesine başarılı oldular ki, Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) toprak bütünlüğünün bozulmasına karşı 12 Eylül günlerinde bile etkili bir mücadele yürütülebilmiş, iktidarlar çoğu kez geri adım atmak zorunda bırakılmıştı. AKP döneminde, AOÇ topraklarının parçalandığını çok az kişi görebildi. Görenler de seslerini duyuramadılar. Bugün AOÇ’nin nerede başlayıp nerede bittiğini kimse bilmiyor. Sınırları kalmadı çünkü. Bizden sonraki kuşak, “burada bir çiftlik varmış” diyecek. Duymuşsunuzdur: Ankara 30 Ağustos günü çifte bayram kutlayacak. Zafer Bayramı’nın yanı sıra AOÇ topraklarına hançer gibi saplanan 14 km. uzunluğundaki otoyolun açılışını da kutlayacakmışız: “Vandal düğünü…”

Ankara Büyükşehir Belediye başkanı bize yeni bayramlar hazırlıyor: ODTÜ Ormanı’ndan 7 bin ağaç kesecek, ODTÜ yerleşkesi, 100. Yıl ve Çiğdem mahallelerini 8 şeritli otoyolla, viyadükle parçalayacak. Bu yoldan günde 40 bin araç geçeceği hesaplanıyor. Duygularımızı bile çarpıtmışlar. Yaşamı cehenneme çevirip, “hadi bayrama” diyorlar. Ne yazık ki, bayram yapanlar eksik olmuyor. Kimileri seviniyor, yol geçince taşınmazları değerlenecekmiş.

Bu durumda, kapitalizmi şöyle de tanımlayabiliriz: “İnsanların biraz para karşılığında yaşamlarından birer parça koparılmasına izin vermeye razı oldukları bir sistemdir.”

ODTÜ direniyor, Çiğdem ve 100. Yıl mahallelerinde yaşayanlar direniyor. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı ise “ODTÜ’ye iki ay içinde gireriz” diyor. Hadi hayırlısı!

Ankara’dan söz ettik. İstanbul’da yapılması planlanan projelerin çok daha vahim sonuçları olacak. Kanalistanbul projesi ile Marmara Denizi’nin çamura dönüşeceği belirtiliyor. Olumsuz sonuçlarını yaşadıkça göreceğiz. Çünkü bilimsel bir çalışma yapılmadı.

“İstanbul Boğazı’na üçüncü köprü yapacağız” diye, İstanbul’un boğazını biraz daha sıkacaklar. 1970’li yıllarda, kriz olduğunda kemerleri sıkmamız isteniyordu. Şimdi yetmiyor “boğazınızı da sıkacağız” diyorlar. Kapitalizmin krizinden çıkabilmek için betona sarıldılar. Kentsel dönüşüm ve TOKİ projeleriyle ülkeyi betonla sıvayıp, başarabileceklerini düşünüyorlar.

Köprü için şimdiden milyonlarca ağaç kesildi. Kestikleri ağaçların yerine zift ve beton dökülecek. Isı adaları oluşacak ve kent soluksuz kalacak. Üstelik yüzbinlerce ağacı da yanlışlıkla kestikleri ortaya çıktı. Böyle bir şey yapanlar, başka ülkelerde sokağa bile çıkamaz. Sürüm sürüm süründürülürler. Türkiye’de devlet yönetiyorlar.

İki yıldır savaş tehdidi ya da söylemi altında yaşıyoruz. AKP’nin Hariciye Nazırı öncülüğünde Suriye’ye karşı haçlı seferi kotarmaya çalışılıyor. Anlaşılan o ki, ülkeyi dönüştürmek için, halkın daha yakıcı gündem maddeleriyle uğraştırılması gerekiyor. Çok aceleci oldukları için ABD’den azar işittiler. Kendilerine, “kendi başına iş yapmaya kalkma, bizden talimat bekle” dendi. Liderine su katılmamış aptal diye yazan bile çıktı. Tayyip Erdoğan ne yapsın? Lider olmak kolay değil. Arada bir aslan gibi kükremek gerekiyor.

Savaş kapıda. Halkı moral olarak hazırlıyorlar. Malazgirt Savaşı’nı kutlayacaklarmış, “Gençlik şühedanın izinde” diyorlar. Alpaslan adını taşıyan 1071 delikanlı buldular. Başlarına iriyarı, Selçuklu sultanı kılığına girmiş bir Alpaslan yerleştirdiler. Kırgızistan’dan da 71 çadır getirttiler. Böylelikle dekoru tamamladılar. Düzeyin düşüklüğü insanın içini acıtıyor. Koca koca adamlar, ilk mektep düzeyinde müsamereler düzenliyorlar. Selçuklu savaş giysileri içindeki Alpaslan’ın, ceketli gravatlı devlet protokolü ile yan yana namaza durmuş resimlerini görmüşsünüzdür. Keşke bir de kımız olsaydı. Öyle ya “milli içkimiz”… Yoksa zaman tünelinden geçip, alkollü içkileri Selçuklu Sultanı’na da mı yasakladılar?

Düşünen insandan nefret ediyorlar. İtaat eden insan istiyorlar ve her yöntemi kullanarak boyun eğen insan yetiştirmeye çalışıyorlar. Ama düşünmesini bilmeyen insanların ne yapacağı pek belli olmaz. “Milli İradeye Saygı” mitinginde kafaları karıştı ve “Tayyip şaşırma, sabrımızı taşırma” deyiverdiler.

AKP kadrolarının gölgeleri giderek büyümeye başladı. Gölgelerine bakıp, gün geçtikçe kendilerinin büyüdüğünü sanıyorlar. Oysa ampulleri iyice yere yaklaştığı için öyle görünüyor. Güneşleri ise zaten yoktu.