AKP’den 
CHP eliyle kurtulmak (1)

Yerel seçimler yaklaşıyor. Şu bildik sözleri yine işitmeye başladık “Bu sefer durum çok vahim, laiklik elden gidiyor, önce AKP’den kurtulmalıyız. Aman oyları bölmeyin...” İçimize sinmese de işlerin daha kötüye gitmemesi için oylarımızı sosyal demokrat partilerde birleştirmemiz gerektiği öğütlerini 45 yıl dinledim. 1960’lı, 1970’li yıllarda Adalet Partisi’nden, 1980’li yıllarda ANAP’tan kurtulabilmek ya da iktidarı DYP’ye kaptırmamak için oyları bölmememiz istendi bizlerden. Gerçekten her seçimde durum daha kötüleşmiş olduğu için bu söylem hep işe yaradı.

Günümüzde ne AP, ne onun ardılı DYP, ne de ANAP var. İşlevlerini bitirdiler ve tarihe gömüldüler. Şimdi onların külleri üzerinde doğan AKP gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu seçimde durum yine çok vahim olduğuna göre oyları birleştirmemiz hiç işe yaramamış. Demek ki bu öğütler doğru değilmiş. Artık biz talep etmeliyiz: “Bu sefer durum çok vahim. Sayenizde ülke de, adalet de, laiklik de elden gitti. Oylarımızı sakın bölmeyin.”

Elbette yerel seçimlerde en çok oyu sosyalistler almayacak. Siyaset rüzgarları yön değiştirdi gibi görünüyorsa da her şey bütünüyle tersine dönmedi. AKP’den nemalanan ya da beklenti içindeki kesimlerle, sahte seçmenlerle, bilgisayar düzenbazlıklarıyla belki önemli yerlerdeki belediye başkanlıklarını yine AKP kazanacak. Seçimi kazanma hedefine kilitlenmiş bir CHP, sağdan derlediği adaylarla belki daha çok sayıda belediye başkanı çıkaracak.

Ben bunları önemsemiyorum. Kentleri belediye başkanları yönetmiyor çünkü. İstanbul’u kimin yönettiğini Haziran Direnişi sırasında herkes öğrendi. Ankara’da ODTÜ yerleşkesinden geçen yol güzergahının Melih Gökçek’in bireysel seçimi olduğunu umarım düşünmüyorsunuzdur. Kentleri iktidarlar biçimlendiriyor. Ben hangi parti adayının kazanacağını değil, sokaklarda HES’lere, özelleştirmelere, dinci gericiliğe karşı direnenlere, adaleti savunanlara destek verenlerin artmasını önemsiyorum.

Sosyal demokrat partiler, bütün dünyada toplumun hoşnutsuz kesimlerinin sistem dışı arayışlara yönelmelerini önleyici bir işlev görüyorlar. Sağ partilerle aralarında ideolojik fark yok. Bu nedenle tabanlarını olabildiğince sokaktan, direnişlerden uzak tutmaya çalışıyorlar. Siyasi mücadeleyi parlamentolara kilitliyorlar. “Demokrasi”, “hukukun üstünlüğü”, “laiklik”, “özgürlük”, “adalet” gibi güzel sözcükler dillerinden düşmüyor. Oysa bu güzel sözlerin kapitalizm ile hesaplaşmaksızın yaşama geçirilebilmesi olanaksız. Ezilenden yana olacaksanız, ezenle hesaplaşmak zorundasınız.

Demokrasi, sınıflı toplumlarda yalnızca güzel bir düş olarak anlam taşıyor. Sistem, kendisini koruması gerektiğinde demokrasi filan dinlemiyor. Hukuk, hiçbir ülkede ve hiçbir zaman üstün olmadı, hep üstünlerin koyduğu kurallar olarak anlam taşıdı. Dinsel dogmalar ise Kapitalizmin “inanan insan” gereksinmesini karşılıyor. Dinci gericilik beslenmezse düşünce yok edilemiyor.

Türkiye’nin yakın geçmişinde çok sayıda sosyal demokrat parti kuruldu. Kimileri iktidar ortağı da oldu. Onca umutlar beslenen bu partilerin içinde dünyadaki benzerlerinden farklı davranabilen olmadı. Haftaya onların yaptıklarından örnekler vereceğim. Çok öğretici olduğunu düşünüyorum.

2010’lar CHP’si 1980’li, 1990’lı yıllardaki sosyal demokrat partileri bile aratıyor. Sağ refleksleri çok daha güçlü. Lideri ABD’ye “bizi yanlış tanımayın çıkarınızı kollamakta geri kalmayız” demek için gitti. Görüştüğü kesimlerin kimler olduğunu hep birlikte görüyoruz. AKP’nin oy oranının düşmesiyle boşalacak yere talip olduğu için siyasetin merkezini daha da sağa çekiyor ve tabanını sağcılaştırıyor.

Kimsenin oylarımızı bölmesine izin vermemeliyiz. Yoksa durum daha da vahim olacak.