AKP restorasyonu

AKP, restoratörlüğe soyundu. “Köklü devlet geleneğini ihya ve inşa” edeceklerini söylüyorlar. Reform, Rönesans gibi geleceği ve çağdaşlığı işaret eden sözcükler yerine “ restorasyon” , “köklü devlet geleneği” gibilerini kullandıklarına bakılırsa geçmişi kurmayı planlıyorlar.

Restorasyon için belli bir dönem seçilir. Yapının hangi tarihteki durumunu yenilemeyi amaçladığınız çok önemlidir ve işin en zor yanı da budur.

“Şanlı tarihimiz”, “yüce atalarımız” gibi sığlıklara düşmeden hangi dönemi ihya etmeyi hedefliyor olabileceklerini, tarihte kısa bir gezinti yaparak kestirmeye çalışalım. Böylelikle başımıza ne çoraplar örmeyi düşündüklerini anlayabiliriz. Tarihte gezinirken şuna özen göstereceğiz: Osmanlı padişahlarının maceraları ya da saray entrikaları bizi ilgilendirmiyor. Biz Pir Sultan’ı, Bedrettin’i biliriz. Biz Anadolu’yuz.

Gezintiye yakın geçmişten başlayalım. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarını ihya etmeyi düşünmedikleri çok açık. Yıktıklarını yeniden yapmaya çalışmayacaklardır. Çağa uyarlanmış Düyun-u Umumiye kurumları ile uluslararası sermayenin değişik görünümlerdeki vantuzlarına itirazlarının olmadığını biliyoruz. Aydınlanma diye bir dertleri de yok. Medreseleri, imam hatip okulu şeyhülislamlığı ise Diyanet İşleri Başkanlığı olarak güne uyarladılar. Ortalık molladan, ulemadan geçilmiyor. Padişahlığa karşı değil, padişahlık için mücadele verdiklerini de unutmayalım.

Osmanlı’ya geçelim ve köklü devlet geleneğinin nerelerde olduğunu bulmaya çalışalım. Ama 600 yıllık bir süreden söz ediyoruz. Hangi yıllarda arayacağız?

Selçuklu beyliklerinin çoğu, 1300’lerde Osmanlı egemenliğine alındı ama bu döneme pek itibar etmiyorlar. Çünkü bir sonraki yüzyıla Timur bozgunuyla girildi ve başa dönüldü. Kardeşler, 11 yıl taht için savaştılar, sağ kalan iktidar oldu. Fetret diye adlandırılan bu dönemi arzulamadıklarını kendileri de söylüyor. Bugünlerde fetret sözcüğü kötü çağrışımlar yapıyor. Haklılar.

1400’lerde Anadolu’da “birlik” önemli ölçüde sağlandı. Yeni fetihlerle toprakları genişledi. Üstelik bu yüzyıl, İstanbul’un fethiyle taçlandı. Bütün bunlar için savaşlarda kaç insan öldü biliyor muyuz? Neden öldüler?

Türkiye’nin egemenleri , “Muhteşem yüzyıl” diye parlattıkları 1500’lerde yalnızca “Kanuni Sultan Süleyman” adının anılmasını istiyorlar. Osmanlı’nın en geniş topraklara onun döneminde ulaştığını özellikle vurguluyorlar. Sarayın besin kaynağının çoğalması ve çeşitlenmesinin bizi neden sevindirdiğine nedense bir türlü aklım ermez.

Muhteşem yüzyıla İkinci Bayezid ile girildi. Babasını, 2 kardeşini ve 5 oğlunu “bertaraf” ettikten sonra tahtını sağlamladı ve hemen ardından Osmanlı egemenliğinin Anadolu’da pekiştirilmesi için 40 bin alevi öldürüldü.

Tayyip Erdoğan’dan “benim alevi kardeşlerim” sözünü her işittiğimde ürküyorum. Çünkü kime kardeşim dediyse o kardeşinin başına mutlaka bir iş geldi. Osmanlı padişahları da kardeşlerini pek sevmezdi. 36 padişahın 12’si baba, oğul, kardeşin saray darbeleriyle tahtından oldu, kimileri de öldürüldü. Hanedan, tahta çıkmak ve orada kalabilmek uğruna epey telefat verdi. Rekor Üçüncü Mehmet’te olmalı 19 erkek kardeşini öldürdüğü söylenir.

Neyse, konumuza dönelim. Bu yüzyılda Arap - İran coğrafyasında on yıllarca süren savaşlar Osmanlı’yı bitap düşürdü. Daha da önemlisi, temel kurumu olan tımar sistemi yüzyılın ikinci yarısından sonra çözülmeye başladı. Soyguna dönüşen vergiler, çiftlerin bozulması, Anadolu’yu kargaşaya sürükledi. Bu dönem Celali isyanlarıyla anılıyor. Bir türlü düzen tutturamayan Osmanlı, egemenliğini sürdürebilmek için insanları öldürüyor, göç ettiriyor, dağıtıyordu. Diş geçiremediklerine ise paşa unvanları vererek yağmaya ortak olmaya çalışıyordu. Kimin Celali, kimin Osmanlı kolluk gücü olduğunun bile anlaşılamadığı 150 yıl süren bir kırım yaşandı. Anadolu nüfusunun üçte biri öldü, kaçtı, göç ettirildi.

Açıkçası, Anadolu Muhteşem Yüzyıl ve sonrasında kan revan içindeydi. Ölüm yalnızca isyanlarla gelmiyordu. Osmanlı, topraklarını yitirmemek için savaşmak zorunda kalıyordu ve her bozgun yeni bir savaşın nedeni oluyordu. Bu savaşlarda ölen Anadolu köylüsüydü.

19. Yüzyılın ortalarında artık “hasta adam” olarak adlandırılıyordu. Paylaşımda anlaşamayan Avrupa ülkeleri zaman kazanmak için makinalara bağlı yaşattılar. Yağmada sorunlarla karşılaşmadıkları için acele etmeye gerek de duymuyorlardı. Sonrasını biliyoruz. Sevr ile fişi çekildi.

Osmanlı’nın yaşamı gibi ölümü de sancılı oldu. Yetmez gibi, Türkiye Cumhuriyeti bir sürü borcunu ödemek zorunda kaldı.

O yıllarda Dünyanın birçok yerinde benzer şeyler yaşanıyordu denebilir belki ama bizimkiler dışında o yılları inşa edeceğini söyleyene pek rastlanmıyor. Böyle bir şey, yalnızca uluslararası tekellerin manevra alanının genişlemesi ve çıkarlarının güvencede kalması için istenebilir.

Bugünlerde Vahdettin Köşkü’nü restore ediyorlar. Cumhurbaşkanı oturacakmış. Son günler yaklaşıyor gibi.