AKP'nin sosyal narkozu

Seçim yaklaşırken AKP'nin ünlü "istikrar" sözcüğü yine sahaya indi. Zaten başka ne var ki, istikrar ve inşaat dışında! Ne hazindir ki, SOMA'da yüzlerce insanın ölümü, paramızın dünyanın geri ülkeleri arasında en yüksek oranda erimesi, komşu ülkeler eleştirilirken ülkemizde bir yörenin tüm dünyaya kapatılarak, ölülerin gömülmesine, hastaneye ulaşılmasına vs gibi en zaruri gereksinimlerin karşılanmasına dahi izin verilmeden galiz küfürlerle ateş altında tutulması dahi bu sihirli sözcüğün geçersiz kılınmasını gerektiği kadar sağlayamadı. Bunun da ötesinde, açılım aldatmacasının ne olduğunun anlaşılması da AKP'nin gerçek yüzünü tam olarak ortaya koyamadı.

Gazete ve çalışanlara yönelik saldırılar faşizm gerçeğinin göstergesidir. Gazeteye ve çalışanlara saldırı ulusal açıdan kınanacak ve utanılacak bir olaydır. Ama bu olay ve olay sonrasında farklı siyasilerin mesajları ve sessizlikleri çok değerli göstergelerdir. Olay ne denli hazin ise, ortaya koyduğu göstergeler de o denli değerlidir. Olayın kendisi ve sonrasındaki gelişmeler nasıl bir faşist dönemde olduğumuzun çok net göstergesi olmasıdır kavranması gereken gerçeklik. Ataletten sıyrılıp, faşizmin nasıl bir dokusal süreç olduğunu, hangi ortamda yükseldiğini çok ciddi olarak düşünmek durumundayız. Yoksulluk sınırı ile yapılan araştırmalar toplumun bir kesiminin çaresizliğini ortaya koyarken, diğer yandan lüks AVM'ler ve lüks evlerde, gençlerin altında son model arabalarla sürdürülen yaşamları konu alan DİZİ'lerin "sipariş üzerine yapıldığı"(!) ve izlendiği, siyasi liderlerden reyting almaz ise yayından kaldırıldığı(!) bir toplumun sağlıklı olduğu düşünülemez. Biz zamanlar gençlerimizin teknoloji üretemeyeceği, ancak ara eleman olmak için çaba sarf etmeleri gerektiği incisini ortaya atabilen bakanlara nazire olarak, geçen günlerde bir başkası da bir üniversitede ODTÜ ya da Boğaziçi'ne özenmemeleri gerektiği incisini ortaya atmış. Bir ülkenin sanatına ve eğitimine böylesi saldırı yapılabilmesi bilinçli bir politika olamaz. Bu durum salt cehaletle de açıklanamaz. Eğer bu tür davranışlar politika ise, hangi çevreden ve ne fiyata ihale edilmiş olduğu konusunda halkımızın çok bilinçli olması gerekir.  

Tüm bunlar yaşanırken, sadaka kültürünün yükseltilmesi ve toplumu gerileştirici özgürleştirme çabaları içinde çıkarcı-sömürücü dinciliğin ve tevekkül kültürünün yaygınlaştırılması ve tüm bunların üzerine "istikrar" cilasının çekilmesi seçimlere giderken düşünülmesi gereken konulardır.    

Büyük sermayenin karşısında Anadolu kaplanları çıkartılıyor, ezilenlerin önü açılıyor vs söylemleri, aslında ana nedenleri perdeleyerek Türkiye'yi dünya hakimlerine sunma politikasıdır. Dünyasal emperyal güçler çevresel ekonomileri küreselleşme ve finanslaşma süreçleri ile ekonomik narkoz altında sömürmektedir. Bu politikalara hizmet eden her çevre ekonomi yöneticisi ülkesine değil, dünya emperyalizmine hizmet etmekte, doğal olarak bunun mükafatını da almaktadır. Bu hizmetin iç ekonomideki sıkıntıları ise ekonomik alanda sadaka kültürü, politik alanda ise faşizmle aşılmaya çalışılmaktadır. İşin ilginci şudur ki, faşizme dayalı baskı ve geçici istikrar, sömürücülerin ekonominin en ince damarlarına girmesini sağlarken, toplumda "ölüm rahatlığı" oluşturmaktadır. İşte, AKP'nin halkın kulağını sağır edercesine fısıldadığı "istikrar" ın anlamı ve işlevi budur. Bu sürecin önümüzdeki fevkalade yaşamsal seçimde bir şekilde durdurulması düşünülebilir. Ne var ki, acaba, bu da bir aldatmaca olabilir mi! Eğer kapitalist sistem içinde yol alınıyorsa, suçu sistemde mi, yoksa aktörde mi görmek gerekir! Suçu hangisinde görürsek, daha doğrusu, görmek için aldatılırsak, değiştirme irade ve gücümüzü ona yöneltiriz. Umuyorum, emperyalizmin ve onun yavrusu iç faşizminin yoğun etkisini üstümüzden atar ve insanca yaşama yolundaki kapitalizm engelini yıkabiliriz!