Uysallaştırma Süreci

AKP hükumeti sürecinde 'yeni dünya'ya uyumlaşma çabaları bir sır değildi. Zaten bir çok defalar başbakanın ağzından duyuyorduk buna benzer şeyleri. Türkiye'nin gericiliğe doğru büyük dönüşüm sürecinde sadece başbakana bağlı siyasi parti ve dernekleri değil ama kendini solda gören dernek ve kuruluşlar da AKP'ye ve politikalarına bilinçsiz bir şekilde sahip çıkıyorlardı. Burada bilinçsiz lafı tanımlanmaya muhtaçtır belki (neden bilinçsiz?, hangi koşul ve etmenler insanları bilinçsizleştirebiliyor? ve yeni sayılan aslında eski oluyor?vs...), fakat her halükarda buradan çıkan siyasi önermeler gıdım gıdım ilerleye, ilerleye, topallaya topallaya giderken ağır bir kayaya tosladı yani Avcı'ya. Bu örnek her şeyi, apaçık ortaya çıkardı. Gülen'in ve cemaatinin Türkiye'yi perde arkasından yönettiklerini daha önce defalarca söyleyenler komploculukla, hayalcilikle suçlanıyordu. Avcı'nın cemaatin polis teşkilatı içindeki yapılanmasından bahseden ve başına geleceklerini önceden anlatan kitabından sonra tutuklanması, sonrasında Zaman gazetesinden Gülerce'nin Gülen'in de Avcı'nın tutuklanmasını müspet bulduğunu açıklaması, Türkiye'deki din faşizminin geldiği noktayı açıkça bizlere gösterdi.

Bu faşist sürece niye bazı ilerici olduklarını iddia edenler kayıtsız kaldılar ve halen kalmaktalar? İlk olarak diyebiliriz ki Türkiye'deki solcu liberal çevrelerin din faşizmi sürecinden nemalandıklarıdır. Bu yazıda başta bu olguyu işlemeye çalışacağız. Bir diğer cevap ise bazılarının bu süreçten muhtemelen habersiz olmalarıdır. “Demokratikleşmeden sivil dikta çıkar mı?” diye soranlar bu gruba dahildir kanımızca. Çıkar, cemaat diktası çıkar. Bu sözleri “düşman edebiyatına” çevirenlere neden o zaman faşistleri düşman görüyorsunuz diye sormak gerekir. Çünkü onlar için faşizm düşmandır ama dincilik değildir. Bu satırların yazarı için ise her ikisi de karşılarında mücadele edilmesi gereken gerici uçlardır, bu böyle biline.

Din faşizminden nemalananlar ne demektir? Bu terim tam olarak neyi ifade etmektedir? Bu bize göre 'AKP solu' denilen kesimlerin, hükümet ile sağlamaya çalıştıkları çıkar birliğidir. Ortaklaşılan projenin adı Türkiye'nin 'demokratik' dönüşümüdür ve bu projede AKP soluna düşen, yeni dünya demokrasisinde sosyalist solun kaybetmek zorunda bırakıldığı mevzileri kazanmak olacaktır. Aslında sol ne mevzisi bırakmıştır ya da bırakacaktır o da ayrı bir sorgulama konusudur. Buradaki mevzi lafının arkasında kitle hareketi filan yoktur, sadece maalesef bir avuç entelektüel ve öğrencilerden oluşan sol çevrelerde saygınlık kazanma arzusu yatmaktadır. Ama sosyalist solun emekçi sınıfların örgütlenmesi üzerinde çilekeş gayretleri, neo-liberal politikaların emekçi sınıfına yapmış olduğu ahlaki, sınıfsal tahribatı engelleyememiştir. Günümüzde o zaman çoğu sol mücadele sivil toplum kuruluşları çerçevesine indirgenmiş, bu kuruluşlara bağlı ya da yakın yayın organlarında yazı yazmak yeterli görülmüştür. Solun aslında bu içine kapanma süreci, düşünce kulübü olma süreci neo-liberal politikaların emekçi yığınları üzerinde yaptığı tahribatla aynı anda yavaş yavaş cereyan etmektedir. Bu gelişmeler solu sivil toplum kuruluşları nezninde değerli kılmakta ve bu çerçeve içinde yer alanlar ile bu çerçeve dışında kalmak isteyenlerin gizliden gizliye mücadelesi şeklinde süregelmektedir.

Neo-liberal politikaların Kemal Derviş sonrası devşirdiği AKP, Türkiye siyasetini yeniden düzenlerken hem muhafazakarlaşmayı demokrasinin içine yerleştirdi, hem de sivil toplum kuruluşlarını kendisine muhalefet etme anlamında ve de geleceğin Türkiye'sinin siyasetinin yapılandırılması bağlamında ilgi gösterip emekçi sendikal örgütlere karşı daha fazla gelişmelerini sağladı. Bu iki savımızı açmaya çalışalım. İlk olarak muhafazakarlaşmayı demokratikleşmenin önemli bir mihenk taşı olarak algılamalarının en önemli nedeni tabii ki, AKP'nin dinci, muhafazakar bir parti olmasından kaynaklanmaktadır. Fakat iş sadece bununla kalmamaktadır aynı zamanda kendi tabanının dışında toplumun diğer kesimlerinde de destek sağlamak için muhafazakarlığı AKP yanlısı sol gruplara ve onun türevlerine de benimsetmiştir. Bu başarıda Taraf gazetesinin ve yazarlarının büyük katkısı olmuştur. Çünkü bunlar sadece eski solcu değillerdir aynı zamanda sol entelektüellerdir. Sol adına uzun yıllar kafa yormuş, fikir üretmiş ve solda herkes tarafından saygınlık kazanmış insanlardır. Bu kesimlerin günümüz Türkiye'sinde AKP'nin demokratik bir parti olduğunu düşünmesi ve sol kesimi de bu partinin kendi ideolojisinin sol yanına davet etmesi, AKP'li sol grupların iyice muhafazakarlaşmaya doğru evrilmesine yol açmıştır. Siyaset yapma biçimi bunlardan biridir. Örneğin yumurta atma meselesi, siyasette sözel şiddet olur mu tartışmaları, gençliğin tamamen sol tarihten soyutlanmış, pasifist bir konuma doğru itmiştir. Bu da bir anlamda siyasi mücadelelerin siyasi iktidarlarla uyumlaşma sürecini başlatmıştır. AKP'nin Türkiye'de demokrasiyi yerleştireceği savı üzerinden siyaset yapanlar karşısında “siyasi mücadelelerin o kadar uysal olmayacağını çünkü sınıf perspektifi taşıdığını” söyleyenleri şiddet yanlısı olmakla suçlamışlardır. Aslında burada suçlanan “emekçi sınıfıdır”. Yani sözel şiddet yanlısı kaba saba emekçi sınıf ve temsilcileridir. Bu tarz davranış AKP tarafından kendilerine çizilen demokrasi sınırları içinde rağbet görmüştür. Çünkü şiddetin günümüzdeki tanımı AKP ile uyum sağlamayanları içermektedir. Bu kişiler aslında eskiye özlem duydukları için şiddet yanlısı oldukları sürekli tekrarlanılmıştır.

Hayrünissa Gül'ün türban ile ilgili söylediklerine bakalım mesela: “Türban meselesi zamanla sükunet içinde çözülecek” demiştir. Bu sözler aslında AKP'nin yıllarca uyguladığı muhafazakarlaşma politikasının bir özetidir, yani her şeyi “sükunetle çözmek” arzusudur. İşte bu tarz siyasete bir şekilde alet olmak AKP'ye teslim olmak demektir. Bu muhafazakar söylem en son YÖK'ün üniversite projesinde iyice ortaya çıkmıştır. YÖK bildiğiniz gibi üniversiteleri kamerayla kontrol edilen, sivil polislerin dolaştığı bir mekan haline getirmek istemektedir. Tüm bu gelişmelerin içinde AKP'ye göre de YÖK'e göre de faşizan bir kurumlaşma yoktur, tersine öğrencilerin okul içinde güvenliklerini düşünen bir anlayış vardır. Bu güvenlik kime karşıdır? Yine YÖK cevaplamaktadır, üniversitede kargaşa çıkartanlar yani AKP karşıtı solculuk yapan gençlere karşıdır. Yani sözel şiddet yanlısı, yumurta atma yanlısı gençlere karşıdır. Onların okul içinde örgütlenmesini zorlaştırmak üzere stant açmalarını yasaklamıştır, onları bir olaya karıştıkları vakit adli yargıyı beklemeden idari yargıyla okuldan kovmayı meşrulaştırmıştır. O zaman bu üniversitelerde yapılması düşünülen düzenleme içinde sadece AKP'nin kendi sol örgütleri olacaktır, yani kısacası yumurta atmayanlar olacaktır. Bunlar 12 Eylül'ün Halkçı Partisi olacaklardır. Halihazırda başında devrimci kelimesi olan birçok sol örgütün durumu budur. AKP'nin yeniden düzenlediği siyaset sahnesinde solu temsilen ortaya çıkmış baş aktörler gibidir. Hayrünissa Gül'ün dediği gibi türban gibi her şeyi sükunetle çözecekleri bir düzenin sol bekçileri olarak kendilerini konumlandırmışlardır.

AKP solunda yer alanları sadece siyasi rant peşinde koştuklarını söyleyerek meseleyi açıklayabilir miyiz? İşte bu soruyla konunun ikinci bölümü olan sivil toplum kuruluşlarının ve yeni siyasi aktörlerin AKP tarafından desteklendiği iddiasını bize açıklamak düşüyor. En önemli örnek tabii ki Birgün gazetesinin en sonki Anayasa referandumun'da “yetmez ama evetçilerin” posterlerinin AKP'lilerin astığının ortaya çıkarması. “Yetmez ama evet”çilerin büyük çoğunluğunun solcu olduğunu biliyoruz. Küçük de olsa referandumda hükumetin kıyağını gördüğünü de öğrenmiş bulunuyoruz. Bu grupların AKP için iki anlamda önemi vardır. Birincisi bu grupların kitle hareketleriyle, siyasal partilerle pek işleri olmadıklarından hepsi daha çok düşünce kuruluşları gibi çalışırlar. Bu bağlamda AKP'yi rahatsız edecek siyasi bir söylemleri yoktur. Üstelik uysal olduklarından sosyalist solcular, yurtseverler, cumhuriyetçiler vs.. gibi bağırarak çağırarak da düşüncelerini dile getirmezler, örneğin yeri geldiğinde yumurta atmazlar. İşte AKP'nin muhafazakarlaşan Türkiye'si için çok uygun ilerisinin sol siyasetçileri olmaya adaydırlar Üstelik bu kesimin AKP solcularının en itibarlı gazetesi olan Taraf tarafından da desteklenmesi sosyalist sola AKP ile mücadele anlamında ciddi bir engel teşkil etmektedir. Belki burada siyasette “uysal olmamak” ne demektir onu açmak gerekir. Uysal olmamak başta hükumeti kıyasıya eleştirmektir. Bir ülke eğer demokratik sayılacaksa, hükumetin her şeyiyle ve korkmadan eleştirilmesi lazım gelir. Üstelik de AKP karşıtlarının diğer AKP solcuları tarafından bu yaptıklarından dolayı “nasyonal sosyalist” ilan edilmemesi gerekir. Tayyip Erdoğan bile böyle bir bel altından çalışma yapmamıştır ama majestenin solcuları büyük demokrat üstatlar yapmıştır. Uysal olamamanın ikinci prensibi kişinin kendini bir meselede uyum sağlamak zorunda hissetmemesidir. Fikri çatışma olmalıdır ve bir çözüm yoksa da öylece kalmalıdır. Bu genellikle sol içinde ki tartışmalarda böyledir, kimse mangalda kül bırakmaz, herkes kendi pozisyonlarını korur fakat iş hükumet olunca yanmalar, dönmeler bolca olur.

Peki neden böyle? Sonuçta ortada yeniden kurulan bir siyaset sahnesi var. Bir sürü insan da bu sahnede bir rol kapma peşinde. Kimi bu sahnenin aktörleri olmaya soyunurken kimi de metin yazarları olma peşindedir. Ama bu sahne kim tarafından yönetildiğini ya da kime ait olduğunu en son Avcı olayında iyice görmüş olduk. Bu sahne Gülen'e aittir. Sahneye talip olanlar Gülen cemaatinin ve AKP siyasetçilerinin oyuncularıdır. Buyurun oynayın o zaman.