Sosyal Devletsiz Demokrasi Olmaz!

Türkiye’nin demokratikleşmesinden dem vuranları dinlemek insanı bir hayli karamsarlığa itebiliyor. Bu hayal kırıklığı bazı kişilerin AKP gibi otoriterliğe meyil eden bir siyasi partinin ve kadrolarının demokrasi havarisi ilan etmenin ötesinde, demokrasi tarifinin sadece hür seçimlere indirgeyen anlayış olmasıdır. Bunun ötesi sanki kimseyi ilgilendirmiyor. Bu ilgisizliğin bir nedeni solda “devletçilik” anlayışının genel olarak kabul görmemesidir. Bir diğer nedeni de yine yukarıdaki aynı sebepten dolayı solun küreselleşmeyi sosyal sorunları çözmede neredeyse tek alternatif olarak görmesidir. Örneğin eğitimde Bologna sürecini desteklemesi, siyaset ve ekonomide AB üyeliğinin Türkiye’ye çok şeyler kazandıracağını düşünmesi, bu ve buna benzer konjonktürel ve iyi yönetişim analizlerine yakın durması örnekleri günümüz düzeniyle barışma, uyumlaşma sürecinin mihenk taşlarını teşkil etmektedir. Oysa günümüzde piyasacılık anlayışı tam manasıyla iflas etmiştir. Hatırlatalım: 2007 yılından başlayan finansal krizin toplumsal etkileri sürmektedir. Krugman’a göre dünya ekonomisi üçüncü depresyona girmektedir. İlk ikisi 1870’den itibaren başlayan uzun depresyondur, ikincisi 1929 krizi ve onu izleyen yıllardaki Büyük Depresyondur. Şimdilik sonuncusu da yaşamakta olduğumuz yıllara denk düşmektedir. Halen ABD’de işsizlik oranı %10 civarındadır ve son 6 ayda iş bulamamış olan işsizlerin oranı %44’dür. Aynı şekilde ABD’nin ortalama büyüme oranları 60, 70, 80–90 ve 2000’li yıllarda sırasıyla % 4.4, %3.3, %3.1, ve %1.9’a düşmüştür. İrlanda modeline baktığımızda herkesin başarı abidesi olarak gösterdiği bu ülkede çalışanlar kendilerinden bağımsız yaşanan finansal krizin faturalarını ödemektedir. İrlanda’da kamu sektöründe 24750 kadro kapatılmış ki bu İrlanda’nın kamu’da çalışanlarının %8’ine tekabül etmektedir, her sektörde işe yeni alınanların ücretleri eskiye oranla %10 azaltılmıştır. Kamu bütçesindeki kısıtlamalara baktığımızda, sosyal transferlerde büyük kısıtlamalara girişilmiştir. Buna mukabil bütçe gelirlerinde tüketicilerin büyük bir çoğunluğunu oluşturan emekçilerin tüketimini daha fazla vergilendirerek artırılmaya çalışılmış, böylece KDV oranları %21’den %23’e çıkarılmış ve yine çalışanların saat ücreti 1 Avro azaltılarak 8,65’den 7,65 Avroya yani %11 oranında düşürülmüştür.

Türkiye’ye baktığımızda 2004-2009 yılı arası faiz dışı fazlanın GSMH içindeki payı son yıl hariç %4 civarı seyrederken, buna mukabil bütçeden faiz ödemelerinin GSMH içindeki payı da aynı yıllar düşüş göstermesine rağmen %6 civarında seyretmiştir. Yine bütçedeki hazine yardımlarının GSMH içindeki payına baktığımızda incelenen yıllar arası yükselmesine rağmen 2009 yılı hariç hep faiz ödemelerinin GSMH içindeki payının altında kalmıştır. Bu demektir ki, kamu sosyal transferden daha fazla sermaye’ye faiz transferi gerçekleştirmektedir. Üstelik o kadar faiz dışı fazla vermesine rağmen. Bu durum apaçık bütçeden sağlanan gelir dağılımının emekçi aleyhine ve sermaye lehine olduğunu gösterir. Bu durum demokrasinin gelişmesinde sorunlu bir durum olduğunu çok az insan yazıp çizmektedir. Günümüzde AKP’nin sözüm ona demokratik hamlelerini destekleyen sol gruplar bugünkü baskıcı durumu, “bir yol kazası” olarak yorumlamaktadırlar. Peki, 2007 yılında iyice su yüzüne çıkan dünya kapitalizm krizini, Türkiye’nin 2001 ve son krizini, artan işsizlik oranlarını, süreklilik hali gösteren dış borçları ve gelir dağılımı bozukluklarını nasıl değerlendirmekteler? Avrupa’da aynı krizlerin yaşanması Türkiye’nin krizlerini de onların gözünde meşru kılmaktadır. Dünya’da uygulanan anti-sosyal, anti-kamucu iktisat politikaların Türkiye’de de uygulanmasında bir beis görmemektedirler. Tüm bunları bir kenara bırakıp bugün neo-liberalizmi en iyi şekilde uygulamakta olan bir hükümeti Türkiye’de hararetle savunmaktadırlar. Onun için Türkiye’de kamuculuğun zayıflaması, özeleştirmeler, yolsuzluklar, gelir dağılımı bozuklukları Türkiye’de demokrasiyi de zayıflatan asıl unsurlar olduğunu düşünmezler, örneğin hem Avrupa’da hem Türkiye’de milliyetçiliğin ve faşizmin yükselmesinde temel etken olduğuna inanmazlar. Neden? Çünkü ABD, AB, AKP ve iyi yönetişim savunucuları STK’lar günümüzde neo-liberalizmi ve piyasalaşmayı sorgulamadan, sınıfsal özelliğinden kopartılmış insan hakları ve kültürel hakları ele alan başka bir siyaset yapmaktadırlar. Onun için Roni’nin yumurtası sol kamuoyunda infial yaratırken Süleyman’ın copu, üzerinde durulacak bir konu bile olmayacaktır. Devir bu devirdir.