Sol liberallerin yanlışları

Bu son zamanlarda AKP ile liberallerin arasının açılmasının temel nedeni liberallerin yaptığı üç yanlış analize dayanıyor. İlki AKP’nin muhafazakâr demokrat bir parti olarak algılanması ve Avrupa’daki muadilleri olarak da Hıristiyan Demokrat partilerinin örnek gösterilmesidir. İkincisi de içten içe toplumda örgütlenmekte olan tarikatçı yapılanmaları es geçerek, hatta demokrat bulup destekleyerek bu oluşumun karşısında yaratılmaya çalışılan beyaz Türk kavramının tanımıdır. Son olarak da MHP’nin milliyetçi, ırkçı siyaset sahnesini terk etmesi sonucu oluşan boşluğa sosyalist solu, Kemalistleri ve ulusalcıların oturtulmasıdır. Bu yanlışların açmaya çalışalım.

AKP Avrupa’daki muadilleri gibi demokrat muhafazakâr bir parti midir? Cevabı hayırdır. Bir an için geçmiş Cumhuriyeti doğru ya da yanlış olarak değil de, ülkenin kuruluş felsefesini, temel ilkelerini vs.. yansıttığını düşünelim ve Avrupa’da ki cumhuriyetler ile kıyaslayalım. Bir kere sadece Türkiye değil Avrupa’da her cumhuriyetinin kendi özgül tarihine dayandığı temel ilkeleri olduğunu biliyoruz. Yine bu temel saptamaları eleştirmeden devam ettiğimizde ve örneğin Fransa’yı ele aldığımızda muhafazakâr partilerin AKP gibi cumhuriyetin temel ilkeleriyle problemlerinin olmadığını göreceğiz. Evet, sağcı liberal partilerin ulus devlet ile sorunlarının olduğu aşikârdır ama bu sorunlar iktisadi düzeyde kaldığını görmekteyiz. Yani kısacası kamu harcamalarının kısılmasına dayalı ve sermayenin serbest dolaşımını teşvik edici neo-liberal politikaların uygulanması ile sınırlı olduğunu görmekteyiz. Sol partilere baktığımızda ise onlarında burjuva demokrasileriyle uzlaştıklarını, burjuva devletinin temel ilkeleriyle sağa nazaran daha fazla sorunları oluyor olsa da reformist bir anlayışı devrimciliğe ikame ettiklerini görmekteyiz. Sadece Avrupa solu partiler sağa nazaran daha çok federal Avrupa yanlısı olmaktadırlar. Bu bağlamda onlar da ulus-devlet anlayışına sağ gibi karşıdırlar ama yine de bu ideale varma da Cumhuriyeti feda etmeye çok da yanaşmazlar. Buna mukabil Avrupa’da ve özellikle Fransa’da burjuva demokrasisi ve devlet yapısıyla tek sorunu olan siyasal hareket aşırı sağcı partilerdir. Bu bağlamda Türkiye ile ile kıyasladığımızda bu partilerin burjuva Cumhuriyetinin temel ilkelerine saldıran tutumları ile AKP’nin Türkiye’de siyaset yapışı arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır. Örneğin Anayasa Mahkemesinin aldığı kararları sıkça eleştiriler, kanunları kendilerinin istedikleri şekilde yorumlamak isterler vs… Bu reaksiyonlarının nedeni (aslında aşırı sağ partiler bilindik üzere reaksiyoner partilerdir) Avrupa’nın siyasal hayatında kendilerine yer bulamamış olmalarıdır. Örneğin Fransa’daki seçim sistemleri, barajlar, aşırı sağa karşı diğer sağ ve sol partilerin cepheleşmesi vs…, Fransız aşırı sağcı Le Pen’in partisinin genel seçimlerde %10 hatta %15’lerin üzerinde oy almış olsa bile meclise temsilci gönderememesine neden olmaktadır. Burada belki bir parantez açmak gerekiyor o da Avrupa’nın sağ ve sol siyasetinde yer alan partilerinin aşırı sağın özelikle yabancılar ile ilgili siyasetini zamanla daha da fazla kabul etmekte olduklarını söylememiz gerekir. Aslında Avrupa’da yükselen ırkçılığa karşı, diğer partilerde siyasi söylemlerinde daha fazla ırkçı sözlere yer vermektedirler. Aslında bu parantez kendi başına incelenmesi gereken bir konudur ve gene Türkiye siyaseti ile paralellikler kurulabilir. Şöyle ki, Türkiye’de yükselen İslami değerlere karşı liberal solcuların nasıl CHP’ye ve diğer türevlerine parti programlarında bu toplumsal dönüşümü de hesaba katacak düzenlemeler getirmesini istiyorsa, Avrupa’da da aynı şekilde yükselen aşırı sağ değerlere karşı, diğer partiler seçmenin bu duyarlılığını hesaba katmaya gayret göstermektedirler. Sonuçta şu bir gerçektir ki, Avrupa’da aşırı sağ değerler yükselirken, Türkiye’de de İslami değerler yükselmektedir. Aslında iki ayrı görüşün ortak noktaları otoriterlik ve milliyetçiliktir. Fakat anti-tezleri farklıdır. Avrupa’da ki anti-tezi daha fazla ortak Avrupa olurken, Türkiye’de anti tezi daha fazla ulusalcılık olmaktadır.

Tekrar konumuza döndüğümüzde Türkiye’deki AKP’ye nazaran Avrupa’daki muhafazakâr sağ partilerinin burjuva siyasal sistemiyle hiçbir sorunları olmadığını görüyoruz. Neden peki? Çünkü AKP Avrupa siyasi kriterlerine göre muhafazakâr bir sağ parti değil de onun içindir. Açıklamaya çalışalım. AKP’nin siyasi fikirleri AKP’nin iktidar oluşuna kadar, tıpkı Avrupa’nın aşırı sağcıları gibi yasaklıydı. AKP muadilleri partiler (RP, FP, MSP vs..) kurulan koalisyonlarda çok zor yer bulabildiler. Bu bağlamda bu partiler Cumhuriyetin sevilmeyen üvey evlatlarıydı, tıpkı Avrupa’daki aşırı sağcılar gibi. Buna mukabil Avrupa’da ki Hıristiyan demokrat muhafazakâr sağ partiler sıkça iktidara gelip gittiler. Bu partilerin ne ulus devlet ile ne de AB ile meseleleri vardır. O zaman AKP tıpkı AB’deki örnekleri gibi muhafazakâr bir parti demek doğruyu yansıtmamaktadır. Bu tip bir söylemi Türkiye’de dile getirenler aslında AKP ile ortak bir siyaset yapmayı kabullenmiş olanlardır. Bu ortaklık rejim muhalifliğinden kaynaklanmaktadır. Yalnız her ne kadar sol liberallerle AKP arasında ortaklanılan meseleler olsa da, o meseleleri algılama biçimi ve atfedilen önem farklı olmuştur. AKP’nin demokratik bir parti olduğunu derin devlete ve Askerlere açmış olduğu bayrak ile değerlendirenler aslında AKP’nin asker ve derin devlet tanımının kendi tanımlarıyla uyuşmadığını görememişlerdir. Liberal sol’un üzerinde durduğu konu olan askeri vesayet yani rejimin askerler tarafından bekçiliğinin eleştirisidir. Oysa AKP’nin askeri vesayetten anladığı askerin kendisine karşı düşmanca tutumudur. Bir an için askerlerin AKP yanlısı kişilerden mütevellit olduğu düşünelim, AKP sizce askeri vesayeti sorun edecek midir? Bu bağlamda askerlerin siyasal etkileri kırılırken bu boşluğu birilerin doldurması gerekir. AKP’li kadroların ve tarikatların askeriye’ye sızmasının zaman alacağını düşünürsek, bu boşluk şimdilik AKP’nin çok daha kolay yapılanacağı polis teşkilatında olacaktır ki öyle olmuştur. Asker devletinden polis devletine doğru geçme evresindeyizdir. Liberal solcuların bazılarının Ergenekon davasında topraktan çıkardıkları mermiler, topladıkları bavul dolusu deliller yüzünden polislere methiyeler düzen yazıları, gazete arşivlerinde yer almaktadır. Bu yeni sürece HSYK’nın yeni yapısı da destek vermektedir. Örneğin Rodrik ve Çetin’in yazdığı Balyoz kitabında yalan, yanlış belgelerin varlığını göz önüne koymasına rağmen savcılar bu yalan belgelerin kim veya kimler tarafından hazırlandığını araştırıp bulmak için çaba göstermemektedir. Yalan yanlış hazırlanan belgeler, savcıların bazı belgeleri görmezlikten gelmesi demokratik bir toplum anlayışını yansıtmamaktadır. O zaman bu sözde demokratik süreci desteklemek liberal solcuları bir zaman gelecek zora sokacaktır. Bu son olaylar ve liberal sol yazarlarda yükselen muhalif sesler sürekli olacak mıdır sorusuna olumlu cevap vermek mümkün değildir, çünkü AKP’ye ve Türkiye siyasetine bakışları bu son zamanlardaki anti-demokratik olayları bir yol kazası olarak yorumlamaya daha meyilli olmuştur. Hatta birçok yazarın AKP’nin faşizan uygulamalarını seçimler öncesi popülizm olarak görmesi ona dolaylı olarak desteğini sürdürdüğünün işaretleridir.

İkinci yanlış beyaz Türk kavramıdır. Bu kavramın anlamı AKP’lileri ve onun türevlerini hiçbir şart ve koşulda beğenmeyen ve daha da ileri gidip onarın seçmenlerini de kusur bulan hali vakti yerinde şehirli kişilerdir. Bu kesim, liberal solcuların aşırı tepkisini çekmiş buna karşılık dinci muhafazakâr, tarikatçı aileler yine bu kesimler tarafından olumlanmıştır. Bu olumlamada kuşkusuz bu kesimlerin türban mücadelesi rol oynamıştır. Dini sembol taşıyan örtünün özgürlük mücadelesi olarak kabul görmesi ve bu kesimlerin türbanlarıyla okullara kabul edilmemesi liberal solcuların bu kesime sempatisini arttırmıştır. Beyaz Türk tanımı doğru bir tanım değildir, sosyal bir gerçekliği anlatmaktan uzaktır. Nedenine gelince beyaz Türkler toplumdan kopuk, ateist Kemalist olup her gün evinde partiler düzenleyen bir zümre değildir, onlarda İslami aileler gibi muhafazakâr değerlere inanırlar. Referans noktaları farklı olabilir, yaşam biçimleri, kültürleri birbirine uymayabilir ama özünde çok büyük farkları yoktur. Beyaz Türk diye nitelenenlerin şeriat korkuları vardır, İslami kesimlerinde kendilerine siyasi hareket alanlarını kısıtlamış olan Cumhuriyet ilkelerine karşı güvensizlikleri vardır. Birbirlerine karşı korkular besleseler de aslında bu iki kesimde anti-komünisttir, bu iki kesimde milliyetçidir ve bu iki kesimde piyasacıdır, liberaldir. Onun için liberal solun bu iki sosyal sınıftan bir tanesine ağırlık vermesi, Türkiye sosyal yapısını sınıfsal yönünü hesaba katmadan güncel siyaset içinde değerlendirmesine neden olmuştur. Bir tanesine gereğinden fazla anlam yüklemiştir, bir tanesini de gereksiz derecede yıpratmaya çalışmıştır. Bu yaklaşımın asıl sebebi Beyaz Türklerin cumhuriyet ilkelerine verdikleri destekten ileri gelmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi AKP, rejimle sorunu olan herkesin toplandığı adres olmuştur. Bu anlamda rejimi destekleyen her kesimde düşmanları olacaktır. Böyle bir ayrımda türbanlı, İslami, tarikatçı aileler, beyaz Türk ailelere nazaran daha evrimci, daha demokratik, daha özgürlükçü olarak görülmüştür. Tapınılan semboller değişik olsa bile, sonuçta iki tarafta geniş anlamda özgürlükçü ve demokrat değildir. Yanlış nerededir peki? Yanlış türban üzerinden, haklar hukuklar üzerinden İslami aile değerlerinin ve yapısının yüceltilmiş olmasıdır. Yanlış olan demokratikleşmenin gereğinin fötr şapkadan türban ve çarşafa indirgenmiş olmasıdır. Yine semboller üzerinden, bu sefer başka semboller üzerinden, siyaset yapılmaktadır. Öyle ki, bugün nereyse en özgür en demokrat Müslüman ülke Afganistan ilan edilecektir.

Son olarak da liberal solun yapmış olduğu diğer yanlış ise sosyalist solu nasyonal sosyalist ilan etmesidir. Bu hareket MHP’nin geri çekilmesiyle ortaya çıkan milliyetçilik boşluğunu sosyalist sola ihale edilmek istemidir. Bunda tabii Ergenekon davasından yargılananların ulusalcıların rolü olmuştur. Aynı zamanda sosyalist solun AKP karşıtlığını ulusalcılarla beraber aynı cephede sürdürme gayreti de etkilemiştir. Ergenekon davasını gerçekten derin devlete karşı açılmış bir dava olarak nitelemek artık günümüzde ne kadar mümkündür? Bugün artık yamalı bohçanın dikişi tutmamaktadır. Herkes ama herkes görmektedir ki bu davalarda kullanılan bazı deliller düzmece çıkmaktadır. Böyle bir ortamda hala Ergenekon davasını Türkiye demokrasisinde bir milat olarak görenler kalmış mıdır? Ama bundan 2–3 sene evvel sevinç çığlıkları, AKP’ye methiyeler gırla gitmekteydi. Bugün gelinen nokta herhalde kimseyi tatmin etmemiştir. Bu satırların yazarını da tatmin etmemiştir. Çünkü köy basanlar, faili meçhul cinayetler su yüzüne çıkmamıştır. Bir keşmekeş ortamında her şey birbirine karıştırılmıştır. Bu kargaşanın temel amacı daha evvel bahsettiğimiz gibi AKP’nin ve tarikatların demokrasi anlayışı ile liberal solculardan farklı olmasıdır. AKP’nin demokrasiden tek anladığı kendisine eskiden siyaset sahnesini dar edenlerden öç almaktır. Onun içindir ki derin devlet, faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması AKP’nin ikincil belki de üçüncül öneme sahip konularıdır. Bu artık günümüzde daha da belirgin halde görülmektedir. Hatta biraz daha ileri gidersek Hrant Dink cinayeti bildiğiniz üzere ulusalcılara mal edilmiştir. Oysa bu cinayet 4 sene olmuş bırakın çözülmeyi daha da karmaşık hale gelmektedir. Burada o zaman milliyetçilerle tarikatçılar arasında bir çıkar birliği vardır. Dava daha fazla karartılırken siyasal iktidar üç maymunları oynamaktadır. Burada da liberal solun ulusalcıları suçlayıcı siyasal analizinde şimdilik doğrulayan hiçbir gelişme olmamıştır. Gerçeği herkes gibi biz de beklemekteyiz ve bu cinayete azmettirenleri bir kere daha buradan lanetliyoruz. Uğur Mumcu’ların, Bahriye Üçok’ların cinayetleri gibi bu cinayetin de tarihin tozlu raflarına kaldırılmasından açıkçası korkuyoruz. Buradaki yanlış ise sosyalist solu nasyonal sosyalist ilan edenler, şu an için beklemede olan şiddete temayüllü din ve Türkçülük adına hareket eden aşırı milliyetçileri görmemezlikten gelmesidir.

Aslında konuyu kısa kesiyoruz ama sonuç olarak liberal sol bugün AKP ile geçici bir anlaşmazlık içine girdiğini düşünmekteyiz. Bunun temel nedeni liberal solcuların AKP’nin faşizanlığını günlük değerlendirmelerinden kaynaklanmaktadır. Liberal solun bir bölümü zaten solu bir tarafa bırakıp liberalleşip tarikatçı, dinci değerleri kültür politikaları çerçevesinde benimseme yoluna girmişlerdir. Onlar sonuna kadar AKP’nin eteğine yapışacaklardır. Anlık hükümeti eleştiren, düzeni eleştiren reaksiyoner çıkışları olacaktır kuşkusuz. Ama sonuçta onlar için AKP demokrat muhafazakâr partidir, beyaz Türkler gericidir (ki gericidir doğru, ama kendi başına yeterli bir analiz değildir), İslami çevreler entelektüeldir, özgürlükçüdür, sol sosyalistler de faşisttir. Bu kesime, bu yazının yazarı da “güle güle, yolunuz açık olsun” demektedir. Ama bunun dışında kalanlar sol değerleri benimseyenler için ise hala bir umut ışığı vardır. Umut ışığı AKP solunun sahnesinde yer almak istemeyenlerin cepheleşmesidir.