Seçim Sonuçları Üzerine ya da Nerede Kalmıştık?

Aslında bugün farklı konulara değinecektik fakat halen seçim sonuçlarını değerlendiren yazıların basınımızda çıkıyor olması bizi de bugün bu konuyla ilgili düşüncelerimizi söylemeye itti. Genel olarak basında gördüklerimiz herkesin AKP’nin oyunu arttırmasından memnun gözüktüğüdür. CHP’nin AKP’ye bir alternatif olmadığı tezi neredeyse tüm basın tarafından kabul görmektedir. Diğer partilere gelince seçimlerde aldıkları oylardan hareketle hepsinin siyaseten bittiği bir kere daha tescillenmiştir. Bir tek BDP’nin desteklediği bağımsızlar Türkiye siyasetinde yeni bir soluk getirmiştir. Söylenenlerin kabaca özeti aşağı yukarı bu minvaldedir. En sondan başlamak gerekirse, bağımsızların meclise daha fazla sayıda vekil sokmaları Türkiye siyasetinde yeni bir soluktur. Hatta bunlar arasında üç vekilin sosyalist olması yeni siyasi dönemin daha heyecanlı geçeceğini müjdelemektedir. Meclis kürsüsünde emek sömürüsünden bahseden anti-kapitalist çizgide söylemler artık meclis tutanaklarına geçecektir. Meclis tabii sadece üç vekilden veya 35 vekilden ibaret olmayacaktır, öte taraftan da 327 milletvekilliğine sahip ve oylarını geçen seçimlerine nazaran 5 puan arttırmış AKP olacaktır. Yani meclisin %59’dan fazlasını temsil edenlerin karşısında meclisin sadece %0,5’ini temsil eden sosyalistler olacaktır. Eğer bu durum tüm solu fazlasıyla tatmin edecekse, o zaman sol adına da fazla söz söylemeye gerek kalmamıştır demek ki. Evet, bu durum bir gelişmedir, kuşkusuz sevindiricidir ve sevinmeliyiz ama her şey demek de değildir. Konumuz aslında sol değil AKP ve seçmenleridir.

AKP nasıl olmuştur da, geçen genel seçimlere nazaran oylarını 5 puan daha arttırabilmiştir? Buna bazıları Aziz Nesin’in %60’ı aptaldır lafından yola çıkarak AKP seçmenine aptal demektedirler. Bu tespit doğru bir tespit değildir. Halk’a ne derseniz deyin ama aptal diyemezsiniz. Aptallaştırılan halk olabilir, uyutulmuş olan olabilir, duyarsızlaştırılan olabilir, yozlaştırılmış olan olabilir ama eğer sınıf ekseninden siyaset yapıyorsak yoksul emekçilere aptal demek doğru değildir. O zaman nasıl açıklamalı AKP’nin geçen senelere nazaran bu siyasi başarısını? Siyasi yorumculara baktığımızda herkes AKP’nin ekonomik bakımdan başarılı olduğunu onun için halkın AKP’yi seçtiğini söylemektedir. Bu çok tartışmalı bir savdır. Niye tartışmalıdır? Çünkü Türkiye 2008 krizinin yaralarını daha tam olarak saramadan seçimlere girmiştir. İşsizlik oranları halen çok yüksektir, yoksulluk kriz döneminde daha da derinleşmiştir. Dolayısıyla ortada parlak bir ekonomik başarı yoktur. Bunu dillendirdiğiniz vakit de şöyle bir yorumla karşı karşıya geliyorsunuz o da, halk bu son aylarda artan büyüme oranlarını ve azalmaya başlayan işsizlik oranlarını her ne kadar kendisine doğrudan bir etki yapmasa da ileride yapabilir düşüncesiyle mükâfatlandırdı. Evet, bu da doğru ya da yanlış, bir mantıktır fakat gene bizleri tam olarak tatmin etmemektedir. Bir kere diyelim ki, halk, kendi durumundan yola çıkmadan kesintili de olsa genel makro büyümeleri olumlu bulup oy atıyor, o zaman ortada başka bir sorunsalın çıktığını fark ediyoruz o da halk siyasi baskıları, anti-demokratikleşmeyi, devletin faşizan uygulamalarını siyasi tercihlerinde hiç mi hiç değerlendirmiyor. Halka göre varsa yoksa kendisine yansıyacağını umduğu İMKB’nin hisse senedi değerlerinin yükselmesi, yabancı sermaye girişleri ve ihracat-ithalat artışları sonucu artan büyüme oranlarıdır. Hatırlayalım Türkiye seçim öncesi siyasi baskıların tavan yaptığı bir döneme tekabül ediyordu. Devletin faşizan uygulamaları sadece öğrencilere yönelik değil basına ve tüm siyasi muhalifleri de kapsıyordu. Sistematik bir susturma operasyonu ile seçimlere gelindi. Tüm bu siyasi baskıları halkımız beğendi ve AKP’nin oyunu 5 puan arttırdı. İşte asıl üzerinde düşünülmesi gereken mesele bu. Doğru değil ama hadi diyelim ki ekonomik başarılar vardı ama onun yanında AKP’nin ve sistemin gittikçe daha fazla faşizanlaştığı, otoriterleştiği bir süreç de vardı.

Bütün bunları nasıl okuyacağız? İlk olarak AKP’ye muhalif kesimlere yapılan siyasi baskıları fazla değil hiç önemsemeyen bir halkımız olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Peki, bu ne demek? İşte asıl vahamet burada. Çünkü ana muhalefet ve diğer muhalefet partileri nasıl bir siyaset izlemeli? diye sorduğumuzda buna kesin bir cevap vermek mümkün olmuyor. Toplumdan prim yapabilecek siyasetin yolu ekonomik başarılardan geçiyorsa eğer bu durumda siyasal erki elinde bulundurmayan muhalif partilerin iktidar karşısında hiç şansı yok demektir. Aslında sorun toplumun siyasal erkin gittikçe daha fazla anti-demokratik tavır ve uygulamalarını hiç kale almamasını anlayabilmek. Bu durum bize Türkiye’de yeni bir seçmen profilinin oluştuğunu gösteriyor. Bu sözlerimize basından takip edildiği kadarıyla birçok akademisyen siyaset bilimci de destek vermektedir. Bu yeni seçmen profili, liberallerin arzu ettiği demokratik toplum modeline pek uymasa gerek. Çünkü yeni seçmen demokrasiyi hiç umursamayan ve sadece ekonomik kaygılarla hareket eden bir kitledir. Bu toplumsal dönüşümü en iyi anlatan aslında Boratav hocanın sık sık vurguladığı toplumsal yozlaşma terimidir. Bu yozlaşmanın da aslında kendi içinde bir mantığı vardır. Bu insanlar piyasa ile bütünleşmiş, esnek, hızlı kararlar alabilmeye alıştırılmış ve dolayısıyla piyasa ile uyumlaştırılmış kişilerdir. Piyasanın sermayenin kendileri üzerinde haksızlıkları görmediklerinden, bir sorunla karşılaştıklarında kendilerine en az maliyetli ve en az hasarla atlatabilecekleri bir yol ararlar. Bu mantığın adı “her koyun kendi bacağından asılır” mantığıdır. Onun içindir ki, siyasal baskılar, rejimin faşizanlaşması bu kesimler için bir şey ifade etmez. Çünkü bu kesimin siyasetten anladığı Başbakan Erdoğan’ın kişiliğine bürünmektir. Onun efe tarzı, çalışkan her yere koşturan, dinamik halleri, halkımızı etkiler. Aslında Erdoğan cevvalliğiyle, “taşın altına elini koy” edebiyatıyla herkese “çalışmanın güç olduğunu, çalışanların her şeye katlanması gerektiği” mesajını verir. Böylece iş yaşamının, çalışma koşullarının illa zor olacağı zaten baştan kabul edilmiş olan bir hipotez olmaktadır. Artık ondan sonrası sermayenin menfaatine ve merhametine kalmaktadır. Toplumun siyasete ve yükselen faşizme ne kadar duyarsızlaştığını en iyi gösteren örnek Hopa’da başbakanın mitinginde polis tarafından öldürülen Metin öğretmenin şehrinde AKP’ye yüzde 35 oyun çıkmasıdır. Hopa halkının üç’te biri Metin öğretmenin öldürülmesine kayıtsız kalmıştır. Başbakanın öldürülmüş olan Metin öğretmen hakkında söylediği çirkin sözlerini ise desteklemiştir. Öyle bir desteklemiştir ki, Artvinlilerin %47’si AKP’ye gidip oyunu atmıştır. Bu sonuçlara bakıp kızmak çok doğal çünkü kızgın ve yılgın olmak için bir sürü sebep var doğru ama unutmayalım Hopa’daki halkta Türkiye halkı gibi dönüştürülmüş halktır. Geçmiş olsun tabii. Bu durum sınıf siyasetinin, emekçi siyasetin, sosyalist siyasetin altının gittikçe oyulduğunun da göstergesidir. Eğitim emekçisinin vurulmasına kayıtsız kalan yerel halktan bahsetmekteyiz. Suçsuz gazetecilerin hapiste yatmasına kayıtsız kalan Türkiye toplumundan bahsetmekteyiz. Basına ve muhaliflerine karşı siyasi baskı ve sindirme operasyonları uygulayan hükümete karşı duyarsız olanlardan bahsetmekteyiz. Daha nasıl ifade edebiliriz bu durumu?

Son olarak AKP bir devlet partisi olmuştur, eski ceberut devletin yerine ondan da ceberut cemaat destekli yeni bir devlet kurulmuştur. İkinci cumhuriyetçilere, yetmez ama evet’çilere kutlu olsun tabii. Geçen dönemden bu yana sadece değişen AKP’nin güçlenmesidir. AKP’ye karşı siyasi mücadele kaldığı yerden devam etmelidir. Bunun tersi olması için ortada hiçbir gerekçe yoktur eğer başbakanın “gelin helalleşelim” gerekçesini ciddiye almıyorsanız tabii. Helalleşmenin asıl anlamı bizce başbakanın yorulması ve tatilde onun yokluğunda ülkede fazla gürültü patırtı istememesidir. AKP karşıtlarına her yerde yeniden daha iyi vurabilmek için zaman kazanmasıdır, güç toplamasıdır. Yeni cemaat ve AKP devletine göre AKP karşıtları sadece kum torbalarıdır ve bu benzetmeyi her iki Türkiye vatandaşından biri desteklemektedir. Unutmayalım tarihte seçimle işbaşına gelen faşist ve nasyonal sosyalist partilerde iktidarda kaldıkları sürece ekonomik anlamda çok ilerlemeler sağlamıştır.