Olimpiyatlar ve UEFA Şampiyonlar Ligi

İkisi de kapitalist düzenin oyunları. Ama amaçları birbirinden farklı. Olimpiyatlar 4 yılda bir yapılan ve spor’da tüm branşları kapsayan 1 ay gibi uzun bir süre devam eden “şenlik” şeklinde düzenlenen oyun türü. UEFA Şampiyonlar Ligi ise her sene yapılan, tek bir spor dalını içine alan ve bütün bir sezon belli zaman aralıklarıyla devam eden bir müsabaka türü. Olimpiyatlarda devletler adına sporcular yarışıyor, altın madalya alan sporcunun ulusal marşı dinleniyor. Şampiyonlar Liginde ise UEFA’ya üye olan ülkelerin futbol takımları yarışıyor. Kazanan takıma en sonunda bir kupa veriliyor ama daha önce takımlara her tur geçme veya rakibini eleme karşılığında yüklü paralar veriliyor. Olimpiyatlarda ki sporcuların finansmanı büyük ölçüde her ülkenin kamu bütçesinden karşılanıyor. Buna mukabil Şampiyonlar Ligi’nin finansmanı televizyon, reklam gelirleri ile sponsorlar ve finansal kuruluşlar tarafından sağlanıyor. Örneğin bir futbolcunun transferinde finansal piyasalar devreye girebiliyor, futbol takımlarına yüklü miktarda krediler açabiliyorlar. Olimpiyatlarda yarışan oyuncuların büyük çoğunluğu amatör iken, UEFA Liginin oyuncuları profesyonel oluyor. Olimpiyatlardaki oyuncuların amacı altın madalya almak veyahut ilk üçe girmek iken, UEFA Ligi’ndeki oyuncuların arzusu yüksek rakamlı kontratlara imza atmak oluyor.
Dolayısıyla amatör sporcu için kazanmış olduğu başarı, ülkesi adına ve kendisi için bir mutluluk vesilesi olurken, UEFA Ligindeki bir oyuncu için bütün bunlar ikincil öneme sahip oluyor. Asıl önemi kulübünde almış olduğu astronomik ücretler ile takımda aldığı süreler oluyor. Çünkü oyuncunun takıma daha fazla katkı sağlaması onun daha sonra başka kulüplere yapacağı transferlerde alacağı ücretin yüksekliğini de etkiliyor. Olimpiyatların amacı ülkeler ve sporcular arası kardeşlik ve barış ortamını pekiştirmek iken UEFA Ligi’nde mücadele eden bir takımın amacı gelirlerini arttırmak oluyor. Aynı zamanda UEFA yönetimi de kulüplerin gelirlerini arttırmayı aynı derece de önem veriyor. Her ikisi de kapitalist düzenin oyunu olan iki oyundan sizler hangisini seçerdiniz? Ben olimpiyatları seçerdim.

1500 metre’de iki sporcumuz altın ve gümüş madalyalar aldılar. Türkiye olimpiyat tarihinde çok önemli bir başarıya imza attılar. Zira bizler dövüş sporları dışında diğer branşlarda hele hele atletizm’de bırakın başarılı olmayı, oyunlara katılmayı bile beceremiyorduk. Bizler yani Türkiye’de yaşayan televizyon izleyicileri dün ilk defa bu iki atletimizin varlığından haberdar olduk. Yine bizler spor olarak FB, GS vs.. ile yatıp kalkarken, bu iki atlet sabahtan akşama kadar ülkenin bir tarafında olimpiyatlara hazırlanıyorlarmış ve düne kadar haberimiz olmamış. Tekvando’daki başarılarımıza gelince işler daha da vahim, çünkü bu sporu bilenlerimiz oldukça az. Tekvandocular basından, televizyondan, sosyal medyadan kopuk bir ortamda, kendi yaptıkları spordan bile haberi olmayan insanlar arasında sabah akşam olimpiyatlara hazırlanmışlar. Dün İstanbul’a gelen Felipe Melo’ya Galatasaray kulübü 4 milyon Avro’ya yakın para öderken, bu atletler ve tekvandocular orta gelirli bir vatandaş maaşı ile geçiniyorlarmış. Tüm bu olumsuz koşullar altında bu kişileri olimpiyatlarda ilk iki kürsüye çıkartan neden herhalde yaptıkları sporu amatörce sevmek ve Türkiye adına yarışmak olsa gerek. İtalyan Juventus kulübünde oynayan kıtalararası Brezilya’lı Felipe Melo futbol oynar mıydı daha az paraya GS’da? Zannetmem çünkü Melo ve diğer profesyonel futbolcular futbolu spor için tutkuyla sevmek yerine daha fazla para kazanmak için sevmektedirler. Küresel Melo futbol topu tepmek için daha fazla parayı düşünürken, yerel Çakıralp 1500 metre koşmak için paradan daha çok başka şeylerinde düşlerini kurabilmektedir.

Bir kere daha olimpiyatlar bize ulusal sporların küresel şalalaya karşı üstünlüğünü göstermiştir. Bu ilk ana fikir. Şimdi de olimpiyatların eleştirisini yapalım. İlk olarak doping meselesi. Kapitalist düzende her ne şekilde olursa olsun kazanmanın tek şart olması, olimpiyatlarda da kendini doping olarak göstermektedir. Buna bir de küresel sermayenin gittikçe daha fazla olimpiyatları tehdit etmesi gelmektedir. Bolt gibi ikonları daha fazla parlatarak onları diğer madalyalı sporculardan ayrı tutmaktadırlar. Sırtlarından yüklüce paralar kazandıkları gibi onlara da yüklüce paralar kazandırmaktadırlar. Bir de tabii olimpiyatlarda ve milli maçları anlatan bazı spikerlerin ve izleyicilerin milliyetçi söylemlerinin çoğalarak artmasını da olumsuz örnekler arasında göstermeliyiz. Gerçi aynı söylem milli futbolda karşılaşmalarında, takım tutan taraftarlarda da vardır.

Kamu harcamalarını vatandaş denetler, ama finansal sermayeyi vatandaş denetleyemez. Denetlenemez bir gücün arkasında olduğu profesyonel futbol, kamunun kendi olanaklarına göre biçimlendirdiği amatör sporlara göre daha baskıcı ve şiddet yanlısıdır.