Krizlerin toplum üzerinde neden etkileri sınırlı? (IV)

Daha önceki yazılarda emekçinin tüketim bakımından daha fazla finansal sermaye bağlandığını söylemiştik. Bu sözümüzü de bankaların alt gelir gruplarına yönelik daha fazla kredi açmalarını sebep göstermiştik. Bu durum emekçinin daha fazla finansal sermayenin güdümüne girmesini ve borçlarını ödeyebilmesi içinde üretim sermayesinin her türlü esnek iş koşullarını kabullenmek zorunda kaldığını belirtmiştik. Bugünkü yazımızda iki şeye daha bakacağız. İlk inceleyeceğimiz yine TBB (Türkiye Bankalar Birliği) ve TUİK Hane halkları verilerinden yararlanarak gelir bakımından en alt %20’lik grupta yer alan hane halklarının 2006 ile 2010 yılları arası sosyal hizmetler harcamaları (eğitim ve sağlık) olacak. Toplam harcamalar içinde sosyal harcamalarının payı ne? Yükseliyor mu? Azalıyor mu? Bu ilk sorumuz olacak. İkinci sorumuz ise eğitim ve sağlık harcamaları olarak tam olarak ne kastediliyor ona bakacağız. Yani bu sosyal hizmetlerin alt gruplarına bakacağız. Böylece en fakirlerin örneğin eğitimde hangi tür eğitim hizmetlerini daha fazla kullandıklarını görmeye çalışacağız. Zaman içinde eğitim ve sağlık harcamalarının artışı olağan karşılayabiliriz belki. hane halklarının nominal gelirleri göreceli olarak arttığı için sosyal hizmet harcamaları da artabilir. Ama eğer en alt sınıfların sosyal hizmet harcamaları toplam harcamalarının üzerinde seyrediyorsa, bu demektir ki, en alt sınıflar “bedava” veya ”çok düşük bir fiyattan” alması gereken sosyal hizmetleri yüksek fiyattan kullanıyor olduklarını gösterir. Böyle bir sonuçta bulmaktayız zaten. O zaman bu sözlerimizi pekiştirmek için yani en alt grupların artan sosyal harcamalarını daha fazla krediler yoluyla karşıladığını anlatmak için TBB verilerinden yola çıkarak, kullanılan ihtiyaç kredilerinin artış oranına bakacağız. Yalnız hem ihtiyaç kredilerinin tanımının TBB’de eğitim ve sağlık harcamaları dışında dayanıklı ve yarı dayanıklı tüketim malları ile evlilik harcamalarını da kapsaması, hem de tüm hane halklarına yönelik olması bizim en alt gruplar itibariyle kısmi bir sonuca ulaşmamızı sağlayacaktır. Ama bize iyi kötü bir fikir verebilecektir.

İlk olarak en düşük gelirli %20’lik hane halkına baktığımızda 2006–2010 yılları arasında toplam tüketimlerinin cari olarak % 12,3 arttığını görüyoruz. Buna mukabil en fakirlerin eğitim harcamalarının yine aynı yıllar içerisinde %24,9 arttığını görüyoruz. Bu demektir ki, en fakirlerin incelenen yıllarda eğitime harcadıkları para, toplam harcamalarının tam iki katı. Fakirlerin eğitim gibi sosyal hizmeti daha fazla para ödeyerek yararlandığını görüyoruz. Sağlık harcamalarına baktığımızda sağlıktaki artışın toplam harcama artışı kadar olduğunu görmekteyiz. Fakat 2006–2010 yıllarına tek tek baktığımızda özellikle 2008–09 yılında sağlık harcamalarının düştüğünü ve 2010 yılında ise 2009 yılına göre tam 1,7 kat artarak 2006 yılının harcama miktarını geçtiğini görüyoruz. Bu demektir ki, alt sınıflar kriz döneminde eğitimden çok sağlık harcamalarından feragat etmişlerdir. Son olarak sağlık harcamaları içinde eğitim için söylediğimiz benzer tespitleri tekrar edebiliriz. Fakirler her iki sosyal hizmeti de daha fazla para ödeyerek elde etmişlerdir. Bu durumu aslında kısmen de olsa 2005 ile 2010 yılları arası kredilerden de görebiliriz. Bu yıllarda miktar olarak en fazla kredi artışı %31 ile eğitim ve sağlığı da içine alan ihtiyaç kredilerinde gözüküyor. Aynı yıllarda toplam krediler %21 artış göstermiş. İhtiyaç kredileri taşıt ve konut kredilerinin çok üzerinde artmış. Demek ki, hem alt sınıfların eğitim harcamaları toplam harcamalarından fazla artmış, hem de tüm hane halklarının ihtiyaç kredileri toplam kredilerden daha fazla artmış. Yine en fakir hane halklarının eğitim harcamalarının alt gruplarına baktığımızda şöyle ilginç sonuçlar bulmaktayız. Daha evvel söyledik eğitim harcamaları artışı toplam harcamaların 2 katı kadar artmaktadır. Peki, tam olarak hangi eğitim biçiminde yoğunlaşma vardır? Başka bir şekilde ifade etmemiz gerekirse fakirler hangi eğitimi daha fazla satın almaktadır? Yine 2006 ve 2010 yılları arasına baktığımızda en az gelire sahip olan %20’lik hane halkları en fazla üniversite eğitimi, üniversite öncesi eğitimi ve MEB’na bağlı olmayan eğitimleri satın almaktadır. Öyle ki bu üç eğitimin tüketim artış oranı toplam eğitim harcamaları artış oranının 1,5 mislisidir. Bu şu demektir. Fakirlerin bütçesinden daha fazla pay gittikçe daha fazla özelleşen üniversitelere gitmektedir. Tabii ki pay olarak çok düşüktür. Fakirin sınıfsal konumu nedeniyle eğitimini uzatabilme, üniversitede okuyabilme olanağı zaten yoktur. Ama TUİK verileri yine de yüksek eğitimi deneyenlerin daha fazla paralarla ancak okuyabileceklerini ortaya koymaktadır. Ayrıca üniversiteden öncede üniversiteye hazırlık kurslarına da para vermeleri gerekir. Bu son harcama biçimi artışı da toplam eğitim harcama artışının 1,5 katıdır. Son olarak daha çok kuran kursları ve buna benzer tanımlanmamış eğitim harcamaları fakirlerin en fazla rağbet ettikleri eğitim biçimi olmaktadır. O kadar ki fakirlerde bu düzeyi belirlenmeyen eğitim hizmetlerinden yararlanmanın toplam hizmetlerin içindeki payı %9,4’den %14’e kadar çıkmıştır. Buna mukabil geliri en düşük hane halklarının eğitim hizmetleri içinden en fazla orta öğretim sonrası üniversite öncesi eğitime harcama yapmaktadırlar.

Sonuç olarak temel hizmetlerini parayla hatta borçlanarak sağlayanların zamanla daha fazla sermaye piyasalarına bağımlı yaşayacağını söylemiştik. Bu sözümüze belki bu yazıda bir şey daha ekleyebiliriz o da en fakirlerin üniversite öncesi eğitime ve tanımlanmamış eğitim hizmetlerine en fazla harcamada bulunması, fakirin umut aradığını göstermektedir. Çünkü üniversite öncesi eğitim üniversiteye hazırlamaktadır, bir geçiş eğitimidir, tanımlanmamış eğitimler ise mesela bağımsız kuran kursları, tekkeler vs… buna dâhil olabilir, onlarda bir umut eğitimidir. Normal iş piyasalarına yönelik değildir, ahbap, çavuş ilişkisi olarak adandırabileceğimiz kliantelist ilişkilere yöneliktir. O zaman sosyal hizmetlerin paralı hale geldiği durumlarda bu hizmetleri özeller bir şekilde verecektir. İşte bu durum fakirleri hem bu paralı umut eğitimlerinden yararlanmak için daha fazla finans sermayesinin kucağına itecek hem de karşılığında aldığı sosyal hizmetler “kötü”, “paralı” ve “karşılıklı ilişkiye” dayalı olacaktır. Eğitim ve sağlıkta fakirlerin daha fazla para ödemeleri onları kendi sorunlarına daha çok yabancılaştıracaktır. Daha fazla özelleşen sosyal hizmetler beraberinde daha fazla adam kayırmacı, klientelist sosyal ağların gelişmesine ve vatandaşların bu bölgesel, dini, siyasi çıkar birliğine dayalı ağlara daha fazla dâhil olmasına neden olacaktır.