Korkular

Bu yazıda AKP iktidarının devam eden Gezi olaylarından duyduğu korkunun ne olduğunu ve neye dayandığını anlatmaya çalışacağız. Bir kere şu son on yılda hiç bir toplumsal hareket AKP iktidarını bu kadar sarsmamıştır. Başbakan’dan tutun bakanlar, İstanbul Valisi ve hatta Ankara Belediye Başkanı bile dâhil olmak üzere herkes bu hali hazırda devam eden meseleyi her gün konuşur olmuşlardır. AKP’nin sıkıştığı zamanlarda yaptığı üzere yine savunmaya çekilip, bir muhalefet partisi gibi davranıp ulusal-uluslar arası komplolardan bahsediyor olmuştur. Başbakanın çok sert olan üslubu katlanarak devam etmiş olmasına rağmen Gezi parkının AVM olması meselesi “şimdilik” buzdolabına konulmuştur. Bütün bu olan bitenler hükümetin Gezi parkı olaylarından bir hayli olumsuz etkilendiğini göstermektedir. Her şeyden önce Başbakanın Gezi’dekileri kötülemek için sarf ettiği “çapulcu” kelimesi AKP’ye muhalif hemen hemen herkesin benimsediği bir sıfat olmuştur. Artık hükümetin karşısında tam olarak ne olduğunu bilemedikleri adı “çapulcu” olan amorf bir yapı vardır. Bu kaygan bir yapıdır nereden tutsanız ucuna ulaşılamamaktadır. Sebebi ise bu yapının içinde örgütlü, örgütsüz birçok insanın yer almasıdır. Şimdi bu yapıyla mücadele etmek sanıldığı kadar kolay değildir, çünkü ortada mesela Kılıçdaroğlu örneğinde olduğu gibi suçlanacak tek “bir” insan yoktur. Karşılarında belli muhalif siyasal bir yapı olmadığı için bu durumda siyasal erk savunmaya çekilip kendisini uluslar arası komplolara kurban gittiğini iddia etmektedir. Gerçekten bir komplo var mı? sorusunu şimdilik kenara bırakıp, hükümetin komplo teorisine inancının ne kadar samimi olduğuna bakalım.

Bize göre aslında çok samimiler, bu komploya inanıyorlar ve bundan çok rahatsız oluyorlar. Yani bu sadece bir kuru yaygaranın çok ötesinde, gerçekten kendilerinin iktidarını devirecek şer odaklarının olduğunu düşünüyorlar ve buna inanıyorlar. İlk defa AKP iktidarının anti-demokratik yollarla sadece askerlerle devrilmeyeceğini aynı zamanda uluslar arası güçler tarafından da bunun mümkün olabileceğini görebiliyor. Bu düşüncesinde doğru ya da yanlış olabilir mesele şimdilik onu tartmak değil ama en azından siyasal erk böyle bir korku yaşıyor. Türkiye’de AKP ile beraber darbeler, anti-demokratik hareketler bitmiş olduğuna göre o zaman neden hala bir korku var? Tabii korkunun hat safhaya çıktığı evre Gezi olaylarını CNN’in naklen yayınlamasıydı. Bu hükümete sunulan bir askeri muhtıra etkisi yarattı. CNN’in yayınının bu kadar etkili olmasının sebeplerinin ise, bu kuruluşun bir ülkede muhalif güçlerini desteklemesiyle o ülkelerde (mesela Libya, Tunus, Mısır, Suriye, Irak vs… gibi) kanlı halk olaylarının başlaması arasında bir nedensellik bağının bulunuyor olmasıdır. Bunu gören AKP bu olaya çok içerledi ve ilk defa iktidarını sarsan dinamiklerin kendi bildik muhalefetinden değil tersine şimdiye kadar AKP’ye her türlü yardımı yapan dış dinamiklerden geldiğini düşündü. Tabii bunu iddia ederken bir “çapulcu” olarak Gezi olaylarını küçümsemek gibi hiçbir niyetimiz yok fakat hükümetin Gezi olaylarını algılaması anlamında örnek veriyorum. Tabii CNN’in yayınında bize göre asıl neden adını Başbakanın verdiği “çapulcuların” hareketinin AKP’lilerin tahminlerin üzerinde ulaştığı büyük boyutlardır.

Bunun yanında AKP’nin liberal ve solcularının bu konuya bakış açıları iki şekilde gerçekleşmiştir. İlki “bu bir halk hareketidir fakat ulusalcıları dışarıda bırakmamız gerekir” tarzı bir yaklaşımla, kendi tabansız siyasetlerine yakışır (gerçi tüm solun ortak sorunu tabanının yeterince geniş olmaması, ama hiç değilse sol sosyalistlerin bir örgütlenme çabası var) böl ve yönet mantığına yönelmişlerdir. Aslında söyledikleri AKP’nin Gezicileri, “çapulcular” ve “ağaç severler” olarak ayırmasıyla aynı mantığı taşımaktadır. Bir diğer kesim ise, bunlar AKP’nin liberalleri diyebileceğimiz kesim, bu kişilerde Gezi’ye çok mesafeli durmuşlar çünkü Gezi olayları ile Akil adamları önderliğinde devam eden Kürt barışı arasında bir paralellik bulmuşlardır. Kısacası Gezi olayları Kürt barışını istemeyen provokatör ulusalcıların çıkardıkları bir yaygaradan ibarettir. Peki, bu analizler doğru mu? Değil elbette. Çünkü Gezi’de sadece ulusalcılar yoktu, Kürtlerde vardı, sosyalistlerde vardı. Mesela geçen hafta sol liberal kanaat önderlerinin “mayıs ayında her şey iyi giderken haziranda birden her şey değişti, tam olarak ne oldu? anlayamadık” türü analizleri aslında bu kesimin AKP ile beraber kavanozun içine tıktıkları ve kapağını kapatmakta zorlandıkları Kemalist, ulusalcı, sol sosyalist kesimi Türkiye’nin siyasi geleceğinden tamamen bertaraf etmiş olmalarıdır. Onun için liberal sol kesim mayıs ile haziran ayı arasında ne değişti sorusuna tam olarak cevap verememektedir. Yok olmasına izin verdiği kesimi iyi takip edememiştir. Ne değişti peki?

Bize göre AKP solunun sürekli olarak küçümsediği beyaz Türk, İzmir halkı, Kemalist diye adlandırdıkları kesimin aslında Türkiye siyasal hayatında önemli bir ağırlığının olduğunu ısrarla görmezden gelmeleridir. Bu şablonun içine Cumhuriyet’in kazanımlarını kendilerine bir artı-değer olarak eklemiş olan sosyalistler de vardır. Hepsine birden “nasyonal sosyalist” dedikleri “aydınlanmacı, kamucu, anti-emperyalist, sol sosyalist kesimin Türkiye toplumunda pek bir ağırlıklarının olmadığını düşündüler. Neden mi? Çünkü bir taraftan hem kendileri gerçek solculuğun AKP’nin dümen suyunda siyaset anlayışına uygun olarak onun anayasasına evet demek olduğunu kitlelere anlatmakla uğraşırken, öbür tarafta da siyasal iktidar bu ulusalcı, sol kesimin bir bölüm siyasetçisini, yazarını, gazetecisini hapislere tıkarak fiilen siyaseten men etti. Daha önceki yazılarımızda defalarca tekrarladığımız gibi bu durum liberal solcuların çok işine geldi. Çünkü AKP, Türkiye solunu AKP karşıtı ulusalcılardan temizleyip AKP’nin demokrat olduğuna inanan AKP soluna alan açtı. Bu yeni siyasal alan hala devam etmektedir ve bu tabansız entelektüel hareketin AKP kuyrukçuluğu hep hüsranla bitmiştir tek ellerinde kalan umut Başbakan’ın atadığı Akil adamlı Kürt barış sürecinin başarıyla sona ermesidir. Bu barış sürecini desteklemek adına en azından kösteklememek için gelişmeleri bende herkes gibi bekliyorum. Elbette ki bu süreç Kürtlerin tümünü tatmin edecek bir çözüme ulaşırsa bunu başarısızlık olarak adlandırmam mümkün değildir, ama benim küçük fikrimi sorarsanız bu pek mümkün olmayacaktır. Tabii bu konu başka bir yazı konusudur ama değinmişken geçelim. Bir kere her gün her saat, her an, her dakika bir dediği bir dediğini tutmayan hükümetin bu konuda tutarlı bir politika izleyeceğini ben şahsen inanmıyorum. Dolayısıyla son tahlilde kendilerinin çok sevdiği seçim sandığını Kürt barışına feda etmeleri zor olacaktır. Fakat umarım tersi gerçekleşir ve tüm Kürtler ve Türkler barış içinde yaşayacak bir çözüme bu hükümet ulaşır. Onun için önlerinde zor bir süreçleri var. Herkes gibi izliyoruz. Bu parantezi burada kapattıktan sonra konumuza tekrar geldiğimizde askeri vesayetin kalkmasına rağmen Türkiye demokrasisinde korkular bitmemiştir.

CNN’in Gezi olaylarını haber yapması bugünkü iktidarı korkutmaktadır. Irak’ta, Mısır’da, Suriye’de olan bitenler bana da mı olacak korkusudur bu. Üstelik yukarıda bahsedilen ülkelerin iktidar sahipleri sadece koltuklarından değil aynı zamanda canlarından da olmaktadır. Artık Türkiye’de Menderes’i asan 27 Mayıs’çılar yoktur ama Saddam’ı, Kaddafi’yi öldüren emperyalist güçler her zaman olduğu gibi yine varlar. Belki bugün geçmişe oranla daha fazla bireysel haklara saygılı bir düzen kurmak istemektedirler. Fakat o düzeni uygulamak için yapılan baskılar aynıdır ve aranan amaç uluslar arası sermayenin mümkün mertebe gelişmesini sağlamaktır. O zaman siyasal meşru bir iktidarın kaderini sadece anti-demokratik iç dinamikler değil ama dış faktörlerde etkileyebiliyor. Aslında ikisi bir. Bugün AKP emperyalizmden korkuyor. Oysa şimdiye kadar AKP emperyalizmi taşeronluğunu yapmıştı.

Biz biliyoruz ki, AKP her konuda aynı gün içerisinde birbiriyle tutarsız birçok farklı fikir üretebiliyor, dün söylediğini ertesi gün yalanlıyor. Belki yalanladığını özel konuşmalarda bir kez daha yalanlıyordur. Fakat hiçbir ilkeye dayanmayan tamamen el yordamıyla hareket eden ve sadece kendisine “demokrat” olan bir hükümet var karşımızda. Bu önemli bir siyasal veri. Bu durumda AKP’ye güvenip onunla anayasa görüşmelerine başlanması, Kürt meselesinin konuşulması nasıl olur bilemiyorum. Tahminime göre siyasal erk’in iki yaklaşımı var. Birincisi kamuoyundaki astığım astık, kestiğim kestik tutumu, ikincisi de bire bir görüşmelerdeki uzlaşmacı, anlayışlı, mistik Mevlanacı duruşu. Bence bu ikincisi örgütlenmelerini güçlendirmek adına takındıkları bir siyaset yapma biçimi. Teke tek sadece tek başınıza onu dinliyorsunuz. O da kapalı kapılar ardından sizi dinliyor. Sizin onu eleştirebileceğinizden o sizi etkileyebilecek daha fazla güce sahip. Herhalde AKP ile sıkı fıkı ilişkileri olan liberaller ve sol liberallerin tav oldukları nokta bu oluyor. Bizler, yani dışarıdakiler bu durumdan habersiz oluyoruz. Onun için aslında AKP’nin ne kadar demokrat bir parti olduğunu bilemiyoruz. Her halükarda hem AKP’nin hem AKP solcularının “tu kaka”, “çapulcu”, “nazi”, “ayyaş”, “beyaz Türk”, “İzmirli” vs… dedikleri adamları ciddiye almaları lazım ve hükümetin Kürt, Türk tüm siyasi tutukluları serbest bırakan “genel af” yapması lazım. Önce serbest bırak ondan sonra ne söyleyeceksen söyle yine. Eli kolu bağlı adamlara bel altından vurmak kolay oluyor çünkü. Çapulcuları iyi analiz etmek lazım. Ben dâhil herkesin ezberini bozmuş durumdalar.