İşlevsiz liberalizm ve sosyal demokrasi

Yukarıdaki başlık biraz iddialı kaçabilir ama gerçekçi olmadığını iddia etmek oldukça güçtür. Zaten yazının amacı da günümüzde liberalizm ve sosyal demokrasinin işlevsizliğinin ne olduğunu anlatmak olacaktır. Bir kere Fransa’da Hollande ve Sosyalist Parti’nin iktidara geldikten sonra izledikleri ekonomi politika ve almakta oldukları sonuç sol adına tam bir hayal kırıklığı olmuştur. Sosyalistlerin iktidara geldikten beri Fransa’da artan işsizlik oranları çözümün sosyal soslu liberalizmde olamayacağını yeniden herkese göstermektedir. Fakat bu durum sadece bir tespit olmaktan öte, Fransa özelinden konuşmak gerekirse neo-liberalizmin sosyal demokrasinin işlevsiz halinden yararlanarak daha da güçlendiğini göstermek açısından önemlidir. Peki, neye karşı güçlenmektedir? Sosyal güvenliğe dayalı sosyal barışa karşı güçlenmektedir. Böylece sosyal güvenliğin, eşitliğin birer toplumsal ütopya olduğu fikrinin herkesin zihinlerine yerleşmesine vesile olmaktadır. Liberalizm çalışanların sosyal güvenliğine çare bulamamaktadır. Bu sadece merkez kapitalist ülkelerde değil, kapitalist çevre ülkelerde de aynı şekilde cereyan etmektedir. Tek farkı geçen yazıda bahsettiğimiz üzere küresel çevre ekonomilerinde merkeze nazaran emek verimliliği ile beraber istihdam’ın artmasıdır. Fakat her halükarda küresel ekonomiye dâhil olan ülkelerde sosyal demokrasinin ve liberalizmin yıllar hatta asırlarca çözemediği konu sosyal barış ve çalışanların sosyal güvenliği meselesidir. OİT verilerine göre dünyada hane halklarının %75’i sosyal güvenceden yoksun veya çok sınırlı şekilde sahip olarak yaşamaktadır. Oysa İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 22 ve 25’nci maddeleri sosyal güvenliğin insanlar için bir hak olduğunu söylüyor. Tüm bunlara rağmen küresel ekonomilerde fazla çalışmaya dayalı emek sömürüsü ve sigortasız çalışma biçimleri hızlıca artıyor. Bu gelişmelerden Türkiye ekonomisi de payını almaktadır.

Türkiye’de son 3 yıla baktığımızda sosyal barışın gittikçe daha fazla bozulduğunu görüyoruz. Özellikle siyasal iktidarın 12 Eylül rejimine set çektiğini iddia ettiği 12 Eylül 2010 Anayasa düzenlemesi ile başlayan yeni süreçte, Türkiye’de sosyal hakların daha da tırpanlandığı görülmektedir. Bir çok kriter vardır elbet sosyal barışı ölçmede. Biz bu yazıda sadece çalışanların çalıştıkları sürelere ve sosyal güvenliğe kayıtlı olup olmadıklarına bakacağız. TUİK işgücü internet sitesi verilerinden yararlanarak çalışma sürelerini üçe indirdik. İlki 49 saatten fazla çalışanlar. Bu kesim, haftalık yasal ortalama çalışma süresinin üzerinde çalışanları kapsıyor. İkincisi 35 saat ve altı çalışanlar. Bu kesim yarı-zamanlı çalışanları kapsamaktadır. Son olarak da, geri kalan ve haftalık yasal çalışma süreleri içerisinde çalışanlar. Bu üç gruba baktığımızda 2012 yılı itibariyle yasal sürelerde çalışanlar toplam çalışanların üçte birini oluşturmaktadır. Yani başka bir değişle Türkiye’de çalışan üç kişiden ikisi ya resmi çalışma sürelerinin üzerinde çalışmaktadır ya da yarı zamanlı çalışmaktadır. Bu grubun içinde fazla çalışanların oranı, yarı-zamanlı çalışanların yine üçte ikisini oluşturmaktadır. 2010 yılından bu yana seyrine baktığımızda fazla çalışanlar toplam çalışanlar içindeki payı son üç sene de %42,1’den %43’e çıkmıştır.

Bu işin bir yönü. Diğer yönüne baktığımızda 2012 senesi için yarı-zamanlı çalışanlar içerisinde kayıtsız çalışanların oranı %73’tür. Yani başka bir değişle yarı-zamanlı çalışan her dört kişiden üçü sigortasız ve kayıtsız çalışmaktadır. Bunlar toplam istihdamın %15’ine tekabül eden yaklaşık 4 milyon insanı kapsamaktadır. Bu durum 2010 yılına göre (%68) 5 puan artmıştır. Yasal sürelerin üzerinde çalışanların içindeki kayıtsız olanların payına baktığımızda 2012 yılı için %37 rakamına ulaşırız. Bu rakam ne ifade etmektedir? Bu %37’ye dâhil olan insanlar hem resmi çalışma sürelerinin üzerinde hem de kayıtsız, sosyal güvencesiz çalışmaktadır. Emek sömürüsünün en yoğun olduğu bölgedir. Bu kesimde 2012 yılı için yer alanların sayısı yine 4 milyon çıkmaktadır ve toplam çalışanlara oranı da %15’dir. Bu anlamda çalışanların %30’una tekabül eden yaklaşık 8 milyon kişi hem sigortasız, kayıtsız çalışmaktadır hem de ya yarı-zamanlı ya da fazla çalışmaktadır. Bugün Türkiye ekonomisinin son dönem büyüme rakamlarına bakarak iyiye gittiğine hükmeden liberal solcular liberalizmi değil neo-liberalizmin dilini benimsemektedir. Bu tür düşüncenin geleceği yoktur. Çünkü gittikçe azalan sosyal haklar çalışanlara hiçbir umut ışığı vermemektedir. Dolayısıyla gelecekte sürdürülebilir değildir.

Tablo 1: Toplam istihdam ve kayıtsız istihdam

Türkiye’de son 5 yılda TUİK verilerine göre toplam çalışan sayısı 22 milyondan 24 milyon 800 bin’e çıkarken, buna mukabil hiçbir sigortası olmayıp da yarı-zamanlı ve resmi haftalık çalışma süresinin üzerinde çalışanların sayısı da (bkz: Tabloya “Tkayıtsız”) 7 milyon 118 bin’den, 7 milyon 770 bin’e çıktığını görmekteyiz. Bu son rakamlar hiçbir insanın kabul edemeyeceği ağır çalışma koşullarında çabalayan emekçilerin sayılarıdır. Çalışanların %30’na tekabül eden bu kesim a-tipik çalışma koşullarına sahip olup da sigortasız olanları temsil etmektedir. Başka bir değişle hiçbir sosyal güvencesi olmadan çalışan bu %30’un bazıları yarı-zamanlı ve sürekli olmayan işlerle boğuşurken bazıları da daha fazla süreyle hiçbir ücret karşılığı olmadan patrona çalışmaktadır.

Asırlarca liberal ve sosyal demokratların (30 yıllık sosyal refah devleti dönemi hariç) kayıt dışı çalışanlara, fazla çalışanlara, yarı-zamanlı çalışanlara yönelik doğru bir politika izlediklerini göremedik. Ama 2000’li yıllara kadarda hep bir yalandan da olsa bir arayış içinde olduklarını biliyorduk. Ama artık anlıyoruz ki onlarda neo-liberalizme teslim olmuş durumdalar. Sosyalist seçenekleri olmadığından ve olamayacağından kendilerine göre en optimal yolda ilerliyorlar. Özellikle Fransa ve bazı liberal solcular hayal kırıklığı yaratıyor.