Düzen dikiş tutmuyor (gözden geçirilmiş ikinci versiyonu)

Yunanistan krizi bir kez daha gösterdi ki egemenlik halkların değil sermayeninmiş. Papandreou hükümetinin IMF kararlarını referanduma götürmek istemesini beğenmeyip deviren mali sermaye ve AB troykası şimdi de genel seçim sonuçlarını beğenmiyor.

Onun için yunan halkının iki hafta önce krize tepki gösterip AB troykasının paralelinde siyaset yapan partilerin oy oranlarını yarı yarıya düşürmesi IMF, AB ve batan Yunanistan’ı satın almak için bekleyen tüm finansal kuruluşları hayal kırıklığını uğrattı. Önce iç siyasette yer alan bizde olduğu gibi iş birlikçilerine hükümet kurma çalışmalarını baltalattırdılar, Sonra da iki hafta sonraki yeniden yapılacak olan genel seçimleri beklemeye geçtiler.

IMF ve AB troykasının Yunan halkından beklentisi kendilerinin önerdiği acı reçeteyi kabul edecek siyasal partileri hükümet yapmaları. Yukarıdaki gelişmeleri nasıl okumalıyız? Gerçi söylemek istediğimizi en baştan söyledik ama başka ne ekleyebiliriz?

Dünya’da küreselleşmenin ve liberalizmin gittikçe önem kazanması eşitsizliklerin daha fazla artmasına ve çalışan haklarının daha fazla çiğnenmesine neden oldu.

Samir Amin’e göre küreselleşme yeni bir emperyalizm olup sömürgeleşmenin yeni bir aşamasıdır.

Kapitalizmin emperyalist yayılmacı anlayışı 1492’de başladı ve bu gelişme dünya’da ülkelerin kendi kendilerini kontrol ve yeniden düzenleme mekanizmalarını zayıflattı. Buna mukabil bu gelişmeler sermayenin palazlanmasına ve düzenin korunmasına yarayan (DTÖ, İMF, BM gibi…) kurumların oluşmasına neden oldu. Buna bir de NATO’nun askeri gücü eklendi. O. Castel’e göre bu durum bir ultra-emperyalizmdir, yani kapitalizmin yeni bir yayılmacı dönemecidir.

Bu sürecin en temel özelliği en güçlünün hakkını korumaktır. Bu yeni aşama çatışma-işbirliği arasında gidip gelir. Bu sürecin bir yandan aktörleri Çok Uluslu Şirketlerdir, Devletlerdir, Kurumlardır ve Uluslararası Örgütler olurken öte yandan sürecin özelliği ise, deregülasyon yani düzensizliğin bir çeşit düzen olmasıdır.

Sistematik olarak rekabetçiliğe dayanır ve hem kuzey-güney ülkeler arası hem de ülke için sınıfsal eşitsizliklerin artmasına yol açar. Düzenlemenin olmaması rekabetçiliğin tek düzen olarak kalmasına neden olur ve bu sürece dâhil olmayanlar ise sistemden dışlanmış olurlar. Dünyadaki bazı ülkeler, bölgeler marjinal durumdadır. Küresel rekabetçiliğin amaçları arasında yeni piyasaların ele geçirilmesi, yeni ürünlerin ortaya çıkarılması, yeni patent haklarının elde edilmesi ve yeni sosyal, iktisadi, siyasi normların toplumlara empoze edilmesi vardır.

Wallerstein’a göre Fransız devrimi uluslararası modern düzenlemenin kültürüdür. Fakat 1968 dünya devrimiyle beraber etkisini yitirmiştir. Fakat ondan evvel 1789 Fransız devrimi dünya sistemine iki yenilik getirmiştir. İlki siyasi yönetimin değişmesinin sıradanlığını ve normalleşmesini sağlamıştır, ikincisi de halk egemenliğini siyasal düzende en ön plana çıkartmıştır. Fakat bu iki norm bugünkü küresel sistemde gittikçe önemini yitirmiştir ve adeta işlevsiz hale gelmiştir.
***

İşte yukarıda örneğini verdiğimiz Yunanistan krizinde halk egemenliğinin mali piyasalar karşısında etkilerinin bir hiç olduğunu görmekteyiz. Bu dünya sisteminin yeni yapılanmasında yayılmacılık ve küreselleşmecilik ön planda yer almaktadır. Bu durum ise hem demokrasinin eski önemini, uluslararası sermayenin kısa vadeli çıkarları lehine azaltmakta, hem de çalışanların hak ve hukuklarının gittikçe daha fazla törpülenmesine neden olmaktadır. Wallerstein’a göre günümüzün vatandaşları sadece oy verip çevresiyle uzlaşı içinde yaşayan görev insanları olmuşlardır. Bu durum onların çalışma hakları üzerinde en ufak bir olumlu etki yaratmadığı gibi uzlaşıya dönük olmaları onların gittikçe daha fazla kendi ve başkalarının emek sömürüsüne duyarsız kalmalarına yol açmaktadır.
***

19’ncu yüzyıl liberalizminin siyasi projesinde sisteme tehlike arz edecek olan sınıfların ehlileştirilmesi projesi vardır. Bunun içinde 1789’un liberal kanadı üç şey önerdi: İlki, seçimler, ikincisi koruyucu devlet, üçüncüsü ulusal kimlik. Tehlikeli sınıfların sloganları olan, “insan hakları, demokrasi ve özgürlük” şiarı bu yeni sürecin temel taşlarıydı ve bu durum işçilerin sistem ile daha fazla bütünleşmesini bir çeşit ehlileşmesine neden oluyordu.

Oysa günümüzde sistem yukarıdaki talepleri göz önünde bulundurmamaktadır. Tersine günümüz emperyalizminin temel amacı ülkeleri ehlileştirmek ve medeniyet adına ülkeleri zapt etmektir. Bunun iktisadi iz düşümleri Washington ve Post Washington mutabakatlarında yer almaktadır. Bu uzlaşılar çevre ülkelerin iktisadi politikalarını ulusal ve uluslararası sermayenin yeni çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlemektedir. Siyasal izdüşümlerine baktığımızda ise emperyalist savaşlar, ölümler, cinayetler 21 yüzyıl dünyasında tüm çıplaklığıyla ortada durmaktadır. Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de, Suriye’de, Libya’da, Yugoslavya’da yaşananlar ve yaşanmakta olanlar bize yeni siyasal düzen hakkında bilgi vermektedir.
***

Son olarak Milton Freidman’ın kötü bir Türkçe tercüme ile Plato yayınlarından çıkmış olan "Kapitalizm ve Özgürlük" adlı kitabından bir örnek vererek yazımızı bitirelim. Friedman’ın 1962 yılında konferanslarındaki konuşmalarından derlenmiş olan kitap 2011 yılında Türkçe’ye çevrilmiş. Yazar ABD’de birkaç baskı yapmış olan kitabın 2002 baskısı için yazdığı önsözünde uzun seneler sonra tekrar kitabı okuduğunda her yazdığına katıldığını söylüyor ama sadece bir konuda yanıldığından bahsediyor.

Ona göre asıl metinde siyasal özgürlük ve ekonomik özgürlük diye yapmış olduğu ayrımı, günümüzde siyasal özgürlük, ekonomik özgürlük ve sivil özgürlük diye üçe ayırabileceğini söylüyor. Friedman’ın bu sözleri şöyle değerlendirebiliriz. Bir tespit ile başlamamız gerekirse sosyalist ülkeler sonrası oluşan yeni dünya düzeninde sosyal devletçiliğin gittikçe zayıflaması bireyciliği gelişmesine neden oluyor. Dolayısıyla sosyal devletin olmazsa olmaz koşulu olan emekçilerin demokratik, sosyal hak ve taleplerin zayıflaması bir diğer özgürlükle karşılanmak isteniyor o da Friedman’ın kitabından bahsetmiş olduğu sivil özgürlülüktür.

Yani her türlü ulusal kontrolden muaf olan “özgür çocukların”, uluslararası sermaye yanlısı STK’ların, bizzat mali sermayenin ve ondan nemalananların dolaşım yatırım özgürlüğünden söz edilmektedir. Bu yeni tür özgürlüğün siyasal izdüşümü ise folklorik, kültürel, yerel özgürlüklerdir. Ama sonuçta ulus devlete ve 1789 Fransız ihtilalı geleneğine darbe vuran, yerine sermaye kontrolünde otoriter bir toplumsal uzlaşıya zorlanmış sosyal sınıfların yeni demokratik yapılanmasından bahsedilmektedir.