Denetlenemeyen Demokrasi

Burjuva demokrasisinden söz ettiğimizde karşılıklı denetim ve şeffaflık olmak zorundadır. Liberallere göre piyasa ile demokrasi özleştirilebilir onun için piyasa kuralları sadece iktisadi ilişkilerde geçerli olmaması, aynı zamanda siyaseti de belirlemesi gerekmektedir. O zaman siyaset piyasası da tıpkı iktisadi piyasalar gibi şeffaf olmalı ve siyasi arz ve talep arasındaki iletişimin de tam ve eksiksiz olarak sağlanması gerekir. Ama aslında öyle değildir. Ekonomik açıdan arz ve talep arasında iletişim eksikliği, yanlış bilgilendirme, şirketlerin çalışanlar tarafından denetlenememesi, iktisadi ve finansal kuraların tartışılmaz toplum kuralları olarak zorla benimsetilmesi, piyasanın arzu edilen şeffaflıktan uzaklaştığını göstermektedir. Siyaset piyasası da ondan farklı değildir. Özellikle Türkiye gibi küresel ekonomiye dâhil olmuş olan ülkelerin siyaset piyasası, neo-liberal politikaları sorgulayan siyasete kapalı olmaktadır. Onun için bugünkü CHP’nin liberallerden fırça yemesinin asıl nedeni, neo-liberal politikaları tam ve eksiksiz olarak savunamamasından kaynaklanmaktadır. Bu durum bugünkü demokrasinin ve piyasa anlayışının geçmişe nazaran daha siyasetten bağımsız ve o kadar da denetlenemez olduğunu gösterir. Liberallerin bu konuyu mesele yapıp anlatacağı yerde tersine sistemi daha da otoriter hale dönüştürmek, tek bir fikri tek doğru olarak topluma sunmak istemektedirler. O zaman piyasa ekonomisini ve piyasa demokrasisini Türkiye’nin temel siyasi ve ekonomik yapıları olarak kabul edip savunuyorsak eğer, bu yapının eksik işlediğini de göstermek zorundayız.

Eksiklikler nedir? İlk olarak küreselleşmeyi eleştiren siyasal akımların, piyasa karşıtı kamucu siyasal partilerin, Vaşington, AKP ve Pensilvanya önderliğinde yeniden yapılandırılan yeni siyaset sahnesinde kendisine çok zor yer bulabilmektedir. Bu durum Türkiye’nin yıllarca hatta asırlarca siyaset sahnesinde yer almış siyasi fikirlerin marjinalleşmesine neden olmaktadır. Bu gelişmede sadece yukarıda bahsedilen aktörlerin rolü yoktur aynı zamanda onlarla çıkar bağı olan yazar ve çizerlerin (veya çıkar bağı olmayıp da yukarıdaki yasaklamaları samimi olarak doğru bulanların) yazılı ve görsel basın yoluyla destek mesajları atmalarının da payı vardır. Kısacası çoğunluğu liberal olan yazarların görevleri piyasa karşıtı kamucu siyasi akımların eski ve demode kaldığını sürekli topluma anlatırlar. Bu bir bilgidir ve bu yazıların adrese ulaşabilmesi içinde toplumun büyük çoğunluğuna ulaşması gerekir. O zaman iletişim bedava olmayıp parayla olduğuna göre, bu bilgilerin siyaset piyasasına ulaşması için sermaye lazım gelir. Oysa bizim bildiğimiz iletişimin tam ve eksiksiz işletebilmek piyasası ekonomisinin temel işlevidir ve bunun içinde o bilginin herkese bedava ulaşması gerekir. Büyük sermaye grupları, büyük medya grupları bu görüşlere gönülden bağlı olduklarından, bu yazar ve çizerler oralarda yapılanacaklar böylece anti-sosyal, anti-kamucu propaganda toplumda tam ve eksiksiz uygulanacaktır. Bu gelişmeyi bugünkü demokrasisi kapsamında değerlendirildiğinde tamamen legaldir. Buna mukabil karşıt görüş, yani sosyalist, anti-emperyalist, cumhuriyetçi, emekten yana her türlü bilgi ve bugünkü iktidara muhalif düşünceler engellenmektedir. Bu siyasi görüşlerin arkalarında büyük sermaye olmadığından toplumu kendi görüşleri doğrultusunda bilgilendirme görevleri de kısıtlı kalmaktadır. Üstelik bir de bu fikirlerin siyasetten zorla men edildiğini görmekteyiz. Örneğin Ergenekon davasından yıllarca tutuklu olanların ortak özellikleri hem AKP karşıtı olmaları hem de günümüz neo-liberal politikaları ve küreselleşmeyi eleştirmeleridir. O zaman daha önce ki yazılarımızda sorduğumuz üzere hangi demokrasiden bahsetmekteyiz? Yasaklı demokrasiden söz ediyoruz. Bu durum gördüğümüz kadarıyla liberallerin hiç umurunda değildir. Bunları yazarken insanın aklına 12 Eylül’ün yasaklı siyasi partileri ile yasaklı liderleri gelmektedir. Hatırlayalım, o zamanlar cuntacıların aldığı yasak kararlarını alkışlayanlar arasında büyük sermaye grupları ve şimdinin demokrat liberal yazarları vardır. O zaman ki yeni siyasette emek düşmanı, sol düşmanı ANAP, birçok demokrat tarafından göklere çıkarılmıştır. Yine bu liberal demokrat yazarlar, liderlerin yasaklı kalmasından yarar olduğunu çünkü bu kişilerin ve CHP, AP gibi partilerinin eski ve demode kaldıklarını büyük medya gruplarını arkalarına alarak topluma yaymayı görev edinmişlerdir. O günkü yıllarla bugünkü yılları karşılaştırdığımızda siyasi erk’e yakın durup nemalanmaya çalışan liberaller bakımından bir değişiklik yoktur. Aynı kişiler bugünde aynı şeyleri söylemektedirler. Bugün hâlihazırda askeri vesayeti kendine sorun yapanların o zamanlar askerin himayesi altında ANAP ile kucaklaşmış bütünleşmiş ve onun dışındaki tüm partileri demode ilan etmeyi kendilerine görev edinmişlerdir. Aynı süreç yine işlemektedir. Yalnız bir farkla: o günler 12 Eylül gölgesi altındaydı, bugünler ise demokratik AKP gölgesi altındadır. Her neyse, bütün bunlar olabilir diyelim ve herkesi kendi yaptığıyla baş başa bırakalım ama liberallerin bu tarz siyaset anlayışı Türkiye’de çatışmaların sürekli hale gelmesine de neden olmaktadır. Hani o ok sık kullanılan “istikrar” kelimesi, tek taraflı demokrasi anlayışları nedeniyle sürekli hale gelememektedir. Günümüz neo-liberal düzeninde amaç toplumsal çalkantıları bastırmaktır, sermayenin yaptıklarını sorgulatmamaktır. Aynı şekilde siyaset piyasası da öyledir. Ezber bozanların hangi ezberi bozduğunu bize sorgulatmamaktadır.