Demokrasi paketi sonrası

Yetmez ama evetçiler, kendilerine bu sıfatı verenlere “AKP’ye muhalefet etmeyi kendilerine görev edinmişler” diye eleştiriyorlar. Bu sözde bir doğruluk payı var mı? Elbette var, çünkü ben dâhil, kimse daha AKP’nin yapmış olduğu bir düzenlemeyi beğenemedik. Neden? Çünkü AKP’nin sorunu en başta tutarsızlığıdır. Söylediği ile uyguladığının bir olmamasıdır. Demokrasi paketinin çıktığı hemen ertesi günü Gezi olaylarının sorumlusu olarak gördüğü Çarşı’nın, Fenerbahçe’nin tribün liderlerini evlerine gidip gözaltına alıyor. Bugün öğreniyoruz ki, demokrasi paketinin yanına polis paketi sokulup, “polis’e eylem yapma olasılığı bulunanları, hâkim ve savcı talebi olmaksızın gözaltına alma yetkisi” veriyor. Kısacası polis, hükümetin milis kuvvetleri şeklinde çalışıyor. Bunun adı demokrasi değil faşizmdir. Hükümete karşı eyleme geçecek olanları tespit edip gözaltına alma yetkisini polise vermenin başka bir açıklaması olur mu? Bu hukuk sisteminin de aynı zamanda iflasıdır. Hükümetin polisi artık kimseye göz açtırmayacaktır. Özerk üniversitelere silahlı polisi sokmanın nasıl Türkiye’nin daha fazla demokratikleşmesiyle bir ilişkisi olabilir? Hükümetin üniversitelere müdahale hazırlığı içinde olduğunu, bu konuda çalıştığını basından takip ediyoruz. Gezi olaylarına karışmış öğretmenlere, öğretim üyelerine soruşturmalar açıldığını, baskılar yapıldığını öğreniyoruz. Bunlar ne demokrasi ile ne de paketi ile bağdaşıyor. AKP’nin şimdiye kadar her alanda söyledikleriyle yaptıkları hiçbir zaman birbirini tutmamıştır. Amaç zaten Başbakanın dünkü konuşmasında açıkça bellidir. Adana gezisinde ne diyor Başbakan? “Bal bal demekle ağız tatlanmaz, balı yersen ağız tatlanır” diyor. Bu sözler AKP’nin siyaset ilkelerini de ortaya koyuyor. Yani kendisine yakın olanların ağzına bal çalmak. Mesela koskoca demokrasi paketinde Kürtlere hak olarak çıka çıka BDP’ye hazine yardımı çıkıyor. Ağızlara bal çalmak bu olsa gerek. Bu içeriği tamamen boş ve işlevsiz paketi kendi ağızlarına bal olarak algılayan “yetmez ama evetçiler” yine meydanlara çıktılar. Ne oldu o Abant toplantılarına? Ulvi, uhrevi demokrasi konuşmalarına? Kardeşlik yakınlaşmalarına? Kıtalar arası uzun eğitim ve moral gezilerine? Daha önceki yazılarımda değinmiştim. Torbadan Ruhban Okulu çıksın şimdiki ilkesiz liboş-sol (ilkeli liberalleri tenzih ederim) birlikteliği hemen bozulur diye. Ama yanılmışım. O bile çıkmadı. Q, W, X çıktı. Ama ne olursa olsun her şeyi kabul etmeye hazır ve nazır bir “yetmez ama evet” kadrosu sabırla köşelerinde her daim beklerler. Bu onların sorunları tabii. Bu tür insanları (ki ideolojik farklılık da değildir, çünkü bu tür insan maalesef her yerde vardır) yaşamım buyunca hiçbir zaman anlamamışımdır. Hayatları ne kadar zor olsa gerek? Çünkü sadece kendi küçük çıkarları için bayağı bir mücadele veriyorlar. Her şey bir kaşık bal için yani. Oysa gel bize sana bir kavanoz bal verelim üstelik bedava ve karşılıksız. Ama kafa göz kırmadan, rekabet etmeden tadı olmuyor değil mi? Yazık!

Peki, bırakalım kerameti kendinden menkul AKP şakşakçılarını, hükümete bakalım ve onların hem bir yandan demokrasi paketi hazırlarken hem de neden faşizan otoriter yöntemlere meylettiklerini inceleyelim. Bir kere AKP hükümeti, birçok ulusalcının çok fazla ortalıkta dillendirmese de içten içe hoşlandığı bir siyaset izliyor. Çok yazıldı tekrar olacak ama o da Apo’nun özgürlüğünü pazarlık konusu yaparak ve de BDP ile PKK’yı karşı karşıya getirerek Kandili faka bastırmak politikası. Bu Kürtleri oyalama siyasetini hükümet gayet iyi uyguluyor. Ulusalcılarda bu durumdan çok memnunlar. Bunu Kürtler görmüyor mu? Görüyor elbette ama onlara hükümet, karşı çıkamayacakları iki dal uzatmış durumda. Birincisi Apo’yu serbest bırakma sözü (ne kadar geçerli bilinmez fakat öyle anlaşılıyor ki Apo buna inandırılmış durumda), ikincisi de AKP karşıtı herkesin her daim baskı altına alınma siyaseti. Kürtlerin büyük bir çoğunluğu haklı veya haksız, Silivri’de tutuklu bulunan bu siyasi gruplardan ve onların dışarıdaki yapılanmalarından, hatta tutuklanmalarının hatalı olduğunu söyleyenlerden dâhil hoşlanmıyor. Balyoz davası ile Silahlı Kuvvetlerin en üst rütbeli subayların hapse atılması da açıkça Kürtlerin işine geliyor. Orduyu kendileriyle savaşan güç olarak görüyor ama o alanı ona açan sağ siyasetçileri ve uluslararası odakları daha mazur görebiliyor. Onun için örneğin Ergenekon davasının göstermelik olduğunu savunanları kendine düşman olarak görebiliyor. Bunda tabii Taraf gazetesinin büyük emekleri vardır. AKP için bu durum doğal olarak, Türkiye’de barışı Kürtler ile sürdürürken diğerlerini daha rahat gözden çıkarma fırsatını doğuruyor. Fakat bu durum tamamen göstermeliktir. Çünkü AKP biliyor ki, Kürtlere açılarak kemikleşmiş İslamcı oylar dışındaki sağ oylarını bu şekilde kaybedebilir. Onun için Kürtlere yönelik demokrasi paketinin içinin boş olması bu milliyetçi-muhafazakâr, biraz da ulusalcı kesime hitap ediyor. Fakat bir yandan da Gezi olayları ile bütünleşmiş muhalefeti susturmaya yönelik faşizan uygulamaları devreye sokuyor. Kürtlerin büyükçe bir bölümü için “beyaz Türklere” karşı bu uygulamalar pek umurlarında olmasa gerek. Çünkü hükümet onları da Gezi olaylarının Kemalistler tarafından başlatıldığına inandırmış gibi. Bir de yetmez ama evetçilerin “beyaz Türk, Faşist İzmirli” çok mühim ve çok derin analizleri Kürtlerin belleklerini iyice formatlamış. Bunun için demokrasinin önünde engel olan Gezici beyaz Türk, İzmirli, Kemalist, sol-Kemalist, sol-sosyalist hatta liberal unsurların tasfiyesi, hem İslamcıların hem Kürtlerin işine geliyor. Kürtler ile Beyaz Türkler arasındaki bu gerginliği tırmandırmak hükümetin pek sevdiği konulardan biri. Buradan bir siyasi rant elde ediyor. İki tarafa da hem kendi seçmenine hem Kürtlere, “bakın ne kadar haklıyım bu adamlarla iş olmaz, kendilerini ve fikirlerini hapislerde tutmak en akıllıca çözüm” deme hakkını veriyor. Aynı zamanda Kürt meselesini sürüncemede tutup, PKK’yı geri çektirerek ulusalcıların gözünde de önem kazanıyor. Ama o alanda Gezi olayları nedeniyle tam başarı sağlamış değil. Bundan dolayı hükümetin en önem verdiği mesele Gezidir artık. Tüm bu faşizan uygulamalar Gezi’yi bastırıp önünde ayak bağı olan sorunu bir an evvel halletmek için.
Peki, bu politikalar tutar mı? Tutmaz tabii. Çünkü artık hükümetin karar vermesi gerek ve bazılarıyla helalleşmesi gerek. Bunu yapamıyor, çünkü oy kaygısı çok büyük. Dolayısıyla en büyük korkuları şu esnada muhalefete düşmektir. Biliyorlar ki AKP sürekli iktidarda kalamayacak. Büyük bir çoğunluğunu sudan sebeplerle hapislerde tuttuğu siyasi mahkûmları ilelebet orada tutamayacak. Verilen komik mahkûmiyet kararlarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde döneceğini anlıyorlar. O zaman artık kavşağa gelmiş durumdalar. Bundan sonra AKP ne yapacak? Nasıl herkesi oyalayacak? Onun için bu kabına sığmaz halleri, ardı ardına patlatılan içi boş demokrasi-memokrasi paketleri. AKP için büyük talihsizliktir o paketlerin içinin boş olması. İçini doldurabilirlerdi. Fakat oy kaygıları demokrasi kaygılarının çok üstünde.