Cezayir’den Mali’ye: medeni Fransızların korsanlık hikâyeleri

Geçen yazımızda bahsettiğimiz Gaston de Raousset-Boulbon adındaki maceracının Cezayir’deki Fransız kolonyalizminin Fransa’dan Cezayir’e yerleşmek üzere gelecek olan emekçiler lehine yeniden düzenlenmesi gerektiğini anlatan bir yazısından bahsetmiştik. Buradan yola çıkarak yukarıdaki yazarın bir flibustier olduğunu ve bu kelimenin Türkçede tam karşılığının da “özgür yağmacı” anlamına geldiğini öğrenmiştik. Yani kısacası bir korsan ile karşılaşmıştık. Tam bu yazıdan hemen sonra da Fransız orduları Mali’ye bir askeri operasyon düzenlediğini duyduk. Sol oylarıyla iş başına gelen sosyalist bir Cumhurbaşkanının tasarrufu olan bu sömürgeci anlayış, bize özgürlükçü demokrat Avrupa kültürünün, barışçıl Avrupa Birliği süreçlerinin havada asılı kalan ve kendini bile aydınlatmayan ampuller olduğunu tekrar gösterdi. Kamuculuğu, yurtseverliği modası geçmiş ulusalcılıkla suçlayan Fransız Sosyalist’lerinden Mali’deki olaylar karşısında en hafif tabiriyle bayağı bir milliyetçilik refleksi “fış” diye fışkırıverdi. Mali’ye yapılan askeri operasyonu, Fransa’daki sağ-sol çoğunluk desteklediğine göre sömürge zamanında Fransız askerlerinin Cezayirli yerli halka yapmış olan katliamlara bugün Fransızların ama özellikle Fransız liberallerinin ve liberal solcularının günah çıkarmalarını nasıl yorumlamalı acaba? Peki, Cezayir’de Al-Quaida militanlarının kaçırdıkları rehineleri öldürmelerine Fransa’dan hiç ses gelmemesini nasıl okumalıyız? Fransa korsanlığa geri mi dönüyor yoksa her zaman mı korsandı? Yazı bu minvalden hareketle 1798-1858 yılları arası yaşamış olan asker, diplomat, tarihçi Edmond Pellissier de Reynaud’nun 1847 yılında yazmış olduğu “Quelques mots sur la colonisation militaire en Algérie” (Cezayir’in sömürgeleşmesi üzerine birkaç söz) adlı yazısından bahsedecek. Bu yazılanlar o zamanki Fransızların Afrika’ya yaklaşımları ile bugünkü Mali’ye yapmış oldukları askeri saldırının arasında fikir bağlarını bulmaya çalışacağız. Yazının amacı yukarıdaki giriş yazısından da anlaşılacağı üzere iki asır boyunca Avrupa’da yaşanmış kültürel gelişmelere rağmen, hâlihazırdaki yerel demokratik hareketlerin ve küresel yapının merkezi ulus devlete karşı önem kazandığı iddiasına rağmen “emperyalizmin” ve “milliyetçiliğin” eskiden olduğu gibi hız kesmediğini göstermek olacaktır.

Pellissier de Reynaud yukarıda bahsedilen yazısında Fransızların Cezayir’i sömürgeleştirmesinin nedenleri üzerinde duruyor. Yazara göre sömürgenin Fransızlar için birçok önemi var: bunlardan ilki Fransa’nın Afrika’yı kontrol ederek siyasal güç tesis etmesidir. Bu milliyetçi söylem Tocqueville gibi önemli bir liberal düşünürde de mevcuttur. Yazar Cezayir üzerine mektuplarında bu bölgenin Fransızlar için stratejik açıdan büyük önem taşıdığından bahsedecektir. Hatta daha da ileri gidip bu bölgenin nasıl daha fazla zapturapt altına alınması gerektiği üzerinde fikirler üretecektir. Bu konuda daha fazla bilgi sahibi olmak isteyen okurlar soL haber portal’da daha evvel Tocqueville üzerine yazdığımız yazılara bakabilirler. Konumuza dönecek olursa eğer Pellissier’nin Akdeniz’de siyasal güç diye tanımladığı ilk olarak Hıristiyanlığın Müslümanlara karşı üstün konuma gelmesidir (s:4). Bununla beraber yerli halkın Fransa için emek gücü sağlayacak olması da siyasi üstünlüğünün iktisadi iz düşümü olacaktır (s:5). Yazar için Cezayir salt ekonomik nedenlerle sömürgeleştirilmemesi gerekir. Çünkü bu bölgelerde Latin Amerika bölgelerinde olduğu gibi zengin altın, gümüş madenleri yoktur. Salt ekonomik nedenden buraları yönetmek onun için akıl karı olmayacaktır. Üstelik buraların yönetimi için Fransız hazinesinden yüklüce miktarda finansman sağlanmaktadır. Fransa bunun karşılığını bu bölgeleri siyasal anlamda kontrol ederek ve bölgeyi ana karaya ilhak ederek sağlayacaktır (ss: 6-12). Pellissier (s:7) Fransızların Cezayir’i sömürgeleştirmesiyle Portekiz ve İspanyolların Latin Amerika’yı ilhak etmesini karşılaştırmaktadır. Ona göre bu Cezayir Latin Amerika’dan iki anlamda farklıdır. Birincisi olumludur, ötekisi daha olumsuzudur. Olumlu tarafı Cezayir’in sömürgeci devlete yakınlığıdır. Bu durum bu bölgeye gelmeleri gitmeleri kolaylaştıracaktır. Emek gücü göçü bakımından Latin Amerika’ya nazaran çok avantajları olacaktır. Ama buna mukabil ana karaya yakınlık buralarda koloni kurmanın zorluluklarını da beraberinde getirmektedir. Latin Amerika’ya giden Avrupalılar için orada hayat kurmaktan başka seçenekleri yoktur. Bunun nedeni mesafelerin çok uzak olmasındandır. Bu bakımdan Cezayir’in kolonileştirilmesi Fransa’ya yakınlık bakımdan daha zor olabilir. Çünkü geri dönüşler daha kolay olacağından Fransa’dan gelen kolonların bölgede sürekli ikamet etme arzuları daha zayıf olabilecektir. Daha evvel de belirtildiği üzere iki ülke arasında mesafelerin az olması ticaretin gelişmesine neden olacaktır. Aynı zamanda Afrika Avrupa için ucuz emek gücü demektir. Fakat Pellissier’nin Cezayir’in sömürgeleşmesine sadece ekonomik açıdan yaklaşmıyor hatta onu ikincil öneme itiyor. Yazara göre iki tür sömürgeleşme mevcut. Birincisi askeri ötekisi sivil. Sivil sömürgeleşme olarak İngilizlerin Hindistan’ının örnek veriyor ve bu tür sömürgeleşmenin tek gayesinin iktisadi çıkarların tesis edilmesidir diyor. Oysa askeri sömürgeleşmede asıl amacın askeri bir devlet kurmak olmamasına rağmen, bölgede güvenliğin tesisi için gerekli olduğunu düşünüyor. Barışı sağlamanın ön koşulu bölgede yerli halk üzerinde askeri baskıyı arttırmak olduğunu söylüyor. Fakat yazara göre asıl amaç bölgede Fransızların kontrolünde yeni bir siyasal düzenin tesisi edilmesidir. Bu kurulması düşünülen düzenden anladığımız, serbest ticaretin önünü açan mekanizmalar ile beraber kolonileşmeyi teşvik eden uygulamaları içeriyor. Fransa’dan gelen kolonların bölgede yaşamalarını kolaylaştıracak uygulamalar ile yerli halkın bu yeni düzene uyumunu sağlıyor. Pellissier’ye göre Fransız askerlerinin öncülüğünde Cezayir’de kurulacak bu yeni düzenin üç temel kuralı vardır: enerji (çalışma anlamında kullanılıyor), sadakat ve ahlak (s:11). Bölgede sağlanan askeri güç bu üçlü yapının bölgede sağlamakla görevli olacaktır. Bu üç kural Fransa’nın Cezayir’de kalıcı olmasını sağlayacaktır. Savaş için harcanan paraların mutlaka getirisi olması gerekir ve bu getiri orada “kalıcı” olmakla ancak mümkün olabilir. Yazar Cezayir’e gelen kolonları üç ayrı evrede düşünür. İlk evre Cezayir’e gelen kolonların mecburi askerlik hizmetleridir. Gelenler ilk üç yıl gerekli görülen sektörlerde kamu hizmeti yapacaklar ve üretimden kazandıklarını hiyerarşik düzen içinde kendi aralarında pay edeceklerdir. İkinci evre de kolonların askerlik sürelerinin bittiği evredir. Bundan sonra kolonların ailevi durumlarına göre onlara bir ev bir de bahçe verilecektir. Yalnız yine de kamu hizmeti kapsamında ortak üretime dahil olacaklar ama mülkiyetleri kendilerine ait bahçelerinde ürettikleri kendilerinin olacaktır. Bir üç yıl sonra da son evre yani tam özgürlük evresidir. Artık kolonun Fransız idaresine karşı hiçbir yükümlülüğü kalmamıştır. İstediği şekilde yaşayabilir. Görüldüğü üzere sadakat ve çalışma Cezayir’de kurulan yeni düzenin en önemli unsurlarıdır. Bunun için başka bir bölgeye gelen kolonların eğitilmesi gerekir. En sonunda da ahlaklı bir toplum yaratmak içinde evlilik müessesi çok önemlidir(s: 15). Bunun için evlilik ancak yukarıda bahsedilen kolonların ikinci evresinde mümkün olabilecektir. Yazara göre evlilik müessesi Fransızların Cezayir’i sömürgeleştirmesinde çok önemli bir kurumdur. Yazar evlilikten ve kadından bahsederken yerli Cezayirli kadınlardan söz etmemektedir. Genellikle Fransa’dan gelen kadınlardan söz eder.

Son olarak aynı yazarın 1836 yılında Annales Algériennes’de “Des principes qui doivent servir de base a notre établissement en Afrique” (Afrika’ya yerleşmemizi sağlayacak olan temel ilkeler) yayınlanan makalesinde yerlilerin nasıl Fransızlarla uyum sağlaması gerektiği üzerine düşünmektedir. Bu baskı ile mümkün olamayacaktır. Onun için iki milletin kendine göre farklı kültürleri olsa da tek çare kaynaşmaktır. Bunun önünde en önemli engel din meselesi gelmektedir. Bu meselenin önüne geçebilmek için iki tarafta karşı tarafın dini inanışlarına saygı göstermeli ve bu uzlaşı temelinde dostluklar oluşmalı, ilişkiler geliştirilmelidir. Yerli halkın uyumu elbette daha zor olacaktır. Çünkü temelde kendi ülkesi başkaları tarafından yönetilmektedir. Ama buna mukabil onlarda aynı Fransızların sahip olduğu haklardan yaralanmaktadır (ss: 440-442). Tabii bunun karşılığı Fransa’ya itaat ve Fransa’ya karşı dostane tutumları olacaktır. Tocqueville’de de gördüğümüz tavrı Pellissier’de aynen bulmaktayız. Aslında her ikisi de Cezayirlilerin Fransızlara sadece bağlı kalmamalarını fakat onların kurdukları serbestlik düzeninden yaralanmalarını istemektedir. Kısacası yerlilerin de düzenin işleyişinde sorumluluklar alması gerektiğini vurgulamaktadır. Aslında bu durum Abdel Kader önderliğinde Cezayirlilerin Fransızlara karşı ayaklanmasını zorbalıkla, vahşetle bastırdıktan sonra onlardan zorla kurulan bu yönetimi kabul etmeleri istenilmektedir. Medeni bir zorbalığın, yazının başlığına gelirsek eğer medeni bir korsanlığın hikayesidir. Bitmiş midir peki? Hayır bitmemiştir. Son Libya ve Mali olaylarında gördüğümüz üzere Fransızlar sömürgeci politikalarından hiç sapma göstermemişlerdir. Türkiye’nin Avrupa ve ABD’nin Orta doğu’daki çıkarlarına taşeronluk yaptığı bir dönemde salt Fransızları eleştirmek haksızlık olacaktır. Başta Neo-Osmanlı hülyalarını Arap dünyasında gerçekleştirme niyetinde olan AKP hükümetinin Şam’a gösterdiği sert tepkilerin sonucunda emperyalizmin maşası olmaktan öteye gidemeyeceğini söylemek gerekir.

Mali’de olanlar Fransız sosyalistlerinin dış politikada saldırganlık konusunda Erdoğan ile yarıştıklarıdır. Nazik Fransızların bu kaba tavrı kendi arka bahçelerine yeniden düzen vermek içindir. Fransız otoritesini yeniden eski sömürgelerine duyurmak içindir. Üstelik Mali’de çok önemli altın madenleri vardır. Bu madenleri İsviçre, İngiltere, Güney Afrika ülkelerine mensup Çok Uluslu Şirketler işletmektedir. Mali, İMF’nin uygulattığı istikrar politikaları çerçevesinde ihracata yönelik tarım yapmaya başlamış ve tarım üretiminin büyük bir bölümü pamuk ihracatına yönelik hale gelmiştir. Amaç dış piyasaların sanayilerinde kullanmak üzere daha fazla talep ettiği pamuk gibi, tarım ürünleri üretip döviz kazanmaktır. Artan dış borçların kapanması döviz getiren faaliyetlerin artmasıyla mümkün olacaktır. 15 milyon fakir nüfusun temel gıdasını bile tam olarak sağlayamadığı bir ülkede dışa dönük yapısal programları destekleyenler Merkez ülkelerin Mali’ye borç verenleridir. 2012 yılının başında halkın desteklediği bir darbe sonucunda Fransızların baskısıyla Mali, ekonomik ablukaya alınmış, darbeciler yerlerini Fransızların seçtiği bir yönetime bırakmış, o hengâme esnasında da Libya’da Khaddafi’nin devrilmesiyle güçlenme fırsatı bulan Al-Qaida’cılar Mali’de yönetime karşı ayaklanmıştır. Olayların kısaca özeti budur. Fakat hikâyenin kendisinin arkasında Fransa’nın desteklediği finansal sermaye grupları, çok uluslu altın şirketleri vardır. Hikâyede ise hiçbir zaman yer almayan ve yer almamış olan ise Mali’li yerel halktır. Tıpkı zamanında Cezayirliler gibi.