Bir liberal ekonomist Gustave de Molinari (1)

Hayek’ten Friedman’a, Thatcher’den Reagan’a, Bush’tan Sarkozy’ye, IMF’den AMB’ye kadar bir sürü iktisatçıya ve kuruma Bastiat ile beraber ilham verecek olan Molinari, 19. yüzyılda yaşamış Belçikalı bir ekonomisttir. Bu yazarın 1906 yılında basılan Questions économiques a l’ordre du jour, (Guillemin et Cie, Paris) adlı kitabının okumasından oluşacaktır bu yazı dizisi. Bu incelemenin pratikte siyasi anlamda bir açıklaması var mıdır diye soracak olursanız evet vardır ve günümüzde sağ, sol liberallerin savunageldikleri piyasacı zihniyetin olumsuzluklarını geçmişteki liberal yazarlar üzerinden alınan pasajlarla okuyucuya göstermek niyetidir. Bu okumalar bize ne kazandıracaktır diye ikinci bir soru soracak olursak, liberal zihniyetin yer yer ne kadar karanlık ve acımasız olduğunu anlamak içindir. Liberalliğin farklı nüanslarına da (sosyal liberal vs.. gibi) daha sonraki örneklerde değinilecektir. Aslında bütün bu ilk kaynaklardan yaptığımız okumalar birer tekrardan ibarettir. Dolayısıyla Amerika’yı keşfetmeyeceğiz belki ama sadece bu düşünürlerin fikirlerini yeniden hatırlayacağız. Molinari’nin yukarıda adı geçen eserinde özellikle üzerinde duracağımız konular, yazarın köle-emekçi tanımları ile o zamanın iş piyasalarının nasıl düzenlenmesi gerektiği hususundaki fikirleri olacaktır.

İlk olarak tanımlardan başlamamız gerekirse, Molinari’nin emekçi tanımına göre emeğin mallardan bir farkı yoktur. Nasıl ki sabit sermaye vardır, değişken sermaye de insan emeğidir. İkisinden de beklenen verimlilik olacaktır. Görüldüğü üzere yazarın emek tanımı genel geçer tüm 1870 sonrası faydacı liberal iktisatçıların emek tanımına uymaktadır. Köle tanımına gelince yazar ilk olarak kölelikten zenci köleyi anlıyor. Bu saptamayı sanki doğal bir durummuş gibi yazılarında kullanıyor. Genellikle köle deyince aklına emperyalist ülkelerin sömürgelerinde çalışan zenciler geliyor. Yazara göre köleler sadece ticaret yoluyla elde edilmiyor, yani köle pazarından satın alınmıyor, aynı zamanda çiftliklerde de babadan oğula yetiştiriliyor. Burada “yetiştirilme” kelimesi Fransızca'da hayvanlar için kullanılan “élevage” kelimesidir (s. 47, dipnot 1). Zenci kölelerin çiftliklerde eğitilmesi, çiftlik sahibinin de kazançlarının artmasına neden oluyor. Çünkü yazara göre genç köleler ne kadar sağlıklı ve kuvvetli olmuşlarsa o kadar iyi ve verimli çalışıyor olacaklardır. Daha sonra bu “iyi yetiştirilmiş” köleler, tıpkı çiftlikteki tarımsal ürünler gibi piyasa da yüksek fiyattan satılabilecektir (s: 47). Köle fiyatlarına gelince, piyasa’da köle’nin üretiminde bulunduğu tarım mallarının fiyatlarıyla düz orantılı olarak gitmektedir. Burada yazarın bahsettiği ürünler pamuk ve şekerdir. Eğer bu iki ürünün fiyatı yükselirse, kölelere karşı da talep artacağından onların da fiyatları beraberinde yükselecektir. Tersi olup düşerse köle fiyatları da düşecektir. O zaman buradan anladığımız kölelerin fiyatları da verimlilik esasına göre artıp azalmaktadır. Köle başına tarımsal üretim arttığında hem ana kara emperyalist ülkenin tarım ürünleri talebi karşılanmakta hem de kölenin verimlilik esasına göre piyasa değeri artmaktadır. Köle bu başarıyı daha fazla çalışarak değil, çünkü tüm köleler sağlıklarının elverdiği ölçüde azami oranda çalıştırılmaktadır, yeterince iyi beslenmiş ve güçlü, sağlıklı olması sonucunda elde edecektir. Aslında buradan küçük bir parantez açtığımız zaman “verimlilik” esasının günümüzde genel kabul gördüğünü ve bu esasın gittikçe daha fazla kamu sektöründe çalışanlar üzerinde de uygulanma alanı bulduğunu hatırlatmadan geçmeyelim. Kamu sektöründe çalışanların ücretlerinin verimlilik kıstasına göre belirleneceği uygulamasını günümüzde birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de, örneğin akademik yaşam, gittikçe daha fazla benimsemektedir. Verimlilik prensibinden hareketle birçok iktisadi faaliyet kollarında oluşacak birçok kıstaslar, çalışanları bu belirlenen kurallara uymak zorunda bırakacak ve mesuliyet almadan itaat etmenin ücretli kölelik adıyla yeni bir versiyonu olarak devam edecektir. Köleliktir çünkü bu kıstasların dışında kalmak işten atılmak anlamına gelecektir ve dolayısıyla çalışanın istenenlere itaat etmek dışında başka bir seçeneği kalmayacaktır.

Parantezi kapatıp devam etmek gerekirse yazar için köle ticareti diğer mal ve hizmet ticaretinden farklı değildir, aynı kurallar geçerlidir. “Köle yetiştiren sanayiler”in (terim yazara aitti, s: 48) var olabilmesi için piyasada alıcıya çıkartılan kölelerin maliyetleri üzerinde satılması gerektiğini söylüyor. Tıpkı diğer mal piyasalarında olduğu gibi köle ticaretinden, köle yetiştiren “sanayici”nin kâr etmesi gerekir ki, bu piyasa gelişsin, devam etsin. Burada biraz durmak gerekirse, Molinari, tarım kapitalistine tarım fazlası sağlayıp kâr ettirten kölesini aynı zamanda zaman geldiğinde patronu tarafından köle pazarında maliyetlerinin üzerinden satılıp kâr elde edilmesi mümkün olan bir meta olarak görmektedir. Onun için Molinari köle yetiştirmeyi bir iktisadi faaliyet olarak adlandırmakta bunun için de “köle sanayisi” terimini kullanmaktadır. Çünkü köleler tıpkı bir meta gibi çocukluktan ergenliğe kadar yetiştirilmekte, iyi beslenip, sağlıklı güçlü birer ergen olarak kullanıldıktan sonra da satılmaktadır. Dolayısıyla kölenin satış fiyatı, küçüklükten beri sağlıklı ve güçlü olması için sağlanan tüm harcamaları (beslenme, barınma vs…) karşılamalı ve hatta üstünde olmalıdır. Molinari köle ticaretinde sağlanan kârın diğer sanayilerin kâr oranlarından düşük olmaması gerektiğini savunur. Eğer hal arzu etmediği şekilde cereyan ederse köle ticareti küçülecek ve kârsız bir iktisadi faaliyete dönüşecektir. O zaman yeni kölelerin temin edilmesi haliyle zorlaşacaktır. Çünkü tarım kapitalistleri kendi üretimleri için köle yetiştirecek daha fazlasını eğitmeyecektir (s.48).

Tüm bu piyasadaki fiyat değişimlerinin yanında kölelerin çalışma koşulları değişmeyip hep aynı kalmaktadır. Bir başka deyişle kölelerin piyasada fiyatları artsa da kölelerin ne iş koşulları ne de yaşam koşulları değişmez. Çünkü köleler bir ücret karşılığı çalışmadığı için ve sadece karın tokluğuna çalıştığı için tarım kapitalistinin kazancına ve zararına ortak olmaz (s. 49). Onun için piyasadaki ürünlerin ve kölelerin fiyat dalgalanmaları hâlihazırda çalışan köleye hiçbir şekilde yansımaz. O zaten kendisine gerekli olan besinleri tüketecektir. Beslenmesi iyi ve verimli çalışmasına neden olacağı için patron onun boğazından kesemeyecektir zaten. Tekrar edelim köle boğaz tokluğuna çalışmaktadır. Tam burada Molinari kitabında eski ve iyi bir köle yetiştiricisi olan Caton adında bir adamdan bahseder. Yazar için bu zat, köle yetiştiricilerine örnek olacak bir tarım kapitalistidir. Burada (s.49) yazar uzun uzun Caton’un nasıl kölelerine iyi baktığını tıpkı iyi bakılan hayvanları anlatır gibi tasvirlerle açıklar. Aslında Molinari’nin bay Caton üzerinden okuyucuya göstermek istediği kölelerin ne kadar iyi kollanıp, tüm ihtiyaçlarının karşılandığıdır. Ortada her şeyi ile patronuna bağımlı bir insan vardır, her türlü şartta ve koşulda onun emrinde çalışmak zorundadır ve buna karşılık tüm birincil gerekleri patronu tarafından karşılanmaktadır. Burada Molinari köleliği doğrudan olmasa da dolaylı yoldan övmektedir. Daha sonra zaten doğrudan övecektir bu liberal ekonomist. Yazarın “kölelerin bakımından” anladığı şey, Tocqueville’in fakirlere yönelik dinsel temelli yardımlar değildir. Tüm bu kölelere karşı verilen bakım hizmetlerinin temel nedeni üretim süreçlerinde onlardan daha yüksek verimlilik almaktır. Kölelerin hasta, çelimsiz, dayanıksız olanları tarım kapitalistine iki yoldan zarar ettirmektedir: hem üretim verimliliği düşecektir, hem de bu hasta kölelerin ilaç vs… masrafları yüzünden maliyetleri yükselecektir. Kitabın daha sonraki bölümlerinde işe yaramayanların nasıl ölüme terk edilmesi gerektiği üzerine Molinari’nin yorumsuz olarak aktardığı ama kesinlikle eleştirmediği sözleri üzerinde duracağız. Son olarak Molinari köleliğin her ne kadar çalışanlar için bir iş güvencesi verdiğini söylüyor olsa da, onlara kârdan pay vermediğini, kârların köle tacirleri ve köle yetiştiricileri arasında bölüşüldüğünü görmekteyiz.

Kölelikten işçiliğe geçişi yazar, medeni toplumlarda insanın insan tarafından sahiplenilmesinin bitmesi olarak yorumluyor. Böylece işçi kendi bedeninin sahibi oluyor ve kendi hareketlerinden kendi sorumlu oluyor (s. 50). Gelecek yazımızda anlatacağımız bu bölümlerde Molinari’nin işçilerin tıpkı köleler gibi itaatkâr olmasını talep etmektedir. Ona göre çünkü özgür iş piyasaları ile köle pazarı arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de iktisadi anlamda verimlilik üzerine temellenmiştir. Bu konu gelecek haftanın konusudur. Şimdiden okuyucuya bir not olarak bildirmem gerekirse bu yazılar bir hayli uzun sürecektir.