Bir Gezi direnişi yorumu üzerine

Dün Vatan gazetesinin internet sayfasında Ahmet İnsel ile yapılan bir röportajı okudum. Ahmet hoca Deniz Güçer’in yaptığı söyleşide Gezi olaylarını değerlendiriyor. Bu röportajdan hareketle aynı zamanda kendi Gezi direnişi yorumlarımı da ekleme fırsatı elde edeceğim. Röportajda söylenenlere maalesef katılamıyorum. Yazının konusu onun için ilk olarak bu katılmadığım noktaları açmak ve sonrasında daha önce söylediğim gibi Gezi hakkında kendi görüşlerimi anlatabilmek.

İlk olarak Ahmet İnsel röportajda bazı tespitler yapıyor. Bunlardan bir tanesi “Yeni Türkiye” tespitidir. Bu kavramı AKP’nin hatta bizzat Başbakanın 10 yıl boyunca sürdürdüğü icraatlara bağlıyor. Daha sonra her ne kadar Başbakan’ı eleştirse de, AKP iktidarını en azından bu yeni Türkiye’nin oluşmasına olanak verdiği için olumluyor. Peki, tam olarak nedir olumlanan? diye düşündüğümüzde, karşımıza siyasal iktidarın iktisadi başarısı çıkıyor. Çünkü hoca meydandaki gençlerin (öğrenciler ve genç çalışanların) gelecek için büyük bir iktisadi endişe taşımadığını söylüyor. Oysa kentlerde genç işsizlik oranı %22’lerdedir. Bu demektir ki, toplam Kent işsizlik oranından 10 puan yüksektir. Üstelik 2012 Şubatından 2013 Şubatına kadarda genç işsizlik oranı %20,6’dan %23,2’ye çıkmış. Yani son bir yıl yükseliş içinde olmuş. Üstelik 2000’li yıllarda toplam işsizlik oranları 1990’lı yıllara nazaran artmış durumda. Geçen yazılardan bahsettiğimiz üzere TUİK’in iş gücü verilerine dayanarak dört çalışandan biri sosyal güvenceden yoksun çalışmaktadır, üstelik haftada 50 ile 72 saat çalışanların toplam çalışanlara oranı ise %40’dan fazladır. Bütün bunlara esnek işgücü piyasalarının iş güvenliğinden yoksun çarpık yapılarını, taşeronlaşmayı, işçi sağlığı konusunda yetersiz önlemleri vs.. katarsak Ahmet İnsel’in nasıl meydandaki öğrenci ve genç çalışanların geleceklerinden endişe taşımadığını iddia edebilmesini anlamakta bir hayli zorlanırız. Belki, birkaç tane aile durumu iyi olan gençler olabilir ama bunların toplam meydandaki gençlere oranı düşük olması kuvvetle muhtemeldir. Hoca daha sonra Türkiye’de işsizlik, fakirlik gibi sorunların olduğunu kabul ediyor ama bu tür sorunların dünyadaki diğer kapitalist ülkelerde de aynı sorunlar olduğundan normal karşılıyor. Aslında Türkiye’nin küresel dünyaya dâhil olduğunu anlatıyor ve “küresel ekonomik sorunların getirdiği olumsuzluklar dışında Türkiye’de fazla problem yok” diyor. Oysa başta iktidardaki Fransız sosyalist partisi ve Hollande olmak üzere birçok kapitalist ülkede küresel ekonominin kendisi sorgulanmaktadır. Üstelik Gezi direnişi pankartlarında küresel ekonominin teşvik ettiği AVM’lere, çevre katliamlarına karşı tepkiler vardır. Bütün bunları görmezden gelip ekonomik sorunları “normal” karşılamasını anlamakta zorlanıyoruz.

“Türkiye’de uzun mücadelelerden sonra askeri ve bürokratik vesayet artık yürürlükte değil” diyor. Askeri vesayetin kalktığı doğrudur ama bürokratik vesayet kalkmış mıdır? Kemalist bürokratik vesayet kalmıştır deseydi daha doğru olurdu. Yoksa yeni HSYK’ları, AKP’nin her alanda kadrolaşmasını, kendisine biat edenleri bürokrasinin en tepelerine getirdiğini görmek o kadar zor mu? Ahmet İnsel, askeri vesayet kalktı ama yerine polis vesayeti geldi diyebilirdi ama demiyor. Türkiye’nin vesayet rejimi bitmiş midir o zaman? Bugün polis’in artan yetkilerini, telefon dinlemeleri, böcekleri, e-mailler okumaları, kameraları vs… arttığını söylememek olur mu? Gizli tanıklarla yapılan keyfi tutuklamalara değinmemek olur mu? 1 Mayıs’larda, son Gezi olaylarında polis’in orantısız güç kullanmadığını söylememek olur mu? Birçok davalarda sahte belgelerin düzenlendiğinden bahsetmemek olur mu? Siyasal iktidarın medya patronlarına baskı yaptığını, hoşuna gitmeyen gazetecilerin işine son verilmesini sağladığından söz etmemek olur mu? Yumurta atan öğrencilerin, ticari üniversite istemiyoruz diye pankart açanların tutuklanıp cezaevlerine konulduğunu söylememek olur mu? Ve en önemlisi birçok yazarın, çizerin, siyasi adamın, gazetecinin, askerin, öğretim üyesinin, bürokratın bir türlü bitmek bilmeyen davalardan senelerce içeride tutulduğunu söylememek olur mu? O zaman Türkiye vesayet rejiminden çıkmış mıdır? Tamam, askeri vesayet rejiminden çıkmıştır da, vesayet rejiminden çıkmış mıdır?

Daha sonra Ahmet İnsel Gezi direnişinde kullanılan sloganlarla ilgili şöyle diyor: “Ne Taksim meydanında, ne Ankara, İzmir ve onlarca kentte, orduyu göreve çağıran yok. Tek tük bu tür slogan varsa da, büyük kitle onun etrafından vebalı görmüş gibi kaçıyor. İzole oluyor ve süngüsü düşüyor.” Bu fikre katılmıyorum. Bugün Gezi direnişin içinde vardır Ahmet’in yok dediği kişiler. Tek farkı bugün artık ordunun darbe yapacak işlevselliğini kaybettiğinden dolayı ona destek vermemeleridir. Yoksa Kanyon’da, Nişantaşı’nda, Bağdat Caddesinde, İzmir Kordon’da, Karşıyaka’da yapılan eylemler, Ahmet’in “darbeci” beyaz Türkleri ve faşistleridir. Direnişlerde kullanılan Atatürk resimli Türk bayraklarının çokluğundan anlayabiliriz. Dünkü taraftar gruplarının Taksim’e girmelerini örnek verebiliriz. Sınıfsal tahlillerin yerine bazı kesimleri küçümseyen ve onları zan altında bırakan “beyaz Türk” ve “Faşist” analizlerini hiçbir zaman doğru bulmadım. Ahmet ve çevresi bu kavramları genellikle AKP sürecine karşı gelenler için kullanıyordu. Bugün bu insanlar ortaya çıktı. Protesto’ların temelinde AKP iktidarını istememe var. Hükümeti istifaya davet eden pankartlar var. Yani meydandaki kalabalığın çoğunluğu AKP hakkında, geleceği hakkında Ahmet İnsel gibi düşünmüyor. Belki bir bölümü onun gibi düşünüyor olabilir. Düşünsün zaten. Aranan “ortak” amacın AKP’ye karşı gelen herkesimden insanı kucaklamak olması gerekir. Taksim direnişi, kürdü, laik’i İslamcıyı, sosyalisti, liberali, kemalisti, futbol fanatiğini, ulusalcıyı aynı potada toplamıştır. Burada ayrım yapıp bazılarını dışarıya iteklemek son derece sakıncalıdır. Evet, bir devrim değildir belki ama AKP’nin on yıldır sürdürdüğü siyasete bir direniştir, bir halk hareketidir.

“Başbakan’ın da attığı cesur adımla, Kürt sorununda barış perspektifinin elle tutulur hale gelmesinin bugün Haysiyet direnişinin tamamen barışçı, özgürlükçü ve şenlikli bir ortamda gerçekleşmesini sağladığını unutmamak gerek. Bundan bir yıl önce, böyle bir gelişme olmazdı çünkü sokağa tepkisel şiddet hâkim olurdu. Bu da Yeni Türkiye’nin bir unsuru.” demiş Ahmet İnsel. Yani AKP’nin başarısı sayesinde gösteriler şenlikli geçiyormuş. Gösterilerin başından beri Ankara’da Hatay’da, İstanbul’da polis göstericilere karşı son derece sert müdahalelerde bulunmadı mı? Bunun sonucunda üç kişi hayatını, iki kişi gözünü kaybetmedi mi? Onlarcası yaralanmadı mı? Hastaneler gazdan etkilenmiş insanlarla doldu taşmadı mı? Nasıl bir şenlikli kutlama o zaman bu? Sadece Gezi parkına bakarak mı bu intibaya ulaşıyor diye düşünsem bile, orası da kaç kere polis tarafından basılmadı mı? Çadırlar sökülüp, insanlara gaz sıkılmadı mı? O zaman bu direnişin barışçıl ve şenlikli geçtiğini nasıl iddia edebiliriz? Hatta meydandakiler yaşanan trajik olayları anmak adına, ölenlere saygı adına yapılması düşünülen konserleri bile iptal etti.

Son olarak Ahmet İnsel doğru bir Gezi analizi yapmıyor, sadece gönlünden geçen bir Gezi direnişini “tahayyül” ediyor.