Hukuka güven

12 Eylül Anayasa Referandumu bir yönüyle de askeri vesayetten imam vesayetine girildiğinin kamuya ilanından başkaca bir şey değildir. Komünizmle mücadele derneklerinde derin devlet tarafından teşkilatlandırılmış gerici çevre artık devletin egemenliğini ele geçirmiş durumdadır.

Polis teşkilatı içinde cemaat örgütlenmesi ayyuka çıktı. Bu konuda bilgi vermeye kalkan Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’yı öyle bir götürdüler ki, emniyet içinde herkes susmak zorunda kalmıştır diye düşünüyorum. Üstelik Avcı’nın kendisinin de yakın döneme kadar cemaat içinde yer aldığı düşünülürse. Basına yansıdığı kadarıyla Avcı’nın odasında yapılan aramada ses kayıtlarının çıktığına yer verilmektedir. Tecrübeli (!) bir Emniyet Müdürünün odasından ayrılırken bazı ses kayıtlarını odasında bıraktığı fazlaca iddialı bir söylem. Bu konu yargılama aşamasında açıklığa kavuşacaktır diye düşünüyorum.

Cemaatin polis teşkilatı içinde ciddi bir etkinlik edindiği artık kamuoyunda bir kanaat oluşturacak düzeydedir. Ancak daha vahimi özel yetkili mahkemelerin soruşturmasını yürüten savcılar ve kovuşturma makamını oluşturan hakimlerin arasında da cemaat teşkilatlanmasının olduğunun yazılıp çizilmesidir. Ergenekon soruşturmaları ile başlayan Devrimci Karargah ve KCK operasyonlarında devam eden delil yaratma iddialarının daha da artacağını şimdiden öngörmek gerekiyor. Cihaner soruşturmasının yine aynı cemaate ilişkin bir operasyonun önlenmesine yönelik olduğu yolunda savunmalar ve belgeler bulunmaktadır.

Anayasa Referandumu sonrasında yapılan HSYK ve ANAYASA MAHKEMESİ üyelerinin seçimi “yetmez ama evet” diyenlere bile “yetti gari” dedirtmiş durumdadır. HSYK seçimleri sonrasında artık atama terfii ve müfettişler vasıtasıyla hakim ve savcıların telefonlarının dinlenilmesinden soruşturmasına kadar tüm baskı araçlarının yürütmenin eline geçtiği görülmelidir.

Yapılacak atamalarla özel yetkili mahkemelerin tümden cemaat ve iktidar yanlısı hakim ve savcılarla oluşturulması artık muhalefet yapmayı imkansız kılacaktır. Cemaatçi olduğu ifade edilen polislerin delil üretmesinin yanı sıra her koşulda hukuka aykırı soruşturmalara göz yumabilecek savcıların varlığının tartışıldığı bir ortamın güvenilir olduğunu kim ileri sürebilir. Muhalif seslerin soruşturma sırasında tutuklanmaları yine bu HSYK sonrasında oluşturulan hakimler vasıtasıyla temin edilme ihtimali artık çok yakın bir tartışma konusu olarak önümüzde durmaktadır.

İşin tehlikeli boyutu baskı aracı olarak resmi hukuksal kurumların kullanılması olacaktır. Bu yakınmaların karşısına yürütme, yargı kararlarının eleştirilemeyeceği teziyle çıkacak, kendilerine referandum öncesi yargı için söylediklerini hatırlatmaya kalkışabilecek muhalifte zor bulunacaktır.

12 Eylül 1980 Faşist Cunta dönemi ile 12 Eylül 2010 Anayasa referandum sonrası dönemlerin karşılaştırması yapılacak olunur ise, baskıda fark olmadığı görülecektir. Hakkını teslim etmek gerekir ise bu dönem işkenceden şikayet ciddi oranda düşmüştür. Ancak hukukun baskı aracı olarak kullanılması ciddi bir şikayet konusu olarak bu dönemi ifade etmektedir. Ayrıca bu günkü sivil iktidar görünümü yargıdaki görmezden gelinen hukuksuzluğunun örtülmesi sonucunu doğurmaktadır. Üstelik özel yetkili mahkemelerin gerek varlığı gerekse savcılar ve hakimler açısından ilerli sürülen cemaat iddiaları bu ülkede hukuki güvenliğimizin meri kanunların uygulanması yönünden bile sıfır noktasında olduğunu göstermektedir.

Başbakan’ın yürütmenin kararları aleyhine mahkemelerin karar alamayacaklarını ilan eden çok sayıda konuşması mevcuttur. Yürütmenin etkin olduğu meclisten istediği düzenlemeyi çıkartabileceği göz önüne alınırsa bu konu da referandum sonrası yürütme lehine bir sürecin yaşanılacağına işaret etmektedir.

Örneğin bu meclis yada yeni seçimle oluşturulacak meclisin Anayasa’ya aykırı çıkaracağı kanunların yine yürütmenin belirlediği Anayasa Mahkemesinde iptalini kim bekleyebilir ki. Bu saatten sonra Anayasa Mahkemesi’nin kararları hukuki olmaktan çok siyasi içerikli olarak tartışılacaktır.

Dahası idarenin her türlü işlemini tasdik eden bir yargı sisteminin öngörüldüğünü ifade etmeliyim. Yargı idarenin işlemlerinde şekil yönünden inceleme yapmalı diyerek referandumu savunanların bu kerede idarenin yani devletin karşısında vatandaşın haklarının savunmasının çok güçleştiğini düşünüyorum.

Polis ve yargıdaki yürütmenin etkinliğinin yaratacağı sorunun yanında, söz konusu yürütmeyi ve idareyi komünizmle mücadele derneklerinde yetişmiş kadroların oluşturduğu gerçeğini birlikte ele almak gerekir. Bu kadrolarla ülkeye demokrasi getirileceğine inanan belgeli aydınlarla birlikte demokrasi mücadelesi verilebilinir mi sizce.