Toplumun, insanın değişmeyeceğini düşünmek o kadar kolay ki? Sağolsun, ülkenin toprağı da bu düşünceyi eksik etmemek için çeşitli dumurluklar çıkarıyor. Durmadan. Evet, değişim zor. Dolambaçlı. Gitgelli. Bir tür Sisifos emeği gibi. Yürüyorsunuz ve siz yürüdükçe yürümeniz gereken mesafe, almanız gereken yol uzuyor. Ama bir yandan da görüyoruz, hissediyoruz işte. Değişiyor toplum. Yavaş yavaş.

Ne zaman biter?

Açıkçası bilemiyorum. Ama böyle giderse uzun süreceği kesin.

Salgından bahsetmiyorum. Salgının ne olacağı, nasıl olacağı soL’da her gün yazıyor. Mesela salgın için İlker Belek’in önceki günkü yazısını hatırlatmak isterim: “Bu salgın sünecek!”. Sürecek değil; evet, sürecek ama sürmekle de kalmayacak; salgın sünecek! Çok iyi bir tanımlama. Salgını ve ele alınışını dört dörtlük anlatan bir tanımlama.

Zaten üst üste yayınlar çıkmaya başladı, “salgın hemen bitmeyecek, şöyle gidecek, böyle gidecek” yollu. Dalgalı seyirden bahsediyorlar, saman alevinden bahsediyorlar, “Bunlar daha iyi günlerimiz” de diyorlar. Her ne olacaksa belli, İlker Ağabey’in tanımlaması hepsi için çok uygun olacak. Bu salgın sünecek!

Ama benim kastettiğim başka bir salgın. Bitmeyen, dinmeyen, sündükçe sünen! Bir tür akılsızlık. Tutulma hali. Çeşit çeşit. Sağı var. Bol. Ama solu da var. 

İşte o salgın ne zaman bitecek, ben onu soruyorum kendime.

*

Bilirsiniz, bazı haller vardır; bitmez. İşte çeşitli tutkular, idealler, özlemler, hasretler. Ama bir de bitsin dediğiniz haller vardır. Genelde bunlar olumsuz olaylardır: çeşitli acılar, dinmeyen dertler ve türlü tehditler. Bitmesini istedikçe siz, üstünüze üstünüze gelen hallerdir bunlar. Hani bir tür nasır gibi. Sert, kabuk bağlamış bir nasır gibidir bu haller. Unutur gibi olduğunuz anda şiddetli bir sancıyla hatırlatırlar kendilerini size.

İşte bu hafta bizler salgınla, hastalıkla, karantinayla falan uğraşırken asırlık nasırlar böyle arka arkaya “Ben buradayım” dedi. “Hastalıkta ve sağlıkta benden sana rahat yok!

Olur, eyvallah nasır efendi! Ne efendisi? Nasır efendiler!

Önce, ilk fırsatta öldüreceği komşularının listesiyle başladı nasırlar kendilerini hatırlatmaya. Öyle bir nasır ki bu nasır, yolsan bitmiyor, törpülesen geçmiyor. Öyle yapışmış üstümüze sanki. Sonra şehvet nasırı boşaldı zincirlerinden. Kızların resimlerinden girdi ve kız çocuklarını balkondan atmaya, süper ilan etmeye, doğurtmaya kadar vardırdı işi.

Tabii ki canı yandı insanların. Tarihin nasırı bunlar! Çok acırlar ve çok acıtırlar. Bu nasırları görünce kimisi “yuh, artık!” dedi. Kimisi “Bu kadar kötülük… üstü üste… Tesadüf olamaz!” dedi. Haklılar da. 

Ama gördük, duyduk ki “Yürü hoca, yürü! Arkandayız!” diyenler de varmış. Hem de öyle böyle değil. Bayağı varmış!

Hani, şaşırdık mı? Kendi adıma pek şaşırdığımı söyleyemem. Mahrem sohbetlerinde dinlemek lazım bir de bu nasırları! Ağızlarının iki yanından kim bilir neler akıyor, neler!

Bir tarafta dumurla yol alan bu kafa. Her şeye ve güzel, iyi olan herkese düşman. Bir tarafta ise her yeni olayda dumur olan bir dimağ!

İşte bunu düşünüyorum: Ne zaman biter tüm bunlar?

Toplumsal doku nasıl değişir? Ne zaman değişir?

Mesela “hödük olmaya; kadına, çocuğa, doğaya aç aç bakmayan; genel olarak kötü bakmayan; bakma ihtiyacı da duymayan; hasbelkader olgun” bir toplum nasıl ortaya çıkar?

Tokluk yok mu bu topraklarda? Görmüş geçirmişlik? Olgunluk?

Çok mu zor? Çok mu uzak?

Aklıma Althusser geliyor, ne zaman toplumsal değişimi ve süresini düşünsem. Daha doğrusu onun meşhur bir sözü:  “Gelecek Uzun Sürer” derdi muhtemelen. Hatta muhtemelen değil, mutlaka.

Gelecek uzun sürer mi? O istediğimiz, hayal ettiğimiz, kâh tembellikle kâh koşturarak uğraştığımız gelecek… Uzun sürer mi kavuşmak ona?

*

Uzun zaman anlayamamıştım Althusser’in bu sözünü. Sonra yavaş yavaş, şu son 15 yılı yaşayınca ve bu haftaki gibi farklı “vahim” uğraklarda yeniden ve yeniden düşününce, anlamı oturmaya başladı zihnimde: Toplumsal yapının değişimi uzun sürer! Devrim hariç!

Tabii ki birçok anlamı var bu başlığın. Ve muhtemelen Althusser için kendi hayatıyla da yakından ilgiliydi bu söz. İşte savaş sonrası Avrupa’da düzenin sağlamca yerleşmesi, solda devrim ve siyasi iktidar iddiasının geri çekilmesi, sosyalizm mücadelesinin daha az rağbet görür hale gelmesi, Althusser’in dönem dönem coşan ve dönem dönem de çöken, iki kutuplu iç dünyasında yankı bulmuş. 

Hayatının son 10 yılında ise çökkünlük, depresyon neredeyse tüm zihnini kaplamış Althusser’in. Ve geriye dönüp baktığında ise uzun sürmüş bir geçmişi, bu geçmişin içinde sürekli dibe, sona (ve tabii ki karısını öldürmesine de giden sona) gidişini, aklını yitirişini görmüş muhtemelen.

Ve sonra da veda ederken “Gelecek Uzun Sürer” demiş.

Althusser öyleymiş sona geldiğinde: Bir tek kendine dair değil, geçmişe, geleceğe ve topluma, insana, değişime dair karamsarmış. Ama bir tek Althusser mi öyle? 

Ya bizler?

Toplumun, insanın değişmeyeceğini düşünmek o kadar kolay ki?

*

Evet, değişim zor. Dolambaçlı. Gitgelli. Bir tür Sisifos çabası gibi. Bir yanıyla. Yürüyorsunuz ve siz yürüdükçe yürümeniz gereken mesafe, almanız gereken yol uzuyor.

Ama bir yandan da görüyoruz, hissediyoruz işte. Değişiyor toplum. Yavaş yavaş. 

Ama ne bedellerle, ne bedellerle!

Kimisi bu değişimi seviyor. Öyle yavaş yavaş. Sosyal bir olgu olarak.

Nasırları sıcak suda bekletin, iyice ovun, sonra da her gün kremleyin. Çok daha az acıtır.” diyorlar.

Haklılar mı?

Olabilir. Yani haklı olabilirler. Gerçi ben bugüne kadar ovulup sinen asırlık nasır görmedim.

Öyle olunca da başka bir şey lazım derim. Asırlık nasırları hasıraltı edecek değil, şöyle silkip atacak.

Hem ne demiş Ulyanov: “Sonu gelmeyen dehşetlerdense dehşetli bir son daha iyidir.”*

Kesinlikle!

* Söz aslında Schiller’e ait. Ama Lenin, Birinci Dünya Savaşı sırasında dökülen kanlara son verecek devrimi savunurken bu cümleyi alıntılamış.