İsrail soykırımcı ve katil bir ileri karakoldur. Pek tabi ki yaşanmış olan ve yaşanılan zulmün en asli sorumlusudur. Ancak tek sorumlu o mudur?

Hatta al nasr - I

Hatta al nasr: Zafere kadar” (Arapça).

Yıllar öncesiydi, İsrail Ordusu Hizbullah denetimindeki Güney Lübnan’ı füze yağmuruna tutmaktaydı. Fotoğrafı çeken de İsrailliydi galiba, bir anda tüm dünyaya medya kanalları aracılığıyla yayıldı. Fotoğraf İsrailli küçük çocuklar Lübnan’a atılacak füzelerin üstüne bir şeyler yazarken çekilmişti. Yaşları çok küçüktü, ancak yazdıkları ürkütücüydü. “İsrailli çocuklardan Lübnanlı çocuklara sevgilerle”, yazdıkları tam olarak buydu. Fotoğraf tüm dünyaya yayılınca büyük bir öfke ve protesto fırtınası patladı. Yorumlardan birinde haklı olarak fotoğrafın İsrail’in ve sıradan İsraillinin psiko-patolojisinin bozuk olduğunu kanıtladığı vurgulanmıştı. Bozuk olduğu kesindir. Ancak Orta Doğu’da psiko-patolojisi bozuk olan sadece İsrail midir? Ayrıca İsrailli Yahudi halkın tamamını bozuk psiko-patolojiyle suçlamak Filistinlilere yönelik saldırıları ve Filistinlilerin topraklara el konulmasını eleştiren cesur İsrailli aydınlara ve insanlara haksızlık etmek anlamına gelecektir.

Norman Finkelstein ABD’de yerleşik Yahudi bir entelektüel ve akademisyendir. Yazdığı Soykırım Endüstrisi (“Holocaust Industry”) kitabıyla adından bolca söz ettiren Finkelstein bir aralar İslamcı medyadan da pek takdir görmüştü. Verdiği bir konferansta kendisini Yahudilerin çektiği acıları küçümsemek ve onları Nazilerle bir tutmakla suçlayan Yahudi gençlere şiddetle karşı çıktı. Hem babası (Auschwitz’den sağ çıkmıştı) hem de annesi (Majdanek’ten sağ çıkmıştı) toplama kamplarından sağ kurtulanlar arasındaydı. Gençlere açık bir şekilde Avrupa Yahudilerinin çektikleri acıların İsrail’in Filistinlilere karşı işledikleri suçlar için bahane olarak kullanılamayacağını yüksek bir tondan ifade etti. Finkelstein Soykırım’ın acı çekmiş bir halkın başka bir halka karşı zulmünü aklamak için kullanıldığını iddia etmektedir.

İsrail soykırımcı ve katil bir ileri karakoldur. Pek tabi ki yaşanmış olan ve yaşanılan zulmün en asli sorumlusudur. Ancak tek sorumlu o mudur? Yıllar önce devrimci ve solcu aydın James Petras yazmıştı; İsrail, Washington D.C. ve New York’da Tel Aviv’de olduğundan daha güçlüdür demişti (galiba aynı belirlemeyi Yalçın Hoca, Yalçın Küçük de yapmıştı). Hatta Amerikan istihbarat örgütlerinin içinde apaçık bir MOSSAD örgütlenmesi olduğunu da ima etmişti. Buna bir de özellikle Wall Street ve ABD finans çevreleri içinde örgütlü güçlü sermaye gruplarının varlığını da eklemişti. Böylece Amerikan emperyalizminin çekirdeği içinde güçlü bir İsrail lobisinin varlığı apaçık teşhis edilmiş oluyordu.

Psiko-patolojik bir ırkçılık ve bozukluk; ya da örgütlü Yahudi sermayesi ve siyasi gücü; sadece bu ikisi İsrail terörünü açıklamaya yeter mi? Yetmez. Burada 120 yıldır, yani emperyalistlerin bölgeye ilk Yahudi yerleşimcileri getirdikleri günden bu yana süren acıklı bir hikayeden bahsediyoruz. Bu hikayede tek bir suçlu yok, tek tek suçlulardan oluşan suçlu bir sistem ve suçlu bir tarih var. İsrail terörizmi bir neden değil bir sonuçtur. Peki neyin sonucudur?

  1. İngiliz-Fransız Emperyalizmleri: Sykes-Picott anlaşmasından Balfour Deklarasyonuna bir dizi gizli anlaşmayla bölgeyi daha baştan şekillendiren İngiliz ve Fransız emperyalizmlerinin müdahaleleri Arap coğrafyasını kendi aralarında bölüşürken gelecekteki büyük çatışmaların tohumlarını attılar. Yerel Arap güçlerini birbirlerine karşı kullanmanın yanında bir de dünyanın Yahudi nüfusunun tarih boyunca dinemeyen vatan özlemini ve göç isteklerini kışkırtarak kan gölü yaratmaya meyilli coğrafyayı bir tür Gordion düğümüne çevirdiler.
  2. Küresel Siyonizm: Theodore Herzl ünlü kitabı Der Judenstaat’ı 1896’da bastırdı. Kitap açık bir şekilde Rothschildlere hitap etmekteydi. Sürekli kırıma uğrayan bir halkı entegre olmaktan alıkonuldukları topraklardan kopararak yeni bir vatana yerleştirme programının en açık ifadesiydi. En ensesi kalın, en katmerli burjuva Yahudilerden, Rothschildlerden medet umuyordu Herzl, Siyonizm daha baştan gerici kaderle doğdu. Bu minvalde doğan Siyonizm emperyalizm ve kapitalizmle uzlaşmaya her zaman meyilli gerici bir ideoloji oldu. Bu nedenle Siyonizmin hazır kıtaları onlara toprak vaat eden Balfour deklarasyonunu, hem de ileride yaratacağı lanetli kaderi düşünmeden, düğünle, bayramla, şenlikle kabul ettiler. Pragmatik ve açık uçlu bir gericiliğin, Siyonizmin bir devlete sahip olduğunda sistemin diğer kapitalist ülkeleri kadar katliamcı olmasından daha doğal ne olabilirdi ki?
  3. Tarihsel Anti-Semitizm: Romalılar, onları o zaman için bilinen dünyanın dört bir tarafına sürdüklerinde, daha önceki sürgünlerinde olduğu gibi, Yahudiler kendi dar ufuklu dinlerinin onları zorladığı zorunlu tevekküle dalmayı, ve Tanrının İbrahim’e vaat ettiği topraklara bir gün döneceklerini vahiy eden ulularının sözlerine inanmayı tercih ettiler. Ancak onların yalıtılmışlığını yaratan bu inanç değildi. Gittikleri topraklardaki toplumların egemenleri, sömürgenleri sürekli olarak onları yalıtılmış birer günah keçisi olarak tutmayı tercih ettiler. Onları hem sömürdüler, hem de kırdılar. Bir süre sonra sıradan okumuş yazmış Yahudi için bu kader sanki bir günahın kefareti gibi gelmeye başladı. Gerçi bazı Yahudiler “Yahudi Sorunu”nun çözümünü içeride değil, dışarıda; toplumsal reform veya toplumsal devrimde aramaya başladılar ama onların bu düzen karşıtlığının faturası bile karşı çıkan bireylere değil Yahudiliklerine kesildi. Örneğin ülkemizin ve dünyanın sağcılarından ve faşistlerinden Marx’ın veya diğer yoldaşların Yahudi kökenleri ile ilgili küfürleri sürekli olarak duymak zorunda kalmadık mı? Anti-Semitizm sömürgenlerin halk sınıflarının dimağını bulandırmak için kullandıkları bir araca dönüştü, itilip kakılan, kırılan Yahudilerin tarihsel bilincinde ise bugünün İsrail’inde su yüzüne çıkan bozuk bir psiko-patolojinin tohumlarını ekti.
    Devam etmeden bir vurgu yapmak gerekiyor: Gördüğü her Yahudiyi katletme güdüsü ile sözde vaat edilmiş topraklar üstünde yaşayan her Filistinliyi temizleme arzusu aynı fosseptik çukurundan beslenen ve birbirlerini büyüterek tamamlayan melanetlerdir. Her ikisi de onları birlikte yaratan fosseptik çukuru kurutulmadıkça ortadan kalkmayacak gericiliklerdir. Ve gericilik öldürür. Tıpkı şu anda Mescid-i Aksa’da, Batı Şeria’da ve Gazze Şeridi’nde yaptığı gibi.
  4. Amerikan Emperyalizmi: Aslında Amerikan emperyalizminin İsrail’in giderek radikalize olan bir bölgede, hem de petrol zengini bir bölgede etkin olarak kullanılabilecek bir araç olduğunu keşfetmesi biraz zaman aldı. Örneğin daha 1956’da Başkan Eisenhover İngiliz-Fransız emperyalizmiyle birlikte Nasır rejiminin millileştirdiği kanala karşı harekat düzenleyen çekilmesi için İsrail’e kati bir ültimatom vermişti. Ancak ne zaman ki Kennedy ve onun “Demokrat” emperyalizmi iktidarı eline aldı Amerikan emperyalizmi İsrail terörünün sağladığı tüm olanaklardan yararlanmaya başladı.

Orta Doğu’da ve Kuzey Afrika’da radikal bir dönem başlamıştı, ve Araplar bir tür uyanış yaşıyorlardı. Daha önce bir yazıda bahsetmiştim,* asıl Arap Baharı 1956 yılında başladı. Bazı tez canlı solcuların veya liboşların öve öve bitiremedikleri 2010 yılında başlayan ve radikal Arap rejimlerinin sonunu getiren kalkışmalar bir Arap Baharı’na değil, bir Arap Kışı’na işaret etmekteydi. Arap Kışı ise bir bütün olarak Arapların İsrail terörü karşısında diz çökmeleri anlamına gelmekteydi. Göremediler, nasıl göremediler bilemiyorum.

Kennedy dönemiyle birlikte Amerikan emperyalizmi bölgedeki sadık müttefiklerinin kümesini İsrail’i de içine alacak şekilde genişletti. Üstelik bunu yaparken gerici Arap rejimlerinden gelecek tepkiyi önemsemedi; önemsemedi çünkü bu gericilerin varoluşlarını, hem de yükselen ve sola kayan Arap milliyetçiliği karşısındaki varoluşlarını Amerikan emperyalizmine borçlu olduklarının bilincinde olduklarını biliyordu. Ayrıca Amerikan emperyalizminin bölgedeki sadık müttefikleri ailesinin diğer iki üyesinin, Pehlevi dönemi İran’ının ve Türkiye’nin ise bundan zerre kadar rahatsız olmayacağını da biliyordu. İsrail’in radikal Arap rejimleri karşısındaki 1967 ve 1973 zaferleri İsrail’in ne kadar önemli olduğunu bir kere daha gösterdi. İsrail artık bölgedeki Sovyet destekli radikal unsurları istikrarsızlaştırma aracı olarak kullanılabilirdi. Tıpkı ırkçı ve faşist Güney Afrika rejiminin ulusal bağımsızlık savaşı vererek bağımsızlığına kavuşmuş ve hızla sola kaymış komşularını, Angola, Zimbabwe ve Mozambik’i istikrarsızlaştırmak için kullanıldığı gibi.

[Yazının devamı haftaya]