'Sınıfsal körlükten ancak sınıfa yaslanarak kurtulabiliriz. Bir hayalimiz var, hayalleri olan insanlardan-kuşaklardan alıyor esinini. Sınıfımızın izindeyiz.'

Halkımızın suçu ne?

İnsanlık tarihinin bir diyalektiği var. Tek tanrılı dinler Paganizmin içinden çıktı, onların hikayelerini ödünç aldı ve ödünç aldığı ne varsa kendi diline çevirdi. “Baba-Oğul-Kutsal Ruh”ta “İsis-Osiris-Horus” inancının izi silikleşir, kaybolur. Allah’ta El-İlah’ı bulamazsınız. Akhenaton’un tanrısı Aton, Yahudilerin tanrısı Adonay’a dönüşene kadar yüzyıllarca sözlü kültürün hamur teknesinde yoğrulur, yeniden biçimlenir. Daha önce gelen, daha ilkel olan gelişmiş olana dönüşür, değişir ama aynı zamanda gelişmiş olanın içinde kendine yer açar, yaşama şansı bulur. “Amon”dan “amin”e giden bir yol vardır, diyalektik sentezdir ya da dinler tarihinde “senkretizm” dediğimiz şeydir bu.

Sadece dinlerin değil, halkların ve ulusların tarihinde benzer bir gelişim seyri görebiliriz. Ümmet, kabile toplumunun bir ileri adımıdır. Akrabalığın birleştirdiği topluluk, böylece, inancın birleştirdiği başka türlü bir topluluğa dönüşür. Millet de ümmetin içinden çıkar. Öyle olduğu için “milli” hem “millete ait” olan hem de dini olan anlamına gelir. “Milli”nin dinden uzaklaşıp laik “millet”e meyletmesi zaman içindedir. Her biri en sonuncusunda izler bırakır, sentezdir.

Gelişmiş hali “halk”tır. Halk, ümmet olma halinden sıyrılmış, eski feodal bağlarından bütünüyle kopmuş bir topluluğu varsayar. Büyük Fransız Devrimi’nden sonra bunu gerçekleştirmek üzere etkili birtakım araçlar geliştirdik. “Milli eğitim” bunlardan biridir, halkı silahlandırma-halk ordusu- bir diğeridir. İnsan Hakları Beyannamesi, bu modern oluşumun ana çerçevesini çizer. Artık topraktan ve kiliseden bağımsızlaşan insanın, inanç, çalışma veya mülkiyet özgürlüğü gibi “yeni” bağımsızlık noktaları oluşmuştur. 

Bu bağımsızlık noktaları nasıl ortaya çıkar peki? Burjuva toplumunda siyasi özgürleşme, devletin dayandığı eski toplumun çözülmesi ile mümkün olur. Buna dini Ortaçağ yapılarının çözülmesi de dâhildir. Yani kapitalizm, din dâhil, eski toplumu mümkün kılan bütün yapıları parçalar, o yapılara dayalı bağımlılık ilişkilerine son verir ve insanı bütün bağlılıklarından azat eder. Böylece parçaladığı ve atomlar haline getirdiği insanları özgür bireyler olarak üretim sürecinde yeniden birleştirir. Piyasa toplumunun özgür insanıdır bu. Bu piyasa insanı somut bir burjuvanın soyutlamasından elde edilmiştir. Burjuva, piyasa toplumunun özgür insanının ideal tipidir. 

Marx’ın itirazı tam da bunadır. Çünkü bu yeni “bencil” insanın özgürlüğünün tanınması, onu var eden yeni maddi-manevi şartların da tanınması anlamına gelmektedir. Dediği şudur; din özgürlüğü insanı dinden kurtarmaz, ona dindar olma özgürlüğü sağlar. Mülkiyet özgürlüğü insanı mülkiyetten kurtarmaz, ona sadece mülkiyet sahibi olma özgürlüğü kazandırır. Çalışma hakkı, insanı hayatını kazanma zorunluluğundan kurtarmaz, onu çalışmaya teşvik eder. Ve o, bütün bunlara ancak “soyut” insan olarak sahip olabilir.

Biz ise insanın özgürleşmesini soyut yurttaş olmaktan çıkması ile, evde-sokakta-işte somut, canlı bir insan haline geldiği zaman, üretiminde özgür olduğu zaman mümkün olabilecek bir şey olarak görüyoruz. Komünizm dediğimiz budur işte…

***

Ama tabii bunlar öyle, insanlar oturup beklerken, kendiliğinden olmaz. Kabileyi ümmete dönüştürmek için savaşmak gerekir. Ümmetten millete varmak için kilisenin-halifenin kapısı kırılmalıdır. Aydınlanma dine savaş açmadan önce, binlerce yıldır dinler birbirleriyle savaşıyordu. Ve hepsinin temelinde yatan sınıf savaşı, Fransız halkı kralın kellesini giyotin çuvalına düşürmeden önce de vardı. Egemen olan sınıfın eli hep kirlidir ama ona karşı savaşan alt sınıfların da her zaman temiz kaldığını söyleyemeyiz. Vuruşmadan, dövüşmeden, tabii yanlış yapmayı göze almadan kazanamazsınız.

Tarihte işlenmiş suçlara ortak aramaya çıkarsak suçsuz insan bulamayız haliyle. Herkes şu veya bu şekilde, şu veya bu ölçüde bu kavgada yerini alır. İşinde gücünde bir memur gibi yaşayan Filozof Kant’ın tanrının kellesini uçuracağını kim tahmin edebilirdi? O olmasa, yazdıklarını yazmasa, Robespierre kralın kafasını almaya cesaret edebilir miydi? Peki bu durumda “suçun” asli faili kimdir? Daha iyisi, tarihe bakarken hep fail mi aramalıyız? 

Tarihe bakıp sadece suçları ve suçluları görmek belirgin bir ideolojik tercihtir. Haliyle “bizim” halkımızın tarihi başka halkların tarihinden daha karanlık veya daha “kriminal” değildir. Hepsinin, bu arada bizimkinin, bir mücadele çizgisi var; bu çizgi, şanlı direnişler kadar büyük hatalar ve affedilmez suçlarla da doludur.

Demek ki, İttihat ve Terakki’ye bakıp sadece Ermeni tehcirini, Mustafa Kemal’e bakıp sadece Dersim tertelesini hatırlamak, bunların arkasındaki sınıf mücadelesini ıskalamak bizim işimiz değildir. Bunlardan önce hürriyet ve cumhuriyet var. Hürriyeti ve cumhuriyeti kuranlara bakıyoruz, tereddütsüz sahipleniyoruz. İşledikleri suçlar var, anlamaya çalışıyoruz. 

***

Tanzimat’tan, daha belirgin olarak Meşrutiyet’ten başlayan bir tarihi var mücadelenin. İnsanımız için özgürlük istiyor, bağımsızlık noktaları inşa etmeye çalışıyorlardı. Tabii dövüşüyorlar, düşüyorlardı. Vuruşmadan, bunları inşa etmek mümkün değildir.

“Ölürsem görmeden millete ümid ettiğim feyzi;

Yazılsın seng-i kabrimde;

Vatan mahzun, ben mahzun…”

Sürgünde ölüme gönderilen Namık Kemal’in son dizelerinden biridir bu. Mithat Paşa’yı da bundan dolayı boğdurdular kapatıldığı zindanda. Arkasından bizim “Narodniklerimiz” geldi. Hatırlayalım, Büyük Ekim Devrimi'nin kökeninde de “Narodnik” hareket var. Halkçıydılar ve köylüleri ayağa kaldırarak devrim yapmayı, köylüden bir halk icat etmeyi hayal etmekteydiler. Sadece Rusya’yı değil, Çin’i ve Osmanlı İmparatorluğu'nu sarstılar. “Halka doğru” gitmek zamanın ana eğilimiydi. Çin’de seçkinlerin inancı olan Konfüçyüsçülüğe karşı, kırsal köylü kültürünü yücelttiler, Folkloru icat ettiler, köy kültürünü her şeyin kaynağı saydılar. Kemalist Köycülük’ün Çin versiyonudur, içinden Maoist hareket çıktı. 

Bizdeki karşılığı Jön Türk hareketidir. Çabaları 1908 Devrimi ile taçlanmıştır ve esası “halka doğru” gitmektir. 1908’de padişahı alaşağı edip bir halk yaratmaya giriştiler. 

Fakat 1909’da halk olmaya direnen ümmet ayaklandı. 31 Mart’ta biri köhne, diğeri yeni-ilerici iki kuvvet Gezi Parkı’nda karşılaştı, gericiler yenildi. Düşen gericilerin hesabını tutmadık, kayıplarımız Hürriyet-i Ebediye veya Abide-i Hürriyet’tedir. 

Demek ki “Narod”, “Halk”, meselenin esasıdır. Rusya’da icat edildi, Ekim Devrimi'ne evirildi. Çin’e sıçradı, Maoculuk onun paltosundan çıktı. Osmanlı’ya nüfuz etti, Kemalist Cumhuriyet’in sebebidir. Her durumda Narodnizmi bir başlangıç sayıyoruz. Zaten Kemalizm’in “Halkçılığı”, henüz ortada bir halk yokken icat edilmişti. Halkçılık halktan öncedir ve demek ki bir halk yaratmanın yollarından biri halkçılıktan geçmektedir.

Zaman zaman halk olmayı başardığımızı biliyoruz. 1960’lı yıllarda, hatta 1970’li yıllarda çok yaklaştık. Haziran Direnişi'nde mümkün olduğunu yeniden gördük. Uzun bir yoldur ve ilerliyoruz. Kendisini bomba yapıp Çarın üzerine atan Narodniklerden beri işimiz bu, yaparız, yaratırız. Aksini düşünenler yoldan çıkmışlarımızdır, anlarız, kayıplarımızdan sayarız.

***

Bu tarihin bize yüklediği sorumluluklar var. Eleştiri ayrı ama Talat Paşa’nın katili ile özdeşleşemeyiz, bunu niye yapalım? Resneli Niyazi’ye şaşı bakmak bize ne kazandırır? Despot Abdülhamit’i derdest edip sürgüne gönderenlere yönelteceğimiz tek eleştiri, neden ona ve kapıkullarına yumuşak davrandıklarıdır? Mustafa Kemal ve takipçileri din kisveli toprak ağalarının köküne kibrit suyu döküp toprak reformunu yapamadıkları için eksiklidir. Laikliği mantıki sonuçlarına götürmekte tereddüt etmişlerdir, evet. Hürriyeti ilan etmek, cumhuriyeti kurmak iyidir ama onu yaşatmak için ileri adımlar atmaktan imtina edilmemelidir. Etmişlerse bu kriminal tipler olduklarından değil, sınıfsal kökenlerindendir. Milli sermaye yaratmaya kalkışmak, zenginin halktan-ulustan yana olacağını sanmak onların kişisel değil, sınıfsal körlükleridir.

Ama nihayetinde biz, hepimiz onların şapkasından çıktık. Mustafa Suphi İttihat ve Terakki’nin eteklerinden geldi, Mustafa Kemal İttihatçılarla dövüşe dövüşe aralarından sıyrıldı. Hürriyet olmasa cumhuriyet olur mu? Bunlar olmasa sosyalizmi nasıl ve neyin üzerine inşa edeceğiz? Sosyalist cumhuriyet fikrinin de temelidir bu tarihsel ileri-geri kavgası. 

***

Kuşkusuz, biz, başka türlü bir özgürlük istiyoruz. Ulustan ve halktan ulaştık işçi sınıfının sadeliğine. Hâlâ imbikten geçiriyoruz, sabırla damıtıyoruz, saflaştırıyoruz. Saflaştırdıkça netleşiyoruz. Halkımızın suçlu olduğunu kabul etmeyiz! 

Sınıfsal körlükten ancak sınıfa yaslanarak kurtulabiliriz. Bir hayalimiz var, hayalleri olan insanlardan-kuşaklardan alıyor esinini. Sınıfımızın izindeyiz. Mülkiyetten, devletten, çalışmadan ve tabii dinden özgürleşmiş yeni, mutlu, bağımsız insanlık ailesinin yolunda ilerliyoruz.