Sosyalist Gelecek ve Planlama Sempozyumu Ankara'da yapılıyor

Bilim ve Aydınlanma Akademisi tarafından düzenlenen Sosyalist Gelecek ve Planlama Sempozyumu'nun ilk gün oturumları Ankara ODTÜ Vişnelik Tesisleri'nde yapıldı. Sempozyum yarın da devam edecek.

soL - Haber Merkezi

Bilim ve Aydınlanma Akademisi tarafından düzenlenen ve dün akşam açılışı yapılan Sosyalist Gelecek ve Planlama Sempozyumu'nun ilk günü 09.00 oturumu ile başladı.

'KAPİTALİZMDE PLANLAMAYA DÖNÜLEMEZ'

İlk günün ilk oturumu “Kapitalizm içinde planlamaya dönülemez” başlığıyla Kaya Güvenç başkanlığında yapıldı. Oturum içerisindeki başlıklar sırasıyla şöyleydi: Türkiye’de Planlama Geri Gelir mi? – Mesut Odman, Türkiye’de Sovyetler Birliği tarafından kurulan üretim birimleri – Özge Can, Günümüz Kapitalizminde sermaye, kent ve kriz: AKP’li yılların inşaat bilançosu – Melih Yeşilbağ.

Odman sunumuna planlamanın önkoşullarını çalışmanın işin, toplumsallaşması, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin son bulması şeklinde sıraladı. Türkiye’de başlıca iki planlama dönemi uygulanmıştır, 1930’lar ve 1960’lar diyen Odman, ilkinin sanayi planı şeklinde adlandırıldığını çünkü ekonominin tamamını kapsamadığını belirtti. 30’lardaki her iki sanayi planının da ortaya çıkışında 1929 buhranının etkisinin olduğunu vurgulayan Odman, ikinci planda Sovyet etkisinin azaldığını söyledi. Planların başlıca amaçlarının, ülke içinde üretim yapılması ve bunalımdan uzak durulma çabası olduğu vurgulandı. 1960’lardaki planlama deneyimi ise 27 Mayıs sonrası pek çok alanda yapılan değişikliklerin planlamaya da sıçradığını söyleyen Odman, bunun anayasaya bir madde olarak eklendiğini söyledi. Buna rağmen var olan koşullarda planlamanın sürdürülebilir olmadığını, planlamanın ancak emekçi sınıfların iktidarında gerçekleşebileceğini ve bunun bir zorunluluk olduğunu söyleyerek sözlerini sonlandırdı.

Can konuşmasında, üretim alanlarının toplumsal ve ekonomik birlikteliği sağlayan birimler olduğunu, ürün, bilgi üretimi ve insanın şekillenmesinin buradaki cisimleşmeye tekabül ettiğine değindi. Sovyetler Birliği tarafından kurulan üretim birimleri, birinci beş yıllık kalkınma planı dahilinde Sümerbank Kayseri bez fabrikası ve Nazilli Sümerbank basma fabrikası ile ikinci beş yıllık kalkınma planı dahilinde, İskenderun demir çelik tesisleri ve Seydişehir alüminyum fabrikası olarak sıralandı. Bu yatırımlar yapılırken öncelikli alanın tekstil olduğu, amacın ise dokuma sanayiinin dışa bağımlılığını kırmak olduğu vurgulandı. Kurulan fabrikalarla birlikte aynı zamanda birer yaşam alanı yaratıldığı söylendi bu alanlardaki sosyalliklerin ve gelişmişliklerin örneklerinin sunumu ile konuşma sonlandı.

Yeşilbağ, bir planlamadan ziyade plansızlık örnekleri anlatacağını söyleyerek sunuma başladı. Bu durumun bir sapma mı yoksa günümüz kapitalizminin bir uzantısı mı olduğu sorgulanırken, sunumun çerçevesi şöyle özetlendi: günümüz kapitalizminde yapılı çevre üretimi, Akp’li yıllarda inşaat sektörünün temel indikatörleri ve güncel kriz dinamikleri. Akp’li yıllarda inşa edilen konutların hacminde ciddi bir artış olduğu ve bu veriler dünya çapında değerlendirildiğinde Türkiye’nin ikinci sırada yer aldığı söylendi. İnşaata dayalı birikim stratejisinin bir Akp anomalisi olmadığı, günümüz kapitalizminin bir çıktısı olduğunu söyleyen Yeşilbağ, aynı zamanda Türkiye’deki mortgage oranları kendi içerisinde anlamlı iken diğer ülkelerle karşılaştırıldığında oranların çok yüksek olmadığını dolayısıyla mortgage krizinin Türkiye için şuan kriz başlığı yaratmadığını söyledi. Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı (GYO) piyasası ve müteahhit ve inşaat sektörü borçluluğu Türkiye için bir kriz dinamiği taşımaktadır, denildi. Oturum sonunda tüm sunumlar için toplu bir soru cevap kısmı gerçekleştirildi.

İLERİ TEKNOLOJİ VE YAPAY ZEKA

İkinci oturum, İleri teknoloji ve Yapay Zekâ Başlığı ile Yavuz Köroğlu başkanlığında gerçekleştirildi. Oturumdaki iki başlık, Yapay zekâ önündeki engelleri kaldırmak - Anıl Çınar ve Sanayide saklı diyalektik: hem mezar kazıcı hem kurucu - Burçak Özoğlu şeklindeydi.

Çınar, görsel örneklerle yapay zekanın günümüzde kullanımını örnekleyerek başladığı sunumuna, üretimin kendi kendine yapılabilirliğinin hayata geçtiğini bunun da bilişim sistemleri aracılığıyla yapılan veri yönetimi olmaksızın yapılamayacağını söyledi. Planlamada yapay zekâ başlığında yapılması gerekenler şöyle sıralandı, Otomasyon, bulut bilişim, yarıiletken, devre ve yazılım üretiminde bağımsızlık, bolluk kriterini değiştirmek, teknik eğitim, yapay zekanın kolektif eğitimi ve özendiriciler. Çınar sunumunu, yeni bir değerler sistemi yaratmak istiyorsak bir bolluk yaratmamız gerekiyor, birtakım işleri otomatize kılmak durumundayız sözleriyle sonlandırdı.

Özoğlu, üretici güçlerin gelişkinliğinin hem emeğin hem ürünlerin hem de üretim sürecinin gelişkinliğini temsil ettiğini söyledi. Sanayi hem öncü hem de zamanı geldiğinde mezar kazıcı bir alandır diyen Özoğlu, kapitalist üretici güçlerin tarihinde sanayi dört aşamayla tanımlandığını, şu an içinde yaşadığımız döneme dördüncü sanayi devrimi denildiğini vurguladı. 19. Yüzyılda reel sosyalizmde kendisini bulacak üretici güç gelişkinliğinin nüvelerinin ilk sanayi devrimi döneminde hazırlandığı söylendi. Sovyetler Birliği’nde temel hedefin emek üretkenliğini arttırmak olduğu vurgulandı. Bu hedef şu sloganlarla gerçekleşti, teknoloji her şeyi çözer ve kadrolar her şeyi çözer. Bu dönemim afişlerine de yansıyan durum, içki içen ve çalışmayan insanların aşağılandığı, üretken ve çalışkanların ise yüceltildiği şeklinde yaygınlaştırılmıştır. Bugüne dönüldüğünde gelecek kurgusu nasıl yapılacak sorusunu soran Özoğlu, bugüne dek insanlığın biriktirdiği tüm birikimin üretime aktarılması toplumsal çıkarların önceliklendirilmesi gerektiğini, ileri teknoloji kavramının da göreli olduğunu vurgulayarak konuşmasını sonlandırdı. Oturum soru cevap bölümü ile son buldu.

21. YÜZYILDA SOSYALİZMİN KARAKTERİ

Erhan Nalçacı’nın oturum başkanlığını üstlendiği konferans, "21. Yüzyılda sosyalizmin karakteri nasıl olacak?" başlığıyla Makis Papadopulos (Yunanistan Komünist Partisi Siyasi Büro Üyesi) tarafından gerçekleştirildi. Papadopulos şunları söyledi:

“1917 Sosyalist Devrimi’nin Rusya’daki zaferi, üretici güçlerin gelişmesi için gerekli olan sosyalist üretim ilişkilerinin özgürleştirici doğasını gösterdi. Ekim Devrimi, işçi sınıfı iktidarının sağlam zemininde inşa edilen merkezi bilimsel planlamanın üretici güçlerin gelişimindeki önemini açığa çıkardı ve üretim araçları üzerindeki toplumsal mülkiyetin üstünlüğünü gösterdi. İşsizlik ve okuma yazma bilmezliğin ortadan kaldırılması, genel, zorunlu ve ücretsiz eğitim, sekiz saatlik iş günü, iş ve yaşamdaki kadın ve erkek eşitliği, ırkçı önyargılardan kurtuluş, II. Dünya savaşı öncesi ve sırasında, barış zamanı endüstrisinin savaş endüstrisine destansı dönüşümünün yanı sıra, daha sonra yapılan uzay araştırmalarında ortaya çıkan sıçrama Sovyet iktidarının ilk on yıllarının bazı karakteristik örneklerindendir. Bu özel tarihsel dönemde, hedefli, merkezi olarak planlanmış bir toplumsal üretim yöneliminin giderek daha bilimsel bir karakter kazanabildiği ve milyonlarca Sovyet işçisinin kolektif çabalarının örgütlenmesini ve koordinasyonunu geliştirebileceği gerçeği ortaya çıktı."

Papadopulos "Toplumsal mülkiyet koşulları altında, merkezi planlama, piyasa ekonomisinin yırtıcılığının aksine, bilimsel ve planlı bir şekilde, işgücünün ve bilimsel gücün ve de üretim araçlarının tüm ülkedeki, her sektördeki ve her bir bölgedeki dağılımını belirleyebilir, değiştirebilir” dedi.

Konferansın ardından öğle arası verildi, sempozyum devam edecek.

4. OTURUM: REEL SOSYALİST DENEYİMLER

Dördüncü oturum, Gözde Kök başkanlığında Reel Sosyalist Deneyimler 1 üst başlığıyla yapıldı. Sunumlar; Yugoslavya'da sosyalizmin kazanımları, hataları ve zorlukları - Mustafa Türkeş, Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi (COMECON) ve ülkeler arası planlama deneyimi - Ali Somel, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde kentleşme - Yavuz İrs.

Türkeş, Yugoslavya deneyimini tarihsel bir perspektifle ele aldı. Tito-Stalin kapışmasından sonra Rusya’dan gelen yardımın kesildiği, gümrük anlaşmasının çöktüğüne değinildi. Bu sürecin sonunda Amerikan yardımının 1949 yılı itibariyle başladığını belirten Türkeş, Tito’nun batıdan ucuza bulduğu kredileri sosyalizmi inşa etmek için değil savunma sanayii için kullandığını böylece batıya bağımlılığın hızlanmış olduğunu söyledi.

1963 sonrası adem-i merkeziyetçi yönetimin benimsendiğini söyleyen Türkeş, Tito’nun ölümünün Yugoslavya’da bir krize yol açtığına değindi.

Somel, Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Derneği ve Ülkeler Arası Planlama Deneyimi'nin (Comecon), başlangıçta pek bir şey ifade etmediğini, Comecon kurulduğu sırada faşizme karşı bir mücadele yürütüldüğünü hatırlattığı sunumunda, farklı süreçlerle iktidarın alındığı belirtti. Somel "Comecon’dan hemen önce Marshall yardımları vardı, sosyalizme tam geçmemiş Doğu Avrupa ülkeleri için bu kafa karıştırıcı olmuştur" dedi. "Bu anlamıyla Marshall yardımları komünizm karşısında batılı ülkeleri bir araya getirmeyi amaçlamıştır" diyen Somel, bunun ideolojik bir kavga olduğunu vurguladı.

1948 yılında Sovyetler birliği, Polonya, Macaristan, Bulgaristan, Romanya, Çekoslovakya, Arnavutluk'un Comecon’u kurduğunu belirten Somel sonraki yıllarda Almanya, Çin, Yugoslavya, Moğolistan, Küba, Finlandiya, Meksika, Angola, Vietnam, Nikaragua, Mozambik, Afganistan, Etiyopya, Laos, Güney Yemen'in katıldığını, bu esnada bazı ülkelerin de üyelikten ayrıldığını ifade etti. Comecon’un amaçlarına, komisyonlarına, enstitülerine ve bileşenlerine değinen Somel, birliğin tarihine de eğilen sunumunda, Comecon’un hangi engellere takıldığını da anlattı. 

Yavuz İrs ise, kentleşme sorununun çözümü için tüm kentlerin yeniden planlanması, inşa edilmesi gerektiğini söyleyerek konuşmasına başladı. SSCB’de kutsal alanın kolektivizasyonunun zaman geçtikçe arttığına değinilen İrs, bu oranın yüzde 3,9’dan yüzde 93’e yükseldiğini dile getirdi. SSCB’deki mimarlarca tasarlanan apartman planlarının görsel olarak sunulduğu oturumda planlanmış Sovyet şehirlerinin kapitalist düzendeki plansız şehirler ile karşılaştırması yapılarak, planlamanın kent sorununda da çözüm olacağı yönünde katkı sunuldu. 

Soru ve cevap kısmının ardından dördüncü oturum da sona erdi. 

İLK GÜNÜN SON OTURUMU: REEL SOSYALİST DENEYİMLER 2

İlk günün son oturumu ise, Reel Sosyalist Deneyimler 2 başlığı ile Mustafa Türkeş başkanlığında sürdü. Çok kültürlülük ve dil politikaları - Aysel Çelik Dinçel, Fırat Sözeri, Özgür Aydın, Eğitimin sosyalizmin kuruluşuna katkısına dair "olağanüstü" bir örnek: SSCB'de Binler Hareketi (1928-32) - Nazlı Somel, Sovyetler Birliği'nin uzay programı; temel ilkeler ışığında kuruluş ve öncülük - Emel Güneş sunumlarıyla oturum sonlandı. 

SOVYETLER BİRLİĞİ'NDE DİL POLİTİKALARI

Dinçel, dünyada neredeyse tek bir dilin konuşulduğu ülkenin olmadığını, ancak devlet anlayışının tek dilli olduğunu söyledi. Bunun ise var olan dil çeşitliliğini azalttığını vurguladı. Tekdilli devlet anlayışının bilişsel düzeye olumsuz etkisi olduğunu da söyleyen Dinçel, tekdilli devlet anlayışının tekdilli dünya anlayışına doğru yöneldiğini vurguladı. Bu tekdil anlayışının İngilizce üzerinden kurgulandığına yönelik veriler sunuldu. Sunumun devamını, Sovyetler Birliği’nde dil başlığı ile Fırat Sözeri gerçekleştirdi. Sovyetler Birliği’ndeki dil politikalarının, dil ve kültürlerin yaşatılmasına yönelik geliştirildiğini verilerin sunulduğu oturumda SSCB’de 130 farklı dilin konuşulduğu belirtildi. Devrimin diğer ülkelere de yayılması ile Rusça’nın baskın dil olup, diğer dil ve kültürleri baskıladığı söylentisinin yanlışlığı yine bilimsel veriler ile ortaya konuldu. Sözeri, Rusça’nın ortak dil ve bilim dili olarak kullanıldığını belirtti. 

Somel, Binler Hareketi sürecini şöyle özetledi: "Genel liseler geri çekildi, seçilmiş işçiler binler halinde mesleki yüksek öğretime dahil edildi."

Somel eğitimin geleceğe yönelik bir çözüm olduğu, sonuçlarının derhal görülmediği bir alan olduğu gerekçesiyle acil ihtiyaçlar mı, eğitim mi tartışmasının da SSCB’de tartışıldığını dile getirdi. Sunumda 1928’de Donbass kömür madenlerindeki sistematik sabotajın da bardağı taşıran son damla olduğu ve bu tartışmanın Binler Hareketinin ortaya çıkmasına zemin hazırlayacak şekilde sonuçlanmış olduğu belirtildi.

Binler’in, eğitim süreçleri boyunca üretimde ya da ülke yönetiminde görev almalarının yasak olduğunu söyleyen Somel, ilk Bin’in özellikleri arasında iç savaşta Kızıl Ordu saflarında savaşan çoğu 30 yaş üstü ve işçi kökenli komünistlerden oluştuğunu belirtti. 110 bin ile 150 bin arasında işçinin bu harekete dahil edildiğini dile getiren Somel, bu işçilerin hemen hemen tamamının çeşitli alanlarda özellikle de endüstride yönetici konumunda çalıştığını ifade etti. 1932 yılında uygulamanın duyulan ihtiyacın azalması nedeniyle sonlandığı belirtilirken, bu hareketin olumlu ve olumsuz sonuçlarına da değinilerek, yapılan şeyin kısaca sınıfsal bilince sahip olanların teknik bilgi ile donatılması olduğu ifade edildi. 

BİR ROKETİN BAŞLIĞINDA İNSAN TAŞIMAK İLE SİLAH TAŞIMAK ARASINDAKİ FARK

Güneş, genç Sovyet ülkesinin devraldığı mirasa değinerek başladığı konuşmasına, Ekim Devrimi sonrasındaki olanaklarla devam etti. Uzay programının hayata geçirilme süreci ile devam eden sunumda roket yapımının tarihçesi ile ilgili de bilgi verildi. Bununla ilgili pek çok araştırma kurumu ve enstitünün kurulduğunu söyleyen Güneş, tüm bunlara olanak veren öncülün ilk beş yıllık plan olduğunu söyledi. SSCB’nin diğer kapitalist ülkelerle karşılaştırıldığında bu beş yılda ciddi farklar atarak öne geçtiği, bunun toplum yararına üretim ve bilim yapmanın doğal bir sonucu olduğu söylendi. Bunun karşılığında emperyalizmin bilimi ve üretimi nükleer silahlar üreterek kullandığı söylendi. Farkın, bir roketin başlığında uzayı keşfetmek için bir insan taşımak ile aynı başlıkta nükleer silah taşımak arasında bir tercih olduğunun altı çizildi. 

Günün son oturumu da soru cevap bölümünden sonra sona erdi. Sempozyum yarın devam edecek.