3. Bölüm: Devlet Opera ve Balesi ve iki genel müdür...

Melis Gönenç'in Devlet Opera ve Balesi'nin yıllar içinde yaşadığı değişimi, uğradığı saldırıları ve son olarak da AKP iktidarındaki durumunu anlattığı yazı dizisinin üçüncü bölümünü okurlarımıza sunuyoruz.

Melis Gönenç

Melis Gönenç Star gazetesinin kültür sanat sayfalarında çok sayıda çalışması yayımlanmış bir gazeteci. Ruhi Su'yla ilgili bir yazısı İbrahim Kalın'ı rahatsız etmiş ve bu nedenle tazminat hakkı da gaspedilerek işten çıkarılarak, Star'daki görevine son verilmişti. Melis Gönenç'in Devlet Opera ve Balesi'nde (DOB) olup bitenleri konu edindiği yazı dizisinin üçüncü bölümünü bugün okurlarımıza sunuyoruz. Dizinin dördüncü bölümü yarın yayımlanacak.

İLK KADIN GENEL MÜDÜR: MERİÇ SÜMEN

İşbirlikçi kulaklarına fısıldar: Meriç Sümen. Bingo! O kadar doğru bir seçimdir ki ve o kadar apar topardır ki, önce İDOB müdürü yapılır, bir ay dolmadan da DOB genel müdürü. Sümen bile şaşkındır. İstanbul’da epey bir süre kenarda tutulmuş, bırakın müdürlük falan, başkoreograflığa çoktan fitken birdenbire…

İslami iktidar açısından Meriç Sümen çok işlevsel bir tercihtir:

a) İslamcı zihniyetin kadını ikincilleştirdiğini savlayan laik-cumhuriyetçi kesimlere tokat gibi bir yanıttır. DOB tarihinin ilk kadın genel müdürünü islamcı parti atamıştır. Hem de ne kadın; hani o tütülü çıplakların priması.

b) Yıllardır DOB’da üvey evlat muamelesi gören ve bir türlü ayrılıp bağımsız müdürlük olmasına izin verilmeyen baleden biri ilk kez genel müdür olup, nihayet dengeleri değiştirecektir. Bale rüştünü ispatlayıp operanın tasallutundan kurtulacaktır. AKP bale dünyasına, en çıplaklara göz kırpmıştır.

c) Meriç Sümen devlet sanatçısıdır. Yani, öyle marjinal bir tip değildir. AKP’nin suyuna gidip onunla işbirliği yapmaya tenezzül etmeyecek kadar “meşru” bir isim olduğu izlenimi yaygındır.

d) Dahası, Sovyetler Birliği ile en yakın ilişkileri olmuş balerindir. İlerici-sol kamuoyu açısından oldukça sempatik bir figürdür.

e) Hırslı ve benmerkezcidir; DOB camiasında sevilen biri değildir. Tekil davranma refleksi güçlü olduğundan, grup hareketliliği sağlaması da güçtür. Yani, olası bir karşı koyma/muhalefet hareketi örgütleme yeteneği oldukça düşüktür.

f) Buna ek olarak, idari işlere son derece uzaktır. Bu alana yönelik ilgisi de, bilgisi de çok sınırlı olduğundan dışarıdan yönlendirilmeye açıktır. Dönemin kültür bakanlığı müsteşarı Mustafa İsen durumu birkaç yıl sonra gayet güzel açıklayacaktır. Meriç Sümen’in, AKP’nin en değer verdiği özelliklerinden biri kuşkusuz budur.

GİZLİ AJANDA

İyi de, AKP’nin gizli ajandası nedir?

İslamcı zihniyetin Cumhuriyet’in çağdaş kültür kurumlarına yönelik iki ana hedefi vardır: 

1) Osmanlı kültür artıklarını rehabilite etmek ki, bunun müzikteki karşılığı Cumhuriyet’in redd-i mirasına konu olan makam müziğine en güçlü meşruiyeti kazandırarak, çoksesli müzik ile eşit kılmaktır. Bir adım ötesi ise arabesk olacaktır.

2) Başkanlık rejimi kurmak. Buradaki başkanlık rejimi, doğrudan “şark usulü” sultanlık rejimidir. Başkanlık, kurumların tüzel kişilik ve tarihsel derinliklerinin zayıflatılması suretiyle tek kişinin yönetsel ve iradi takdirine terk edilmesidir. Bunun da yolu kurumlara “merkezi” yönetimin dayatılarak, her tür özerk ve merkez-kaç eğilim ve alanın baskılanmasıdır. Başa getirilecek mikro sultanlar piramidin en üstünde yer alacak büyük sultana tabidirler.

Bu ikili hedef, AKP’nin gücünü arttırmasıyla doğru orantılı biçimde uygulamaya konacaktır.

Meriç Sümen’e “merkezilik” zorunluluğu fısıldanmaya başlanır. Genel Müdürlük içinden bir Ankara Müdürlüğü çıkarılarak, kalanını hiper güce dönüştürme sürecinin ilk adımları attırılır. Bu durumda balenin ayrılması söz konusu bile edilemez çünkü AKP zaten herkesi tek bir kişiye bağlama çabasındadır. Bu yasa Sümen’in erken ayrılması nedeniyle onun zamanında çıkmasa bile, çalışmaları onun girişimiyle başlayacaktır. DOB’un kurumsal kimliğine yönelik bu dönemdeki en ciddi hamledir.

Bir diğeri, “akçeli işler” nedeniyle görevden alınmış olan Yekta Kara’nın İDOB’a başrejisör atanmasıdır. Ne hukuken, ne de etik açıdan kabul edilebilir olan bu atama yırtığın büyümesinden başka işe yaramaz.

Yekta Kara’ya borç mu ödenmektedir? Belki; ama DOB’un kurumsal zafiyeti artmaktadır.

Oysa ne Meriç Sümen, ne de operayı yöneten Gürçil Çeliktaş’ın böyle bir amacı olabilir. Gürçil Çeliktaş merkez sağ eğilimli olmasına karşın, kurumsal kimlik konusunda duyarlı biridir. Her ikisi de Genel Müdürlük- Ankara Müdürlüğü ayrımını, “şark usulü” merkezilik değil, genel bir koordinasyon işlevi olarak algılarlar. DOB geleneği de zaten böyledir. Oysa, AKP’nin bakış açısı çok farklıdır.

Bu arada AKP daha görünür olan ufak bir deneme yapar: Orkestra müdürü Arzu Sugüneş, 2006 Kasım’ında, orkestradaki kadın sanatçıların “göğüs çatalları görünmeyecek şekilde giyinmeleri, askılı giymemeleri, mini etekten uzak durmaları” gerektiğine dair bir yazı hazırlar. Kıyamet kopar. İstifa etmek zorunda kalır. 

Bu olaya, oğluna yaptığı torpil konusu da eklenince basında yıpranmaya başlayan Sümen, tepkisel bir tavırla, kendini bakan Atilla Koç’u savunma konumunda bulur. AKP imajının parlatılmasında bir kez daha kullanılmış olacaktır. 

Ancak, AKP siyasal yaşamının ikinci evresine geçiş hazırlıklarına başlamış, Ergenekon fitilini ateşlemek üzeredir. Artık “izleme ve işbirlikçi bulma” dönemi bitmiş, kurumların denetimini ele geçirme aşamasına gelinmiştir. Meriç Sümen’in bu tarz bir “merkezileşme” yatkınlığı yoktur; daha gözü kara, daha militan birileri gerekir. Meriç Sümen- Atilla Koç ikilisi ancak geçiş dönemi ekibi olabilir.

Sade suya tirit “pas de deux”: Uykucu, bol gaflı, çizgi film kahramanı sevimli muhafazakâr bakan ile çıplak prima balerina o kadar gotik bir görüntü sergilerler ki, durum gerçekten şizofreniktir.

Her ikisinin de gitme zamanı gelmiştir.

Sümen’e AKP’nin imajına yaptığı katkıdan dolayı teşekkür mahiyetinde 345 kadro verilir. Sevinçten ağlayacaktır.

MERKEZİLEŞTİREN GENEL MÜDÜR: RENGİM GÖKMEN

V. Murat Balesi: Örf ve adetlerimize uygun olarak etek boyları uzatıldı.

Bu seferki ikili, AKP’nin Cumhuriyet rejimine açıktan saldırıya geçip, kurumların denetimini ele aldığı ikinci döneminin figürleri olacaktır. Çok sinsi bir oyunun kahramanları. Kültür bakanlığı müsteşarlığından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün genel sekreterliğine terfi ettirilen, FETÖ’ye yakınlığı ile bilinen Mustafa İsen, işbirlikçinin de önerilerini dikkate alarak, Abdullah Gül’ün kulağına Rengim Gökmen ismini fısıldar. Gül’ün FETÖ yakınlığı kimse için bir sır değildir; yedi yıl boyunca Rengim Gökmen’i himayesine alacak, CSO şefliğini de sürdürmesini sağlayacaktır.

Bakan olarak da Ertuğrul Günay uygun görülmüştür.

Neden bu ikili?

AKP’nin, Cumhuriyet’in başta güvenlik kurumları olmak üzere tüm kurumlarının Ergenekon adı altında laik-cumhuriyetçi direncini kırmaya hazırlandığı bir dönemde, DOB gibi saf kan cumhuriyetçi kurumlardan birinin başına siyasal kökeni ve duruşu konusunda hiçbir şüphe bırakmayacak birini getirmesi politik aklın gereğidir. İyi de, böyle bir ismin islamcı AKP zihniyeti ile nasıl ortak bir çalışma zemini olabilir ki?

Her iki isim de AKP açısından son derece isabetli seçimlerdir. Ameliyattaki hastanın anestezistleri olacaklardır.

Rengim Gökmen opera sanatçısı bir anne ile tiyatrocu bir babanın oğludur. Ankara Devlet Konservatuarı’nda klasik bir eğitim almış, İtalya’da bulunmuştur. 90’larda başlayan neoliberal dönemin en soldaki bakanı Fikri Sağlar’ın 1992-1995 arasında DOB genel müdürlüğünü yapmıştır. Dolayısıyla, laik-cumhuriyetçi kökenini sorgulamak için bir neden yoktur. Bu yönüyle AKP için uygun bir vitrindir. İyi de, onca isim arasında neden o? Zaten DOB’da laik-cumhuriyetçi olmayan yoktur ki.

Rengim Gökmen’in bir özelliği AKP’yi cezbetmektedir: Merkeziyetçidir ve özerkliğin “solcuların işi” olduğunu düşünmektedir. 1992-1995 dönemindeki müdürlüğünde de sosyal-demokrat bakan ile anlaşmazlığa düştüğü esas nokta budur. DOB’u merkezileştirip, başkanlık yatağına taşımak istemektedir. AKP gökte aradığını yerde bulmuştur.

Gökmen’in bir diğer yaklaşımı “nitelik yerine nicelik”in önemsenmesine dairdir. Bunu açıkça belirtmekten de sakınmaz. Neoliberal tüketim normlarına çok uygun bir tavırdır. Temsil sayısı ve salon doluluk oranı sanatsal niteliğin önündedir. Genel müdürlük döneminin bütününde bu leitmotiv varlığını duyumsatacaktır.

İşbirlikçimiz AKP’li kulaklara fısıldar: Rengim Gökmen şefliğinin kabul görmesi için çok isteklidir, çünkü ortalama bir şeftir. Mesaj alınır. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) üyelerinin çoğunluğunun karşı çıkmalarına rağmen jet hızıyla 2006’da CSO şefi yapılır, 10 ay sonra da DOB genel müdürü. Gerçekten de Gökmen’in elinden hiçbir orkestra kurtulamaz, semt orkestraları dahil hepsini yönetme oburluğu giderek daha da artar. AKP cennetin kapısındadır.

Ve Gökmen’in “diplomat” kişiliği; kibar, uygar ve zarif tavırları, beyefendi davranışları insan ilişkilerinde etkili olur. Herkesi dinlemesi, sakin ses tonu, kendisinden istenileni haklı bulduğu ve gerçekleştireceği izlenimi yaratır. Bu da, ona yönelik düş kırıklıklarının ertelenmesini sağlar. AKP için ideal bir yöneticidir. Onlar “takiyye” diyorlar.

Bütün bu özellikler FETÖ’nün de dikkatini çekecek, Gökmen’in “kişiliği” ve “başarıları” müthiş bir medyatik pompalamanın konusu olacaktır.

Ya Ertuğrul Günay?

Onun da Rengim Gökmen’den aşağı kalır yanı yoktur. 68 kuşağının anlamlı isimlerindendir. Yıllarca CHP’de çalışmış, en sonunda genel başkan adayı bile olmuştur. Hırslıdır. 12 Eylül sonrasında Dev-Yol ile ilişkisi nedeniyle gözaltına alındığı medyada bolca yer almıştır. Yani, onun da laik-cumhuriyetçi duruşu ile ilgili şüpheler yersizdir.

Peki, o zaman AKP’den bakan olma bemolü nasıl açıklanır? Herhalde onları frenlemek için olsa gerektir. Nitekim, Muhsin Yazıcıoğlu’nun naaşının Taceddin Dergâhı’na gömülmesine karşı çıkarak Cumhuriyet tarihimizin en radikal ve güçlü muhalif tepkilerinden birini yaşama geçirecektir!

Rengim Gökmen vicdanen rahattır çünkü “68’li solcu” bir bakan ile çalışmaktadır. Bakana yöneltilen “dönek” suçlaması mı? Bir avuç jakoben dar kafalının sayıklaması…

GÖKMEN MERKEZİLEŞTİRİYOR

Gökmen’in AKP’ye en büyük hediyesi DOB’u merkezilik cenderesine sokması olacaktır. Bu girişimi DOB’un kurumsal varlığına yapılan en büyük saldırıdır. Yıkımın boyutları önemli ölçüde Selman Ada, bütünüyle de Karahan DOB’unda gözler önüne serilecektir. Merkezilik eğilimi Rengim Gökmen’in siyasal-toplumsal formasyonuna değil, kişisel nedenlere bağlıdır. Müzikal şef ile idari şef onun için aynılaşır. 2008’de Genel Müdürlük-Ankara Müdürlüğü ayrımı hukuki temel kazanır. Daha doğrusu kazandığı varsayılır.

Genel müdür hızla işe koyulur. Birkaç yıl içinde kent müdürlüklerinin hiçbir özerk alanı kalmaz, ne repertuar, ne gişe geliri, ne personel alımı, ne harcama… Kapıkulu düzeninin taşları döşenmektedir.

Ergenekon süreci derinleştikçe merkezileşme de derinleşir, onunla birlikte hukuksuzluk da.

Nasıl mı?

Merkezileşme sürecinin hukuka uygun olmadığını savlayan DOB sanatçısı Necat Pınazoğlu konuyu idare mahkemesine taşır. 8. İdare Mahkemesi’nin 2013/1084 Esas ve 2014/940 karar sayılı hükmüyle Pınazoğlu haklı bulunur. Sonuç?

Hiç; hukuk artık rafa kaldırılmıştır. Türkiye koşar adım başkanlık sistemine savrulmaya başlamıştır. Mahkeme kararlarının uygulanmaması kurumların altyapısal güvencesini yok eder; AKP’nin de isteği budur.

Rengim Gökmen kendi gerekçelerini dile getirir: Merkezilik zorunludur zira bu fakir ülkenin opera-bale gibi pahalı bir sanata ayırdığı para çarçur edilemez. Bir müdürlüğün hazırladığı temsil, başka müdürlüklere de götürülerek farklı müdürlüklerin aynı yapıtı sahnelemeleri önlenmelidir. Bu bilmecenin Türkçesi mi? Hani “havuz medyası” deniyor ya, onun opera versiyonu: Havuz operası. Nitekim, Gökmen ek bütçe kullanmayan nadir genel müdürlerdendir. Ekonomik rasyonalite açısından bu yaklaşımda haklılık payı bulunabilir. Ancak, sanat kurumlarının kökleşmeleri, yalnızca “ekonomik” olanaklara bağlı değildir. Özgür çalışma ortamı ve yaratıcılığın önünün açılması ile de yakından ilgilidir. Opera-balenin güçlüğü ve biraz da lüks görünmesinin altında yatan gerçek budur. Gökmen’in “ekonomik rasyonalite” gerekçeli merkeziyetçi yaklaşımının, DOB’un sanatsal çöküşüne nasıl yol açtığını görmek için yine Selman Ada, özellikle de Karahan dönemini beklemek gerekecektir.

Genel müdür “merkezilik” konusuna o kadar bağlı ve bugünkü çöküntüyü o derece meşrulaştırmak çabasındadır ki, fantezi dünyası klinik sınırları zorlamaya adaydır:

“DOB dünyadaki örnekleri içinde en büyük kurumdur. Çünkü bütün opera ve bale kurumları birer kurumdur; birer orkestra, birer bale grubu ve opera sanatçılarıyla tekildirler. Bizde ise genel müdür 6 tane operanın genel müdürüdür. Bu da çok ayrıcalıklı ve tasarruflu yönetim biçimidir. Avrupa’da geçen haftalarda katıldığım bir iki toplantıda bu modeli sunduğum zaman çok ilgilerini çekti. Önümüzdeki yıllarda, sanıyorum, büyük opera evleri de bu tür bir yönetim modeline geçecekler çünkü çok daha tasarruflu, çok daha bilinçli ve paylaşımcı.”(CNN Türk,”Hafta Sonu”, 14 Ekim 2018)

Neyse, 400 yıllık opera geleneğine sahip Avrupa’nın, operanın “tasarruflu” yönetimi konusunda bizden öğreneceği çok şeyler olduğunu duymamız, ulusal gururumuzu okşamanın yanı sıra, başkanlık rejiminin gücü ve işlevselliğini de doğrulamış oluyor!

DOĞAL SONUÇ: TÜSAK

Rengim Gökmen’e merkezi yapı kurdurulmuş, DOB’un kurumsal kimliği inceltilmiştir. Bu gelişmenin mantıki doğal sonucu TÜSAK olacaktır. TÜRKİYE SANAT KURUMU, hani şu bütün sanat kurumlarının tüzel kişiliklerini kaldırıp, yönetimlerini 11 kişilik bir üst kurula teslim etme girişimi. Öyle ya, önce kurumlar kendi içlerinde merkezileşecek, ardından bir üst merkezi yapıya bağlanacak (TÜSAK), o da başkan sultanın emrine verilecektir. 

İşte tam bu sırada bir sürpriz olur. DOB’da hemen herkesin şaşkınlığına yol açacak şekilde, genel müdür diğer müdürleri de arkasına alıp TÜSAK aleyhine bir bildiri yayınlar. Şaşırılmıştır çünkü o saate kadar Rengim Gökmen’in AKP yönetimi ve cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile arasından su sızmamıştır. TÜSAK projesinden elbette haberdardır, DOB işbirlikçisinin ve bazı ünlü isimlerin projeye desteğini konuşmuşlardır. Üstelik, opera müdürleri ile Devlet Tiyatroları (DT) ve DOB genel müdürlerinin müsteşar ile yaptıkları toplantıda genel müdür Gökmen taşıdığı sıfatın hakkını verememiş, oyunun rengini belli etmemek için susmuş, diğer müdürleri konuşturup barometreyi ölçmek istemiştir. Tipik tavrıdır. Hiçbir zaman angajmanını görünür kılmaz, “diplomatik” tavrını genel eğilim ve güç dengelerinin açığa çıkmasını beklemek için kullanır. Herkesin sessiz kaldığı toplantıda müsteşarın sinirlenip salonu terk etmesi sonucu paniğe kapılır, hemen arkasından koşarak teskin etmeye çalışır. Bu olayın tanıkları TÜSAK bildirisinde imzasını görünce epey şaşıracaklardır. Olaydan sonra görevlendirilen müfettişin, “bildiriyi imzalamanız konusunda genel müdürün baskısı oldu mu?” sorusuna da. 

Hadi daha fazla ayrıntıya girmeden iki seçenekli olasılık üzerinde duralım:

1) Rengim Gökmen AKP’nin “merkeziyetçilik” eğiliminin doğal sonucu olan TÜSAK projesinin başta DOB, Cumhuriyet’in ana sanat kurumlarında yaratacağı tepkiyi bekleyip görmek istemiş, ibrenin olumsuza döndüğünü anlayınca, kendi doğal ortamından dışlanıp meşruiyetini kaybetmemek için metni imzalamıştır. 

Tabii, bu çıkışında, Gökmen’in TÜSAK vebalinin altında kalmak istemeyişi kadar, AKP’nin gizli ajandası olduğu ve kendisini kullandığı, hiçbir zaman onların “has” adamı olma olasılığının olmadığını hissetmeye başlamasının da rolü olduğu düşünülebilir. TÜSAK kabul edilse bile orada yer alamayacağını anlamaya başlamış ya da kulağına fısıldanmıştır. Doğrudur. AKP, hem DOB, hem de TÜSAK için kendi adaylarını bulmuştur bile. Zamanını beklemektedir.

2)17-25 Aralık 2013 tarihinde FETÖ hükümete yönelik saldırı başlatmıştır. İslamcı cephe Cumhuriyet’in mirası için birbirine düşmüştür. Rengim Gökmen TÜSAK bildirisine tam da bu kapışma esnasında imza koymuştur. Görevden alınacaktır. Bu arada bakan Ertuğrul Günay da aynı fırtınada protesto mahiyetinde istifa edecektir. Neyse, belki de hepsi tesadüftür!

Hangi seçeneği işaretlerseniz işaretleyin, sonuç DOB için aynıdır: Rengim Gökmen’in merkezileştirme politikası AKP’yi çok sevindirecek şekilde DOB’un kurumsal kimlik ve geleneklerine ağır bir darbe indirmiştir.

SINIRSIZ HİZMET: MEVLİT KANTAT

Hizmetin bu kadarı bile AKP’yi ihya edecekken, genel müdürün hizmet aşkı sınır tanımamaktadır:

2011 Nisan’ında 600 yıllık Mevlit’in kantat biçiminde bestelenip, Cumhurbaşkanlığı himayesinde, Diyanet İşleri’nin desteğinde DOB’un 110 kişilik orkestra, 320 kişilik koro ve iki solisti tarafından seslendirileceği müjdesini verir:

“Uluslararası bir projeye imza atıyoruz. Ulusal sanatçılarımızdan, tamamen ulusal değerlerimizden bir eser olmasının ötesinde, etkileri evrensel anlamda hissedilecek bir projeyi ortaya koyuyoruz. Dünya prömiyeri bu dev projenin bir başlangıcı olacak. Bu proje belki yıllarca sürecek. Ulusal anlamda Türkiye’de çeşitli turneleri olacak. Dünyada da önemli merkezlerde tekrar etmesini arzu ettiğimiz bir etkinlik. İstanbul’un adını sanatla ve kültürle duyurabileceğine inanıyoruz. Bu projenin de bunda önemli bir payı olacağı düşüncesindeyiz.” (Musiki Dergisi, 11 Nisan 2011)

Genel müdürü çok heyecanlandıran bu proje ile Atatürk’ün müzik devriminde önemli bir adım daha atılır: “Ulusal” olan öz, batılı teknik ile kaynaştırılmıştır. Gerçi M. Kemal’in “ulusal”dan anladığı farklıdır ama devir değişmiştir. Ayrıca, söz konusu olan yapıt dünya çoksesli müzik literatürüne geçip, yıllarca çalınacak… Mevlit’in İngilizce sunumunu Michael Jackson’ın kardeşi Jeraine Jackson yapacak; Kevin Kostner ise Beyaz Saray’ın bahçesindeki temsilde bu işi üstlenecektir; Fransızcasını Gerard Depardieu, İspanyolcasını ise Antonio Banderas. DVD kaydı 60 ülkede satılacak, Hz.Muhammed’i müzikle anlatan bir eserle dünyanın pek çok ülkesindeki evlere girilecektir. Zirve mi? Elbette, Vatikan’daki konser. Eh, dinlerarası diyalog dönemindeyiz; FETÖ formatı!

Rengim Gökmen altın oranı yakalamıştır: Atatürk çizgisi korunarak “ecdat” ile barışılmış, çağdaş Türk müzik ekolünün gerçek formülüne ulaşılmış, o güne kadar bizi “milli” tarih ve kültürümüze yabancılaştıran opera-bale artık islami-milli özümüze uzanan köprü görevine soyunmuştur. Üstelik, islam ülkelerine rol modeli oluşumuz bir kez daha teyid edilecektir. Genel müdür mutlu, heyecanlı ve umutludur.

Ancak, aynı duyguları taşımayanlar da vardır. İstanbul Hafızlar ve Mevlithanlar Cemiyeti Başkanı Hafız Halil Akıncı’yı artık uyku tutmamaktadır. Cumhurbaşkanı, Diyanet İşleri Başkanlığı destekliyor da ne demektir?! Mevlit artık öyle okunacaksa… Bu yaştan sonra kalk git şan eğitimi al, gâvurun aletleri, sahnesi… Olacak şey mi? Duruma derhal vaziyet etme gereği duyar:

“Mevlit formatında bir mevlit değil. Mevlitle uzaktan yakından alakası olan bir format değil.” (Yeni Asya, 22 Nisan 2011)

Pazar günü Sultanahmet Camisi’nde İstanbul’un en seçkin mevlithanlarının katılacağı bir öz mevlit programı düzenleyeceklerini söylerken, sopanın ucunu da göstermeyi ihmal etmez:

“Mevlit programına bundan sonra bu beste üzerinden devam edilmesi halinde biz daha da etkin tepkiler gösteririz.” (Yeni Asya, 22 Nisan 2011)

Neyse, kendisine durumun öyle olmadığı, endişelenmemesi gerektiği lisan-ı münasiple izah edilir de hafızımız uykularına yeniden kavuşur.

Ha, Mevlit Kantat prömiyeri ne mi oldu? Yapıldı. İlgili bakan işi olduğu gerekçesiyle teşrif buyurmadı. Yerine “Bakara-makara” bakanı gönderdi. Değişik dillerde sunum yapacak dünya starları? Hadi işin arkasındaki siyasi ve akçeli pastayı bir an için görmezden gelerek yanıtlayalım: Ah bu sanatçı-yöneticilerin fantezileri!

ECDAT İLE BARIŞTIK YA!

“Ecdat” ile barışmaya başlamıştık; gerisi kendiliğinden gelirdi:

Genel müdürün, Osmanlı saray müziği eşliğinde sergilenen “Harem” balesine yeni bir ivme katıp, hedef kitlesini daha belirgin hale getirmesi, -“Bu tür eserler, klasik bale izleyicisi dışında başka izleyicilere de seslenmemizi sağlıyor.”  (AA, 22 Mart 2013) - islamcı iktidar çevrelerini memnun ve mütehassis kılar.

Harem Balesi: Osmanlı Saray müziği eşliğinde “ecdat” ile barışma.

Yine 2012 sezonunda sahnelenen V. Murad balesinde balerinlerin örf ve adetlerimize uygun olmayan kısalıktaki etek boyları 68’li bakan Ertuğrul Günay’ı tedirgin edince, “kamuoyunu kucaklayıcı olmak” (Hürriyet-Kelebek, 15 Aralık 2012) adına Rengim Gökmen derhal etek boylarının uzatılması emrini verir. Ecdat ile buluşmamız sağlanmış ancak uzayan etekler balerinleri kucaklayan erkek dansçıların yüzlerini kapatır hale geldiği için, Apollo karakterini canlandıran Oliver Spence yanlışlıkla kulise çarpmıştır. (Cumhuriyet, 14 Aralık 2012) Sonunda, repertuardan çıkarmanın en kestirme çözüm yolu olduğu anlaşılır.

Devrik genel müdür hizmette devamlılık anlayışına da sahiptir:

2017 sonunda Murat Karahan’ın Zeki Müren şarkıları söylemesi için kurulan Limak Filarmoni Orkestrası’nın şefliğini yapacak olması, bu anlayışın doğal bir uzantısıdır. Zeki Müren ve makam müziğinden söz ederken, müzikler arasındaki “duvarların çok sert örülmemesi, kaldırılması lazım” geldiğini, “gerçek anlamda popüler kültürü olmayan toplumların sanat müziğine (çoksesli müziği kastediyor) ulaşamayacakları”nı belirtir. (CNN Türk,”Hafta Sonu”,14 Ekim 2018) Böylece, Türk Sanat Müziği ve arabeskin “gerçek popüler müzik” olup, bizi çoksesli müziğe ulaştıracak yol olduğunu da anlamış oluruz. Saray’ın Orhan Gencebay’ı Türkiye’deki müzik yaşamını yönlendirecek “merkezi” kurumdaki tek temsilci olarak seçmesinin üzerinden henüz 5 gün geçtikten sonra gelen bu açıklamalar yeterince anlamlı değil midir?

Gerçekte tabuta çakılan son çivi ise, 10 Ekim 2018’de Saray’da yönettiği CSO konseridir. Bundan onur duyduğunu açıklamakla yetinmez, Atatürk’ün müzik anlayışının Saray’ınkiyle aynı çizgide olduğunu da kabul eder. Oysa, Saray’ın birdenbire ortaya çıkan bu senfoni ilgisi hiç de masum değildir. Bir gün önce başkanlık rejimi kurullarından  “CUMHURBAŞKANLIĞI KÜLTÜR VE SANAT POLİTİKA KURULU”na üyeler atanmış ve yukarıda belirtildiği gibi, müziği Orhan Gencebay’ın temsil etmesine karar verilmiştir. Durumun, DOB’un eski genel müdürü, CSO’nun şefi Rengim Gökmen’e tasdik ettirilmesi yerinde olur. Murat Karahan, Gökmen’in ne ağırlığını ne de meşruluğunu taşımaktadır. Eh, malûm, eski tüfek Rengim Gökmen’in Atatürk müzik devrimi konusundaki duyarlılığı her tür takdir ve şüphenin üzerindedir! Üstelik, görevden alınmış olan bir genel müdürün, hiçbir şey olmamış gibi, onur duyup, övgülerle meşrulaştırdığı… Neyse, boşverin; daha fazla anlatmaya değmez.

Gökmen geri dönülmez bir yola girmiştir.

Geriye bir soru ve bir sonuç kalıyor:

Soru: Rengim Gökmen gibi birine bunları yaptıran ve Danıştay kararı ile göreve iade edildiğinde kendisini görevden alanlara “ben iade istemiyorum, danışmanlık görevinde size etkili yardımcı olmam yeterli.” (Hıncal Uluç, Sabah, 2 Kasım 2017) dedirten şey nedir? 

Rehin alınma? Borç ödeme? Para aşkı? Kişisel zaaf?...

Sonuç: O artık çoksesli müzik dünyası ve Mustafa Kemal Cumhuriyet’inin müzik devriminin Damat Ferit’liğine adaydır.

Rengim Gökmen’e teşekkür mahiyetinde CSO şefliği iade edilir.

Ertuğrul Günay - Rengim Gökmen düosu AKP projesinde belirtilen işlevlerini yerine getirdikten sonra sahneden çekileceklerdir.

[email protected]