İstanbul'da binler 'Halkın şöleni'nde buluştu

TKP'nin ‘2020'yi kazanmak için, Umuda, örgütlülüğe, halkın şölenine çağrı!’ başlığıyla üç büyük kentte düzenlediği etkinliklerin ikincisi İstanbul’da büyük bir coşkuyla gerçekleşti.

soL- İstanbul

Türkiye Komünist Partisi'nin (TKP) "2020'yi kazanmak için, Umuda, örgütlülüğe, halkın şölenine çağrı!" başlığıyla üç büyük kentte düzenlediği etkinliklerin ikincisi İstanbul Bostancı Gösteri Merkezi'nde düzenlendi.

Etkinlik başlamadan önce, mücadele eden çok sayıda sektörden işçi, büyük bir coşkuyla Bostancı Gösteri Merkezi'ne geldi. Bimeks işçileri, Yazılım emekçileri, Tekstil işçileri, Özgür Boza okulu velileri, Doğa Koleji öğretmenleri, inşaat işçileri, metal işçileri, otel emekçileri ve kafe işçileri, sloganlar eşliğinde gösteri merkezi önündeki alana pankartlarıyla girdi. 


Salonun açılması beklenirken, Patronların Ensesindeyiz Ağı'na katılarak farklı iş kollarında haklarını arayan işçiler bir araya gelerek mücadelelerini anlattı. 

İstanbul Maltepe'de 30 Mart sabahı işe gitmek için çıktığı evinin önünde, aynı işte çalıştığı Zeynel Akbaş tarafından öldürülen Fatma Şengül'ün oğlu Koray Şengül de etkinliğe katıldı.

İşçiler ve öğrenciler salona giriş yaptı.


Bostancı Gösteri Merkezi'ndeki etkinlik partiye yeni katılanların video gösterimi ile başladı.

17 Nisan 1999 tarihinde Sosyalist İktidar Partisi'nin seçim konvoyuna MHP'liler tarafından yapılan silahlı saldırıda yaşamını yitiren komünist tekstil işçisi Hüseyin Duman'ın annesi Fadime Duman da salondaydı.

Sahneye ilk olarak komünist şair Nihat Behram çıktı. Sanatçı "Kundak" isimli şiirini okudu.


TKP İstanbul İl Başkanı Aydemir Güler konuşmasına Uludağ'da yitirilen dağcılar Mert Alpaslan ve Efe Sarp’ı anarak başladı. Güler, "Salonlar neymiş; alanlara, bu kente sığmayacağız. Bu kenti, bu ülkeyi değiştireceğiz" diye konuştu.

Aydemir Güler'in konuşması şöyle:

"Salona sığmadık. Salona sığmadık ama yine de eksiğiz. 

Geçen hafta günlerdir adını koyamadan beklediğimiz haber geldi. Uludağ’da kaybolan iki kardeşimizin, iki yoldaşımızın cansız bedenleri bulundu: Efe ve Mert… bugün bizimle olacaklardı.

Ağustos ayında işçi katliamının acısı işçi sınıfı partisinin, partimizin içine düşmüştü. Burak, 16 yaşında komi olarak işe alınıp motokurye olarak çalıştırılırken İstanbul’un kanla kaplı karayollarından birinde öldü. Öldürüldü. Tetikçiliği dikkatsiz şoförlerin üstlendiği bir patron cinayetiydi. İş arkadaşları, ailesi bugün buradalar. Bir ihtimal Burak da bizimle olacaktı. Eksiğiz." 

'BU KENTİ, BU ÜLKEYi DEĞİŞTİRECEĞİZ'

"Daha çok eksiğiz ve daha çok çoğalacağız. Salonlar neymiş; alanlara, bu kente sığmayacağız. Bu kenti, bu ülkeyi değiştireceğiz. Birileri eksilirken başkaları ekleniyor. Kadın katliamının kopartıp götürdüğü Fatma Şengül artık bu dünyada değil. Ama az önce bekleme alanında mikrofonu alanlardan biri de Fatma Şengül’ün oğluydu. Koray Şengül bu dünyada. Bu salonda.

İlle bu kadar ağır kişisel dramlar yaşamış olmamız gerekmiyor bugün Bostancı’da buluşmak için. Öykülerimiz çok sıradan. Üç kente uzanan bu toplantı dizimizin çağrı videoları yayınlandı; önemli bir kısmınız izlemiştir.

Orada birimiz 'Boğuluyordum' diyordu. Türkiye’nin boğulmakta olan bütün emekçilerini temsilen boğulmayı reddettiğini ve Parti saflarına katıldığını anlatıyordu. Sıradan bir işçi. Bizden biri. Ülkedeki milyonlardan biri. Partideki binlerden biri. 

Bir başka emekçi yine bir çağrı videosunda ben diyordu memnun olmadığım her şeyi konuşurum. İtiraz ederim… Bundan gelmişti partiye. Demek ki boğulmak veya memnun olmamak yetmiyor. Boğulmayı sineye çekmemek gerekiyor. Memnun olmadığını haykırmak gerekiyor. İşte o zaman TKP salonlara sığmaz oluyor."

'YAŞAMAK İSTİYORUZ!'

"Ankara’dan bir inşaat işçisi. Muhtemelen İstanbul’daki inşaat veya metal işçisi kardeşleri gibi 'Fazla bir şey istemiyorum' diyordu. İnsanca bir yaşam tarif ediyordu bize: Makul bir saatte eve gelip dinlenmek, bir kitap açıp okumak. 

Yaşamak istiyoruz. Dinlenmek istiyoruz. Sevdiğimiz bir işte çalışabilmek istiyoruz. Öyle bir düzende yaşıyoruz ki, yaşamak için, dinlenmek için, sevdiğimiz bir işte çalışabilmek için burada buluşmamız gerekiyor.

Yine videolardan birinde İzmir’den tekstil işçisi bir kadın gülümseyerek diyordu ki, 'Bizi TKP’ye hakkımızı vermeyen patronlar itti.' Hakkını istemekten daha normal, daha sade ne olabilir? Neden örgütlenmek ve neden mücadele etmek gerektiğini anlamak bu kadar sadeleştiyse, o memlekette emekçiler için durum kötü demektir. İnsanlık yok edilmek isteniyor demektir. Ancak örgütlü mücadele gerekliliği insan olmak kadar sıradanlaşmışsa, algılanması çok kolaylaşmışsa karanlık kuşatma deliniyor demektir aynı zamanda."

'KABUSU AYDINLATMAK İÇİN BUGÜN BOSTANCI'DAYIZ' 

"Türkiye diğer taraftan baktığınızda kapkara bir kâbus. Türkiye bizim taraftan baktığımızda karanlıkta gedikler açılan bir umut ülkesi. Mücadele etmeden yaşamanın olanaksız olması. İstanbul bu gerçekliğin en saf haliyle algılandığı şehir. Çok basit: Ya durduracağız, ya da kanal diyerek, rant diyerek, Boğaz diyerek bu şehir ve bölge görülmemiş bir çevre felaketinin içine gömülecek. Para için coğrafyayı öldürecekler. 

Mücadele etmeden depreme karşı önlem alınamayacak bir noktadayız. Yirmi yıllık süreçte düzenin deprem stratejisinin önceliği açığa çıktı: İnşaat kârları. İnsan hayatının yerine inşaat kârları. 99 sayesinde kentsel dönüşümün gazına bastılar. Şimdi yeni deprem olasılığı karşısında ellerini ovuşturuyorlar: Yıkılsın ki yeniden yapalım. Kâbusu aydınlatmak için bugün Bostancı’da buluşan yoldaşlar, dostlar… Hoş geldiniz!"


'NEREDE MÜCADELE VARSA ORADA TKP'Yİ GÖRECEĞİZ'

"Geçtiğimiz hafta Türkiye Komünist Partisi’nin, Patronların Ensesindeyiz Ağı'nın inisiyatifiyle ve örgütlemesiyle Doğa Kolejlerinde iş bırakıldı. Hakkını istemek gibi sıradan bir işe kalkışacaksan, iş bırakacaksın. İş bırakacaksan, TKP ile ilişkileneceksin.

Geçtiğimiz hafta iki işçi İstanbul İl Merkezi'ni ziyaret etti. Birkaç yıl önce haksız yere işten atılmış ve direnişe geçmişler. Direnişlerinde TKP yanı başlarında olmuş. Şimdi açtıkları tazminat davasını kazanan bu işçiler haklarının bir parçasını TKP’ye getirdiler. 'TKP’nin başka işçilerin direnişinde, bu kez onların yanı başında olacağını biliyoruz' dediler. 

Geçtiğimiz hafta İzmir’de bir tekstil fabrikasının işçileri patronu geri püskürttü ve haklarının önemli bir bölümünü aldılar. Halayın en güzeli, çark çekiçli bayraklarla çekilen grev zaferi halayıymış, bütün ülkeye onu gösterdiler. 

Önümüzde gelecek haftalar var. İşçi cinayetlerine karşı, işsizliğe karşı, kadın katliamına karşı, ülkenin insanıyla doğasıyla, kentiyle kırıyla yok edilmesine karşı mücadele edilecek başlıkları var. TKP, Doğa Koleji'nde. TKP, tekstil fabrikasında. TKP, metal fabrikasında. TKP, okulda. TKP, şantiyede. Nerede mücadele varsa orada TKP’yi göreceğiz. Nerede memnun olmadığı şeyi söylemeden duramayan bir insan varsa, TKP orada. Sistem nerede bir emekçiyi boğuyorsa, nerede bir emekçi birinin kendisini dinlemesine, gözlerinin içine bakmasına açsa, TKP orada."

'MÜCADELE EN SIRADAN İNSANLIK DURUMUDUR'

"Türkiye Komünist Partisi, 1848’de Marx’ın yazdığı satırların takipçisidir. komünistlerin işçilerden ayrı, kendilerine has bir çıkarı yoktur. Komünist Parti, işçi sınıfının ta kendisidir. İşçi sınıfının yeni bir düzen arayan öncü koludur. Sıradan emekçileri yepyeni bir düzenin, eşitliğin, adaletin, özgürlüğün hüküm süreceği bir düzenin kurucusu olarak görenlerdir komünistler. 

İşçi sınıfının kurtarıcısı olmaz. İşçi sınıfı partisiyle örgütlendiği zaman, önünde durulmaz bir yıkıcı enerji yaratır. İşçi sınıfı bu düzeni yıkmak için ve yıktıktan sonra onun yerine ne koyacağını partisiyle birlikte keşfederek görülmemiş bir yaratıcı enerji açığa çıkartır. Komünizm sıradan emekçilerin kahramanlaşmasıdır.  

Hakkını aramak, düşündüğünü açıkça söylemek, boyun eğmemek… yani dünyanın en insani, en olağan davranışları Komünist olmanın nedeni haline gelmişse, o ülke insanı yok etmek isteyen alçakların eline esir düşmüştür. Ama aynı zamanda o ülke kara bulutların dağılmak üzere olduğu bir ülkedir.

Bunu anlamayanlar, buna inanamayanlar var. Çünkü ülkemiz hakkında rivayet muhtelif…

Türkiye muhalefetin birkaç yüz kişilik protestolara indirgendiği bir ülke olarak da resmedilmek isteniyor. Türkiye itiraz edenin ağzına biber gazı sıkılan ve bu nedenle artık sadece birkaç kişinin itiraz edebildiği bir ülke haline getirilmek isteniyor. 

Türkiye mücadele yoluyla pek bir şey elde edilemeyecek, dolayısıyla mücadelenin bir onur konusu, bir erdem konusu olduğu bir ülke olarak gösteriliyor. Madalyonun bir yüzünde 'Mücadele erdemlilere özgüdür' yazarsa, diğer yüzünde de 'Gerçekçi ve akıllı olan sürüye katılır' diye yazar. Yalnızca erdemli olanlar mücadele eder diyorlar. Erdem de az insana nasip olduğuna göre, yapacak bir şey kalmıyor. 

Oysa mücadele edenler erdem denen şeyi, onur denen şeyi kendi elleriyle inşa ederler. Türkiye Komünist Partisi, mücadelenin en cesurlara, en kahramanlara, en yiğitlere özgü olduğu fikrini reddediyor. Bizce mücadele en sıradan insanlık durumudur. Sosyalizm insanlığın mutluluk halidir. Türkiye Komünist Partisi emekçi insanların birbirlerinin koluna girmelerinin, birbirlerinin gözünün içine bakmalarının, birlikte bu düzene boyun eğmemeyi öğrenmelerinin adıdır." 

'KARANLIK KABUSU YIRTIP ATACAĞIZ'

"İstanbul’da Türkiye Komünist Partisi 2019 yılını bu toplantıyla kapatacak. Bu yıla başlarken kaç kişi idiysek, bitirirken iki katı olarak bitiriyoruz. Bu yıla başlarken kaç emekçi mahallesinde semt evimiz var idiyse, yeni yıla onun iki katıyla, üç katıyla gireceğiz. Bu yıla başlarken kaç fabrikada, kaç atölyede, kaç plazada, kaç markette birimlerimiz var idiyse, yeni yıla onun beş katıyla, altı katıyla başlayacağız. 

Bu yıla başladığımızda gençlikten okumuyorlar diye şikayet mi ediyordunuz? Yeni yılda işçi sınıfının yolundan yürüyen bir gençlik hareketimiz var diyeceğiz. Karanlık kabusu yırtıp atacağız."

Etkinliğe ezgileriyle katılan Yapıcılar Orkestrası ve sanatçı Gülcan Altan sahne aldı.

Ayrıca etkinliğe tüm dünyadan komünist ve işçi partileri de destek verdi. Portekiz, Venezuela, İtalya, Britanya, Rusya, İsrail, Yunanistan, Macaristan, İspanya, Hindistan ve Meksika'dan partiler dostluk mesajlarını iletti.



Gazeteci-yazar Enver Aysever de, Nâzım Hikmet'i, komünist şairin mücadelesini anlattı:

"Nâzım Hikmet komünizmdir, Nâzım Hikmet devrimdir, Nâzım Hikmet Türkiye'dir, Nâzım Hikmet memlekettir!"


Aysever'in ardından sahneye çıkan sanatçı Orhan Aydın, Nazım Hikmet'in "Seni Düşünüyorum" adlı şiirini okudu.  


Hemen arkasından ise TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan söz aldı. Okuyan şunları söyledi:

"Nazım Hikmet bir diğer büyük edebiyatçımız Orhan Kemal’e şöyle demiş: 'Bir insanın birey olarak ümitsizliğe kapılması yalnız kendini ilgilendirir. Ama örneğin bir doktorun insanların hastalıkla mücadelesinin boş olduğuna inanması işte bu kabul edilemez' ve der ki 'yazarların da ümitlerini kaybetmeye hakkı yok'.

Buraya umudu yaymaya geldik. Aslında bütün yaptığımız her şey umudu çoğaltmak, yaymakla ilgili. 

Dün Aydemir dışında buradaki ekip İzmir'de idik. İzmir İl Başkanı ile aynı programı yaptık. Ben bir değişiklik yaptım. Dünkü konuşmamı tekrarlamayacağım. Dün salonda atılan sloganlar beni çok düşündürdü. Birçok şey düşündürdü ama atılan sloganlar çok etkiledi. Düşündüm, bizim sloganlarımız dolu dolu, içeriği güçlü sloganlar. Bizim sloganlarımızı anlatmaya karar verdim, nereden geliyorlar, onların hikayesini anlatacağım. 

Slogan diyip geçmeyin, -biz bir kulüp ya da taraftar değiliz- slogan bir siyasi yapının kimliğidir.

Örneğin karşı tarafın sloganlarına baktığımız zaman. Düşündüm düşündüm AKP'nin sloganı nedir diye? AKP’nin sloganını düşündüm ‘Recep Tayyip Erdoğan’dan başka bir şey gelmiyor aklıma.. Gülüyoruz ama böyle. Tam yerinde bir anlatım.

Bizim sloganlarımızla başlayacağım şimdi, bakın, farka bakın.

BOYUN EĞME, MEMLEKETE SAHİP ÇIK

'Boyun eğme, memlekete sahip çık!'. Bu sloganı ele alalım önce. Bundan 10 yıl önce biz 90. yılımızı kutlarken, o kutlamanın adını tartışıyorduk. O sırada tüm Türkiye'de olduğu gibi bizlerin de yüreğinde ülkeyi ayağa kaldırmak vardı. Çünkü muazzam bir karanlık vardı. 2010 yılı ve deniyordu ki 'Erdoğan'ı artık kimse alt edemez'. Biz o sırada yaptığımız etkinliğe 'Hiç boyun eğer mi insan?' adını verdik. Bu çok etkili bir şeydi. Laf olsun diye vermedik, hislenerek verdik ve çok benimsendi bu. 'Hiç boyun eğer mi insan?', bakın ne kadar güçlü. Buradan 'Boyun Eğme' kavramı çıktı. Gezi direnişinin en önemli sembollerinden birisi haline geldi. Çünkü gerçekti, içtendi. Çünkü hiç boyun eğer mi insan? Boyun eğmeyiz. Nasıl boyun eğmeyeceğiz? Her gün işten atılıyorlar binlerce emekçi. Kadınlar öldürülüyor, her gün. Çocuklarımıza tecavüz ediliyor.  Göçmen suyun altına gömülüyor, böyle bir dünyada yaşıyoruz. Afrika'da her gün insanlar açlıktan ölüyor. Şimdi tabii burada 'boyun eğme' diyeceğiz. Umudu çoğaltacağız. Başka çaremiz yok. Bizler vicdanlı insanlarız. Dolayısıyla karşımızda gördüğümüz bu karanlığı kabullenmeyeceğiz. İsyan edeceğiz. Boyun eğmeyen herkes, hoşgeldiniz tekrar. 

ÖRGÜTLÜ BİR HALKI HİÇBİR KUVVET YENEMEZ

Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez. Şili kökenli bir slogan. Olağanüstü kuvvetli bir slogan. Boyun eğmeme kararlılığı, direnme, isyan etme kararlılığının bir koşulu var. Biz deli değiliz. Bir insan tek başına da isyan edebilir tabii ki, tek başına da boyun eğmez. Bizim işimiz sadece ve sadece boyun eğmemek değil. kazanmak. Biz bu karanlığı yırtıp atacağız, aydınlık tarafa geçeceğiz. Dolayısıyla hiçbir kuvvet yenemez. Şili'de çok zor bir dönemde ortaya çıkan bu slogan. Bugün dünyanın her yerinde geçerli olan bir slogandır. Örgütsüz bir halk çünkü hiçbir şeydir. Bizim için örgütlülüğün en gelişkini sevgili partimizdir, Türkiye Komünist Partisi. Yüzüncü yılımıza giren Türkiye Komünist Partisi. Nedir örgütlülük? Aslında çok basit. Örgütlülük birlikte düşünmek, birlikte karar vermek, birlikte hareket etmektir. Bizim örgütlülükten anladığımız bu. Örgüt tek tek her birimizin toplamı değildir. Örgüt her birimizin toplamının çok daha ötesidir. Burada kaç kişi varsa her birinizi tek tek yan yana dizip, örgüt saymıyoruz. Örgütlülük bazen öyle bir şeydir ki bazen tek bir kişi çok büyük bir kararlılık çıkarır, çok büyük enerji çıkartır. Örgütlülüğün anlamı budur. 'Nerede bir TKP'li varsa, parti oradadır' sözünün anlamı da budur. İşte o yüzden 'Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez'. 

İŞÇİLERİN BİRLİĞİ SERMAYEYİ YENECEK

'İşçilerin birliği sermayeyi yenecek'. Çok güzel bir slogan. İşçi sınıfının birliğinden söz ediyor, karşı tarafı tarif ediyor: patronlar, sermaye sınıfı. Şuna işaret ediyor. İşçi sınıfı ancak birleştiğinde sermayeyi yok eder. Çok basit gibi geliyor değil mi? Değil. İşçi sınıfı örgütsüz olduğunda, dağınık olduğunda bir değil. Tek bir işçi sınıf yok. Örneğin, patronun en büyük silahı ne? Patron diyor ki işçiye, 'Sen bu parayı, bu işi beğenmiyorsan. Kapıda bir sürü işsiz var. Ben sana vereceğim paranın yarısıyla bir sürü işsizi işe alırım'. En büyük silah bu. Aslında işçi ile işçi karşı karşıya geliyor. İşsiz, o fabrikanın kapısında iş bekleyen işçi için. Çalışan ve patronla pazarlık yapan işçi rakiptir. Ne yazık ki böyledir. Dolayısıyla emeğinden başka hiçbir şeyi olmayan, emeğini satarak geçinen birisi, aslında diğer işçilerle rekabet halinde. Başka bir örnek vereyim. Geçen aylarda, benim de yaşadığım İzmir'de, partimizin de destek verdiği İZBAN grevi vardı. Bu grevdeki işçiler, haklarını almak için iş durdurdular. Bir toplu ulaşım aracında iş durdurmak çok etkili oluyor. Diğer işçiler işlerine gidemediler. Ve gördük ki, diğer işçiler aynı sınıfından olan işçilere küfrediyorlardı, emekçi arkadaşlarına. Niye? Kendi cephelerinden bakıyorlardı. Onların hak arama mücadelesi zarar veriyordu. İşçi sınıfının birliğini nasıl sağlayacağız? İşçi sınıfının birliğini sağlayacak tek yer siyasi örgüttür. Eğer işçi sınıfının birliğinden söz ediyorsak, işçi sınıfının ortak kurtuluşunu tarif eden bir yeri savunmak. O yer neresidir.  İşçi sınıfının partisidir. İşçi sınıfının partisi, Türkiye'de Türkiye Komünist Partisi'dir. 

İŞÇİLER PARTİYE, PARTİ İKTİDARA

Buradan üretilmiş bir başka sloganımız var: 'İşçiler partiye, parti iktidara'.

Şimdi arkadaşlar bir işçi sınıfı partisi için bu son derece doğal. Doğal ama öte yandan, bir parti kendisine sosyalist devrime ben öncelik edeceğim diyen, bu iddiada olan bir parti sürekli her gün kendisini sınamak zorunda. Ben işçilere ulaşıyor muyum? Emekçilere ulaşıyor muyum? Çünkü arkadaşlar kimse kendisini kandırmasın. Dünyada bütün hareketler ilk önce aydın hareketi olarak başlar. Bizim için de bu geçerliydi. 20 yıl öncesine gittiğimiz zaman. TKP'nin 80 yıllık tarihini ayağa kaldıran partimiz elbette daha çok aydınlara dayanan bir partiydi. Ama arkadaşlar, mesele şu. İşçi sınıfı içerisinde çoğalmayan. Emekçiler arasında kök salmayan bir partinin uzun süre kendisine komünist deme şansı yoktur. Bunu niye anlatıyorum? 'İşçi partiye, parti iktidara' eskiden bizim için temenniydi. Eskiden bize derlerdi ki bunlar öğrenci partisi. Öğrenciler bizim değerlimiz, gururumuz. Onlar bizim geleceğimiz, çok büyük bir bölümü de işçi sınıfının bir parçası daha şimdiden. Ama artık TKP rahatlıkla şunu söyleyebilir. TKP'nin fotoğrafını çektiğimiz zaman karşımızda bir işçi sınıfı partisi var. Henüz sayımız az. Hiç abartmıyorum. Ama dün İzmir'de bugün burada gördüğümüz parti bir sınıf partisidir. Emekçi karakterli bir partidir. Ve daha fazla böyle olacaktır. Çünkü mücadele eden işçi, boyun eğmeyen işçi, isyan etmeye karar veren işçi artık yüzünü TKP'ye dönüyor. Daha önceleri de nerede bir işçi direnişi varsa partimiz oradaydı. En küçük bir işçi direnişi, hareketlilik, partimiz oradaydı. Büyütüp, ayağa kaldırmak için uğraşırdık. Şimdi de aynısını yapıyoruz. Ama şimdi başından itibaren bizim tarafından örgütlenen, Patronların Ensesindeyiz Ağı tarafından örgütlenen direnişlere sahibiz. İzmir'de P.E. öncülüğünde bir direniş başarıyla sonuçlandı. O direnişlerde partimize kayıtlı olmadıysa. Dün 23 tekstil işçisi TKP'ye başvurdu. İşçi sınıfı partisi olmak budur. Biz bu örnekleri çoğaltacağız, ve o zaman daha yüksek sesle söyleyeceğiz: İşçiler partiye, parti iktidara. 

Şimdi başka bir slogana geliyoruz. İktidara geleceğiz de nasıl geleceğiz? Olağanüstü güzel bir slogan var. Sloganın yaratıcısını geçtiğimiz günlerde kaybettik, Teslim Töre. 

FABRİKALAR TARLALAR, SİYASİ İKTİDAR, HER ŞEY EMEĞİN OLACAK

Programımızın özü. Programımız bundan ibaret değil ama bana birisi sorsa sokakta, 'Nasıl bir şey sosyalizm? Siz sosyalizmi nasıl kuracaksınız?', ilk önce bunu söylerim. 

Biz topluma iktidarımızın sonuçlarını anlatıyoruz. Diyoruz ki, işsizlik olmayacak. Sömürülen olmayacak, aç olmayacak, konut kirası olmayacak, ısınma ücretsiz, aydınlanma ücretsiz, su bedava, sağlık ve eğitim hizmeti hem bilimsel, hem herkese eşit, hem ücretsiz. Diyecekler ki -zaten soruyorlar- nereden bulacaksınız bu kaynağı... Siz üfürüyorsunuz, uyduruyorsunuz. O zaman diyoruz ki, hayır uydurmuyoruz. Bugün bir de bütün basında yer alıyor bunlar. Türkiye'nin zenginliklerinin yüzde 30'u, yüzde birin elinde. Buna son vereceğiz. Fabrikalara işçi sınıfı el koyacak, tarlalara işçi sınıfı el koyacak. En önemlisi bunları yapabilmek için siyasi iktidara işçi sınıfı el koyacak. Bütün bu sorunlar çözülecek. Çünkü sırtımızdaki asalaklardan kurtulacağız, sonuna kadar kurtulacağız. 

ÜLKENİN ONURU/UMUDU KOMÜNİST PARTİ

Ülkenin onuru/umudu Komünist Parti. Çok sık karşılaştığımız 'Türkiye seninle gurur duyuyor' sloganına benzemez bu slogan. Çünkü biz kişilerle siyaset yapmıyoruz. Ne demek Türkiye seninle gurur duyacak? Ama biz partimizle onur duyuyoruz. Neden TKP bu ülkenin onurudur sorusuna yanıt vermek istiyorum kısaca. Parti de bir organizma, parti hata yapar. Eksik bırakır bazı şeyleri. Ama bir parti hatasını hızla düzeltir. Hata yapar ama sürekli zikzak çizmez, yalpalamaz, tutarlıdır, ilkelidir, programına sadıktır, ilkelerine sadıktır. Dolayısıyla parti böyle bir şeydir zaten. Biz Türkiye'de başka yerlere baktığımız zaman parti görmüyoruz. Orada bir çorba var. Aynı parti içerisinde İslamcısı var, ırkçısı var, milliyetçisi var, sağcısı var, solcusu var, cemaatçisi var. Herkes var. Öyle bir partiye üye olmak istemezsiniz. Çünkü öyle bir partinin içerisinde bir de başka bir parti olmanız gerekirdi. Partinin içinde bir başka hizbe üyesiniz. Çekilir iş değil. Biz bu halimizden çok memnunuz. Biz ilkeli, aynı şeyleri söyleyen, elbette tartışan, ortak bir yolda yürüyen bir partiyiz. Bir kere bundan onur duyuyoruz. İki tarihimize bakıyoruz, mesela son 20 yıla. Bir kişi çıksın desin ki, TKP şu temel meselede yanıldı, olur bu mümkündür. Olabilir, devrimci parti yapabilir böyle hatalar. Herhangi bir yoldaşımızın kafasını öne eğecek, boyun bükmemize neden olacak tek bir şey yapmadık. Bakıyorum, araştırıyorum. Önemli konuların hiçbirisinde TKP yanlış yapmamış, yanlış hiçbir şey söylememiş, yanlış bir yerde durmamış. Yalnızlığı göze almış. Tehdidi göze almış, küfür yemeği göze almış. Niye? Çünkü TKP bir tanesinde hata yapsa, gerisi çorap söküğü gibi gelir, bunu biliyoruz. Ve taşıdığımız ismin değerini biliyoruz. Biz dün değil 100 yıl önce yola çıktık. O yüzyılın emeği var. Biz bu onuru çiğnetmeyeceğiz. Hata da yapsak çiğnetmeyeceğiz. Hatadan hızla kurtulacağız. Yolumuza devam edeceğiz. 

YAŞASIN TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ 

'Yaşasın Türkiye Komünist Partisi' diyoruz bazen. Bir ara bundan çok rahatsız oluyorduk. Niye bizim partili arkadaşlarımız, bazen durup durup bu sloganı atsınlar. Kızıp eleştiriyorduk kendimizi. Niye? Çünkü bir parti kendi kendisine yaşasın... Sonra düşündük bazen demek gerekiyor. Yaşayalım biz, çoğalalım. Niye? Bu parti hep haklı çıktı, hep haklı çıkmak yetmiyor. Ancak sürekli haksız çıkanların siyaset yapmaya cesaret ettiği bir ülkede, TKP de haklı çıkmanın hakkını arayacak. Nedir bizim için haklı çıkmanın hakkını aramak? Bağırmak, çağırmak. Bizim çağırmaya yüzümüz var. Neden? Doğrulanan bir partiyiz. Dimdik ayakta duruyoruz. Dolayısıyla hak ediyoruz. Çağırmayı, çoğalmayı, dostlarımızı. Diyoruz ki gelin buraya. Gelmeye tereddüt ediyorsanız bakın, yakından bakın. Örneğin sanatçılarımıza bakın, bizim sanatçılarımız farklıdır. Bilim insanlarımıza bakın, Bilim ve Aydınlanma Akademisi'ne bakın. O akademi, yarın sosyalist cumhuriyeti kurmaya kalktığımızda partimizin uzman, bilim insanı ve akademisyen açığını kapatacak. Bugünden o yüzden kolları sıvadılar. Önce eşitlik partide başlar diyen, fabrika fabrika, mahalle mahalle, semt evi semt evi emekçi kadınları örgütlemeye çalışan Komünist Kadınlar'a baksınlar. Sonra gencecik yaşta bu çile dolu ülkede yaşarken, bakışlarından umudu hiç eksik etmeyen, sıkı yumruklarıyla güleryüzlü bir biçimde mücadele eden, Türkiye Komünist Gençliği'ne baksınlar. Bu ülkede emeklerinden başka hiç bir şeye sahip olmayan işçilerin 'bana değer verilen, benim değer kazandığım, bana ait olan tek şey bu partidir' dediği partiye biraz daha yakından baksın. Bunu istiyoruz. Bunu hak ettiğimizi düşünüyoruz. Dünyadan gelen mesajlara baksınlar. O mesajlar diplomasi olsun, laf olsun diye yollanmadı. Dünyanın başka çok uzak diyarlarında, Meksika, Hindistan, Rusya... Mesajların tamamını değil bir bölümünü yayınlıyoruz. O mesajlarda içtenlik var. O mesajlarda bizim elimizi tutan yoldaşlarımız var. Oraya bakılsın.

Bizim başka yerde dostumuz yok. Sömürücüler, emperyalistler, yobazlar arasında dostumuz yok. Biz oraya kapatmışız kendimizi. Bizim dostlarımız bu ülkenin emekçileri, dünyada da emekçiler ve emekçiler adına siyaset yapan komünist partileri. Onlara ihtiyacımız var. Yarın Yunanistan sermayesi ile Türkiye sermayesi, emperyalistlerle el ele, milliyetçiliği pompalayıp, halkları birbirine kırdırmaya kalkarlarsa bu iki parti omuz omuza mücadele edecek. Savaşa ve emperyalizme karşı. O yüzden sevgili arkadaşlar TKP'nin dostlarına da bakarak karar verin. Karar verin, şu TKP'nin daha güçlü sıkacağı yumruğu, açıldığındaki dost elini tutun. Tutun ki, daha gür bir sesle Yaşasın Türkiye Komünist Partisi diyelim. Yaşasın Türkiye Komünist Partisi!"


Son olarak Gülcan Altan ve Yapıcılar müzik grubunun tekrar sahne almasının ardından tüm salonun eşlik ettiği Enternasyonal marşıyla etkinlik sona erdi.