30 Kasım 1925, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tekke, zaviye ve türbeleri kapattığı gün.
O yıl, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Cumhuriyet’e karşı gerici isyanlar sürüyordu. 30 Ağustos Zaferi’nin yıldönümünde Mustafa Kemal Atatürk, Kastamonu’da yaptığı konuşmada "Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir (lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır" diyerek, kararın sinyalini vermişti.
30 Kasım’da Meclis, 677 Sayılı Kanunu kabul etti ve tekkeler, zaviyeler, türbeler kapatıldı.
Aradan 98 yıl geçti, Türkiye’nin her yanını tekkeler, zaviyeler, türbeler, her türden gerici örgütlenmeler kapladı.
Ülkemizin bu yakıcı gündemini, gazeteci, yazar Zülal Kalkandelen’le konuştuk.
Kalkandelen, tarikatların geçmişte de siyasi sorunlara yol açtıklarını hatırlatıyor: “İbadetleri ve bazı dini kuralları farklı yorumlayan tarikatlar, cumhuriyetin ilan edilmesinden önce toplumda çeşitli karışıklıklara ve huzursuzluklara yol açtıkları gibi, Osmanlı devletinin geri kalmasında da önemli rol oynadı. Padişah katında ayrıcalık elde etmek için örgütleniyor, kendi adamlarını önemli mevkilere yerleştiriyor, böylece o dönemin siyaseti üzerinde de etkili oluyorlardı.”
Ancak tarikatlar ve cemaatler, Cumhuriyet’in ilanından sonra, Kalkandelen’in deyişiyle “amacından tamamen saparak devrim karşıtı hareketin simgesi” oldu. “Dinsel sömürüyü ve hocaların, şeyhlerin, şıhların toplum üzerindeki etkisini kullanarak halkı cumhuriyet devrimlerinin aleyhine kışkırtmaya başladılar. Tekkeler ve zaviyeler, cumhuriyete karşı isyan çıkarmak için insanların beyninin yıkanarak dincilerin örgütlendiği yerler haline geldi.” Sonuç, 30 Kasım 1925’teki kanundu.
Kalkandelen, dinci gericiliğin o yıllardaki etkisine dair, Meclis’teki görüşmelerde Kütahya milletvekili Nuri Bey’in (Atatürk’ün yakın arkadaşı Nuri Conker) söylediklerini hatırlatıyor: “Büyücüler, falcılar, üfürükçüler, elinde bir tabla içinde otuz kırk şişe hacı yağı, diğer yağlar ve karınca duası, Uğru Abbas duası gibi şeyler satarlar, bunlar seyyar türbe halindedirler. Seyyar dervişler sokak sokak dolaşırlar, hem halkı ızrar ederler ve hem de yanlış yola sevk ederler, bu yüzden birçok cinayet olmuştur. Bundan dolayı bunlar hakkında da kanuna bir fıkranın ilâvesini teklif edeceğim.”
‘Bu yasa, laik Cumhuriyet tarihinin en devrimci yasasıdır’
Zülal Kalkandelen, 677 Sayılı Yasa’nın önemini anlatıyor: “Asırlardır halkın başına bela olan ve gericiliğin bir ur gibi tüm ülkeyi sarmasına yol açan tekke ve zaviyelerin kapatılmasını sağlayan yasa, laik Cumhuriyet tarihinin en önemli, en devrimci yasasıdır. Gerçekte laiklik karşıtı bu yapılar, özünde halkı sömüren biat sistemi ile bir insan hakları sorunuydu. Laik bir devrimin, Aydınlanma hareketinin bunlarla ilerlemesi olanaksızdı.”
Ancak siyasi iktidarlar yasayı uygulamadı. Böylece, Kalkandelen’e göre, bu yapılar sözde “meşruiyet” kazanmış gibi gösteriliyor ve “sosyolojik bir gerçek var” bahanesinin arkasına sığınılıyor.
Kalkandelen, “Uzun bir süredir ‘liberaller’, 2. Cumhuriyetçiler ve dinci kesim, tarikatları ve cemaatleri ‘sivil toplum örgütü’ gibi göstermek için işbirliği halinde” diyor.
“Öncelikle şunu tespit edelim: Tarikat ve cemaatler sivil toplum kuruluşu (STK) değildir. STK’nin tanımı hukuken bellidir. İnsanların resmi kurumlardan bağımsız olarak örgütlenip politik, sosyal, hukuki ve kültürel amaçlarla oluşturdukları kâr amacı gütmeyen kuruluşlara sivil toplum örgütü denir. STK’ler, gönüllü çalışmalar ve üyelerinin verdiği düzenli aidatlarla ayakta kalır. Vakıflar, dernekler, sendikalar ve mesleki kuruluşlar, sivil toplum örgütlerini oluşturur. STK’lerin mali yapısı devletçe denetlenir. Yönetim organlarını mevzuata göre oluşturmak için genel kurul yapmayan, üyelerinin seçim hakkı bulunmayan STK olmaz.”
“Oysa”, diyor Kalkandelen, “tarikat ve cemaatlerde ne seçim vardır, ne demokrasi, ne de özgürlük. Hiçbir sorgulamanın olmadığı bu yapılarda müritler şeyhlere sadece biat eder. Bu yapılar, inançları sömürerek özgür düşünceyi yok eder, insanları köleleştirir. Özgürlük adına savunulmaları tam bir oksimorondur.”
Öte yandan, tarikat ve cemaatler, kurdukları paravan şirketler vasıtasıyla devasa zenginliklere sahip olmuş, bu güç sayesinde de devlet kadrolarına çöreklenmiş durumda. Bu yapılar, siyasi partilerce “oy deposu” olarak görülüyor. Kalkandelen, “Bu yüzden yasaya aykırı oldukları halde kimse bunlara dokunmuyor; seçim öncesi liderler bu gerici şeyhleri, liderleri ziyaret edip oy pazarlığı yapıyor” diyor.
“Laiklik karşıtı bu yapılar, kurdukları holdingler, yurtlar ve kurslar ile devasa büyüklüklere ulaşırken, sahip oldukları medya organları üzerinden propaganda yaparak toplumu zehirlemeye devam ediyor.
“Oysa ‘hocaefendi’ diyerek itibar kazandırılan kadın düşmanı şeyhler, bu ülkenin manevi önderi değil utancıdır. Bizim temel değerlerimiz, Aydınlanma yolundan, akıl ve bilimden kaynaklanacaksa, 98 yıl önce çıkarılan devrim kanunu uygulanmalı, sapkınlık, yolsuzluk, sömürü ve gericilik yuvası tarikatlar ile cemaatler dağıtılmalıdır.”