Dün “düştü” Onur Akın’ın sözleri haber merkezlerine. Akın, “CHP için yazdığı şarkıları ve marşları bir daha okumayacak”mış.
Akın’ın açıklamasının ayrıntıları, sanatla siyaset arasındaki ilişkiye dair yanlış olan ne varsa hemen hepsini barındırıyor.
Birincisi, ne siyasetin ne olduğunu, ne sanatın ne olduğunu kavramış Onur Akın.
Şöyle diyor: “Buradan ilan ediyorum. Ben siyaseti bıraktım. Benim hayatımda siyaset yok bundan sonra. Nasıl ki, bugüne kadar halkın vekiliysem sazımla, sözümle. Tıpkı Aşık Mahsuni Şerif ve Pir Sultan Abdal gibi. Öyle yaşamaya devam edeceğim.”
Siyaset, sanatla da yapılır. Aşık Mahsuni Şerif de, Pir Sultan Abdal da “sazlarının sapına kadar” siyaset yapıyordu.
Şu sözler siyaset değil de nedir:
Oturup benimle ibadet kıldı
Yalan söyledi de yüzüme güldü
Yalın kılıç olup üstüme geldi
Çaldı bölük bölük böldü dert beni
Ya şu dizeler:
Yoksulun sırtından doyan doyana
Bunu gören yürek nasıl dayana
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana
Bilmem söylesem mi söylemesem mi
Pir Sultan Abdal’ın siyaset yapması için CHP’ye üye olması mı gerekiyordu? Onur Akın’a bakılırsa, evet.
Zira kendi kişisel öyküsünü şöyle anlatıyor:
“Sayın Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun İstanbul Belediye Başkan adayı olmadan tv'lerde yaptığı düello denilen tartışmalar beni çok etkiledi. (...) Türk solunda yeni bir lider doğuyordu adeta ve bunu hissetmiştim. (...) Elimi taşın altına koyarak bu marşı Kemal bey için besteleyip, düzenleyip kaydettim.”
Ardından, bestelerinin ne kadar tuttuğunu anlatıyor Akın, kısa kesiyorum. Sadede gelmeye çalışıyorum:
“Böyle değişimi,dönüşümü sağlayacak mecliste olmak istedim ve benden başka sanatçı aday da yoktu, sanata ve sanatçıya en büyük değeri vermiş olan Mustafa Kemal Atatürk’ün partisinde. Yaşantımın bu döneminde böyle bir kariyer planlaması yaptım ve başvurdum.”
“Kariyer planlaması” yapıp, “siyasete girip” CHP’den aday adaylığı başvurusu yapmış Akın. Sonra?
“Partinin her kademesinde de aday adaylığımın adaylığa dönüşmesinde bir sıkıntı görünmüyordu. Öyle ya; partiye bu kadar emek vermiş,katkı sunmuş,elini taşın altına ilk koyan, şarkılar besteleyen ve seslendiren sanatçıyı aday göstermeyip de kimi gösterecekti yönetim? Algı buydu ve kesin gözüyle bakıyordu herkes ve ben. Fakat isimler açıklanınca yaşadığım şoku ve hayal kırıklığını anlatamam.”
Tabii ya, Türkiye’yi yönetmeye talip bir parti, “elini taşın altına koyup” da şarkılar besteleyen bir sanatçıyı aday göstermeyip de kimi gösterebilir!
En azından Onur Akın “kendini affetmiş”: “Maddi ve manevi tatmini yaşamış bir sanatçıyım, siyaseten de birikimimi ve katkımı sunmak isterdim ülkeme ama olmadı,canım sağolsun.”
Siyaset denilen şey “kariyer” haline gelirse, “adaylık” pazarlıklarına indirgenirse, birtakım sanatçılar da böyle “canım sağolsun” der küser işte.
Peki nereden geliyor bu çarpıklık?
Uzun süredir siyasete, daha ötesi, düşünsel hayatımıza hakim olan, düzenin borusunu öttürmesini sağlayan liberal anlayıştan.
Adaletsizliğe, eşitsizliğe bakıp, halkın durumuna bakıp değil, “lider kültüne” bakıp elini taşın altına koymaya karar veren, burada “kariyer fırsatı” gören liberal anlayıştan.
18 yaşından beri halkın sorunlarına duyarlı olduğunu söyledikten sonra Onur Akın’a “Ama hiçbir partinin, siyasetin, anlayışın sanatçısı olmadım ve hep bağımsız kaldım. Emir komuta zinciriyle sanat olmaz çünkü” dedirten liberal anlayıştan.
“Ancak sanatçı gerek duyduğunda,ülkesinin ve halkının faydası için,sanatını siyaset için kullandırabilir,fakat bu karar özgür olarak sanatçı tarafından verilir ve görevini tamamladığını düşündüğünde kendi dünyasına geri çekilir…Tek karar verici sanatçıdır” gibi laflar edecek kadar sanatı da sanatçıyı da halkın, mücadelenin üzerinde gören, düzenin yıldız yaratma, ünlü kılma sistemine kendini pek kaptırmış liberal anlayıştan.
Yılmaz Güney tartışmasına da buradan bakmak lazım. Güney, kişisel hayatıyla örnek miydi? Kuşkusuz hayır. Ama “emir komuta zinciriyle sanat olmaz” gibi, örgütlü mücadele karşıtı laflar da asla etmezdi. Örgütlü mücadele bir “kariyer planlaması” değildir. Bir yanında iktidara gelmenin koşuludur, evet, ama parçası olan her bir kişinin karakterindeki eksikleri, hataları, boşlukları aşmasının da koşuludur. Yılmaz Güney’in eksiklerini ilk dile getirenler sağcılar değil yoldaşları olmuştur.
Sanatçı, halkın örgütlülüğü karşısında gönül indirmeyi bilmelidir.
Yalnızca “karakteri kusurlu” olduğundan değil. Çünkü “tek karar verici” sanatçı falan değildir. Sanatçı, sanatını siyaset için kullanmaz. Halk bir sanat eserini alır, duyumsar, kullanır. Gerekirse siyaset için de…
Yılmaz Güney’in eserlerini halk almış, duyumsamış, kullanmıştır.
“Aman efendim, Güney’in de karakterinde şöyle kusurlar vardı” denirse…
Emir-komuta zinciri içerisinde çözmeye gayret ettik deriz.
Ama her durumda, Onur Akın gibilere yeğleriz.
Onur Akın’ın “canı sağolsun”.