Yağmurdan Sonra Avrupa: Bir Kıyamet Manzarası

'Sürrealizmin önemli temsilcilerinden olan Max Ernst’in 'Yağmurdan Sonra Avrupa II' adlı resmi, ikinci dünya savaşı sırasında yapılmış çarpıcı bir resimdir.'

FİDE LALE DURAK

Modern sanat akımlarının çoğu 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başındaki bir aralıkta çıkmıştı. Özellikle birinci ve ikinci savaş dönemleri avangardların ortaya çıkışını tetiklemiş ve zamanla postmodernizme uzanacak sanat akımların oluşumuna zemin oluşturmuştu. 

Birinci dünya savaşı sırasında insanlığın yaşadığı yıkımı protesto eden ve kendisini de yıkıcı bir sanat olarak kuran Dada hareketi bu dönemin önemli avangard akımlarından oldu. Dada kendinden sonra gelecek olan akımları da büyük oranda belirledi. Otoriteye karşı çıkmak ve verili düzeni yıkmak Dada hareketinin felsefesiydi. Bu yüzden belli bir üslup yerine kavramsal düzlemde bir tartışma başlattılar. Sanatta ve toplumsal düzlemde geleneklere ve kurallara karşı çıktılar. Bu açıdan mevcut gerçekliği kabul etmeyerek sanat aracılığıyla başka bir gerçeklik yaratmaya çalıştıkları söylenebilir. Ancak bu gerçek algısı diyalektik değildir ve Lunaçarski’nin sanat için belirttiği “sosyalist gerçekçilik dünyayı tanımakla kalmaz, onu yeniden biçimlendirir”1 ifadesindeki gerçeklikten farklıdır. 

Dada hareketinin uzantılarından biri zamanla sürrealizme evrildi. Bu evrilişi kolaylaştıran etmenlerden biri; her iki akım için nesnelliğin ortak bir anlayışa oturuyor olmasıdır. Değişmesi mümkün olmayan ve büyük oranda hayal kırıklığı dolu olan dış dünyanın reddi ve bunun bireysel yansımaları... Sürrealizm, dış gerçekliğin içsel izleri, düşler ve bilinçaltı üzerinden imgeler üretir. İlk kez 1924’te manifestolarını yayınladıklarında, Avrupa’nın birinci dünya savaşı sonrasındaki yıkım ve huzursuzluk ile uğraşıyor olması dikkate değerdir. Sürrealizm ikinci dünya savaşının sonuna kadar devam etmiş ve etkinliğini uzun süre koruyabilen akımlardan biri olmuştur. 

Max Ernst, 1940-42, “Yağmurdan Sonra Avrupa II / Europe After Rain II”

Sürrealizmin önemli temsilcilerinden olan Max Ernst’in “Yağmurdan Sonra Avrupa II” adlı resmi, ikinci dünya savaşı sırasında yapılmış çarpıcı bir resimdir. Ernst, resme 1940 yılında başlar. 1941 yılında Naziler tarafından ikinci kez tutuklandığında, Peggy Guggenheim’ın yardımıyla hapisten ve Avrupa’dan kaçarak New York’a yerleşir2. Resmin devamını New York’ta tamamlar. 

Resimde çürümüş organizmalar, yıkılmış bir doğa ve ortasında kuş başlı yaratık ile bir kadın yer alır. Kanser hücresi gibi kontrolsüzce büyümüş ve ele geçirilmiş bir hayatın kalıntılarındaki melankoli resmin genel duygusunu oluşturur. Kuş başlı yaratık, hemen önündeki hayvan kafatası ve tekinsiz ifadesi ile resmin ortasındaki otorite figürdür. Tüm yok oluşa rağmen elindeki parçalanmış sancakla kendisine sırtı dönük yeşil kadına aç gözlü ve tehditkâr bakmaktadır. Kadın sadece yaratığa değil seyirciye de arkasını dönmüştür. Eksik organları, ölüme yakın rengi ve küsmüş tavrı ile gerçek bir sırt dönüştür bu! Belki savaş sonrasındaki Avrupa’nın silueti, belki insanlıktan geriye kalmış olanlar; arkasındaki tehdidi ciddiye almak için fazla yorulmuş olan bu kadının umursamaz duruşunda vücut bulur. 

Resmin adı, sanatçının 1933 yılında Hitler’in iktidara geldiği yıl yaptığı ilk versiyondan gelir. “Yağmurdan Sonra Avrupa I” resminde kadim kıta, kutsal kitaplarda yazan kıyamet tufanların tamamını geçirmiş, üzerine terörün yıkımını yaşamıştır. Ernst bu hayali Avrupa kabartmasını kontrplak üzerine sıva ve yağ kullanarak yapmıştır. 

Max Ernst, 1933, “Yağmurdan Sonra Avrupa I / Europe After Rain I”

Ernst’in resimlerindeki ayırt edici yanlardan biri de rastlantısallığı kullanmasıdır. Kimi kaynaklara göre kendisinin icat ettiği “dekalkomeni” tekniği ile önce boyayı cam bir yüzeye sıçratır ya da fırça ile sürer, daha sonra bu yüzeydeki boyayı tuvale aktararak rastgele akışkan boya yüzeyleri elde eder. Otomatizm adı verilen uygulama ile -bir nevi bilinç akışı- boya yüzeyleri üzerinde imgeler oluşturur3

Sürrealist sanatçıların gerçeklik ile kurdukları sorunlu ilişki ortada. Birey olarak sadece içe bakmak, dışsallığa körelmek, insanın içinde bulduklarını ve bulabileceklerini de karartmaktadır. Bu yüzden devrimci bir gözün gerçeklik algısında aynı zamanda onu değiştirebileceğine dair bir irade vardır hep. Max Ernst örneğinde ise, dünyanın dönüştüğü karanlık ile kendinde bulduğu arasındaki ayrım göz ardı edebileceğimiz kadar birbirine yaklaşmıştır. Ernst kendine dönük bir sanatçıydı ve Avrupa kıyamet sonrasının manzarasıydı. İkisinin buluşması resmi teknik olarak başarılı bir eser olmanın ötesine geçirmiş ve savaşın yıkıcı etkisinin önemli bir imgesine dönüştürmüştür.

Şimdi, altı ayı aşkın süredir devam eden Rusya Ukrayna savaşı birçok kişi tarafından üçüncü dünya savaşı olarak nitelendirilmekte. Avrupa’nın yaşadığı enerji krizi ile karanlığa gömülen sokaklar, kurulması planlanan halka açık ısınma alanları yeni bir kıyametin habercisi gibi. Biz içimize döndükçe dünya daha çok kararıyor. Halbuki başımızı kaldırmak, dışımıza dönmek, yanımızdaki dost bakıştan başlayarak birlikte düşlemek ve yürümek… Gerçekliğimizi umutlu bir geleceğe dönüştürmek için yeterli.