Ülkücüyle mafya etle tırnak gibidir, ayrılamaz: Mafyasız ülkücü olur mu?

Devlet Bahçeli ülkücüler arası çatışmaya gönderme yaparak “ülkücüden mafya olmaz” dedi ama ülkücü hareketin tarihi tam tersini gösteriyor.

Orhan Gökdemir

Ülkücülük, doğuşunda bir NATO konseptiydi. Kontrgerilla eğitimi alan ve "ülkenin komünizmin eline düşmesine" engel olmak için ülkenin üzerine salınan “27 Mayıs darbecisi” Alparslan Türkeş bu faaliyetini bir parti aracılığıyla taçlandırmak istiyordu. MHP böyle doğdu. MHP’nin gençlik örgütü ise “Ülkü Ocakları” adıyla ünlendi. Kendilerine “komando” diyorlardı, askeri eğitim alıyorlardı. Komünizme karşı savaşmaya hazırlanıyorlardı. Mücadele kızışınca MHP ve Ülkü Ocaklarının suçları da devlet tarafından görmezden gelinmeye başladı. Mafya işleri “Ülkücü Haraket”i finanse etmenin en kolay yoluydu.

Mafya ise, bizde, mahalle arası kabadayılığı olarak başladı, uyuşturucu ve silah kaçakçılığıyla büyüyüp serpildi. Sonra onların da yolu devletle kesişti. Mafya Ülkücülerle birlikte "Komünizmle mücadelede" kullanılacaktı. Mafya 12 Mart darbesinden bu yana yarı resmi bir organizasyondur. Ülkücü hareket de öyle. Ülkücü hareket 1970’lerdeki karanlık örgütlenme yapısı dolayısıyla, yeni mafya ilişkilerine rahatça insan malzemesi oldu. Silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, kumarhanecilik, çek-senet tahsili gibi işlerde ülkücü mafyalar palazlandı. Bu akrabalık aralarındaki sınırların da ortadan kalkmasına yol açmıştır. Mafya ülkücü oldu, ülkücüler mafyalaştı.

HA ABDULLAH ÇATLI HA ALAATTİN ÇAKICI

Bu organizasyonları devletle buluşturanlar Şükrü Balcı, Hiram Abas, Mehmet Ağar ve Mehmet Eymür gibi devlet görevlileriydi. Bunların her biri MİT’in ve Emniyet’in etkili şahsiyetleriydi. Bir yandan mafyanın iş ve ilişkilerinden yararlandılar, öbür yandan tıpkı İtalya’da olduğu gibi "Komünizm tehlikesine" karşı fiili bir güç odağı olarak cepheye sürdüler.

“Siyasi bilincin ekonomik gelişmenin önüne geçmesinden” endişelenen düzenin efendileri 12 Mart’ta arayıp mafyayı buldu, onlarla karanlık anlaşmalar yaptı. 12 Eylül’den sonra mafya artık boylu boyunca devletin içindeydi. 1. MİT Raporu, gerçekte devlet-mafya ilişkileri raporudur. Türkiye’de devletten ayrı veya bağımsız bir mafya yoktur, iddiası budur. Hepsi devletin himayesinde iş görür, ceplerinde devletin pasaportlarını taşır, devlet ihtiyaç duyduğunda koşmaları ondandır. “Ülkücü Mafya”, 1990’lı yıllarda Kürt kökenli mafya yerine, onlardan boşalan yerleri tutsunlar diye bu göreve devlet eliyle atanmışlardır. Abdullah Çatlı gibi "ülkücü kahramanlar" da esasında birer mafya babası kıvamındadır. Devlet için kurşun atarken, bavulunda uyuşturucu taşımaktadır. Yani Alaattin Çakıcı, Sedat Peker veya Kürşat Yılmaz da devletten ayrı varlıklar değildir.

ÜLKÜCÜ MAFYA İKTİDARIN HİMAYESİNDE

AKP’nin katkısı ise devletle mafyayı birbirinden ayıran yasallığı bütünüyle ortadan kaldırmış olmasıdır. Mafya, “devlet”in yeteriz kaldığı topraklarda, devletin yerine geçer, onun işini görür. Mafya paralel bir ekonomik düzendir. Hukukun yokluğunda devlet ile aralarında bir fark kalmaz, ayırmak imkansızlaşır. Yaşadığımız tam olarak budur.

Ünlü ülkücü mafya babalarını MHP marifetiyle cezaevlerinden çıkardılar. Cezaevinden çıkan ülkücü mafya teşekkür etmek için Devlet Bahçeli’nin makamına koştu, birlikte fotoğraf çektirdi, dokunulmazlık kazandı. Uyuşturucu ve kara para aklayıcıları, mafya eskileri, ne iş yaptığı belirsiz eski polis şefleri, suçla bağlantılı politikacılar hepsi birer “siyasal” kimliğe büründü. Mafya babası “ülkücü”, eski polis şefi “merkez sağcı”, kara paracı “muhafazakâr” … Denildiği gibi, devlet bir çeteye dönüşünce, çete de siyasallaştı.

Devlet Bahçeli ülkücüler arası çatışmaya gönderme yaparak “ülkücüden mafya olmaz” dedi ama ülkücü hareketin tarih tam tersini gösteriyor. İşte ünlü ülkücü mafya babaları:

“REİS” SEDAT PEKER

Gençliğinde kendisine “Reis” lakabı takılan Peker, “uyuşturucuyla mücadele eden baba” olarak tanındı. Ülkücü olduğunu saklamıyordu, reisliği de buna bir göndermeydi. Barmen Oğuz Atak cinayeti, çete olaylarına karışmak, tehditle tahsilat yapmak, zorla alıkoymak suçlarından aranıyordu. 1998'de Romanya’dan Türkiye’ye getirildi. Hapiste her türlü lükse ulaşması sağlandı, kaldığı 50 kişilik koğuşun tabanını halıfleksle kaplattı, duvarlarını boyattı, tuvaletleri kırılıp yaptırdı, yüz koyun kestirip tutuklu ve hükümlülere dağıttı. Tahliye edildikten sonra MHP’li olmadığını söyleyerek, siyasi görüşünün Pantürkist-Turanist olduğunu belirtti. Bozkurt işareti yapmaya devam etti. Bir ara AKP’ye yanaştı, muhalifleri tehdit etti, oluk oluk kan akacak dedi. Büyük ülkücü baba Alaattin Çakıcı ile arasında husumet vardı, Çakıcı salınınca yurtdışına kaçtı.

ALAATTİN ÇAKICI

Gençlik yıllarında Şişli’de ülkücü gruplara dahil olan Çakıcı’nın suç dosyası bir İETT görevlisini bıçakla yaralamasıyla açıldı. Siyasi saiklerle 41 kişinin ölümüne sebep olduğu söyleniyor. Çek-senet işlerine girdi, haraç topladı, karısı Uğur Çakıcı’yı öldürttü. İddiaya göre MİT ile olan bağlantıları sayesinde 1987’deki ”Babalar Operasyonu”dan kurtulmayı başardı. Borsacı Adil Öngen’e, Pamukbank Genel Müdürü Burhan Karaçam’a, Emin Cankurtaran’a, Hıncal Uluç’a, Cavit Çağlar’a ve Engin Civan’a yönelik saldırıların azmettiricisi olarak suçlandı. 1992 yılında yurtdışına kaçtı. 1998′de Nice’de yakalandı, iade edildi. Devlet Bahçeli’nin istediğiyle salındı. Çıkar çıkmaz ilk işi Devlet Bahçeli’yi ziyaret etmek oldu.

KÜRŞAT YILMAZ

12 Eylül darbesi öncesinde MHP’nin yan kuruluşu Ülkücü Gençler Derneği’nde (ÜGD) yöneticiydi. Darbenin ardından MHP de yan kuruluşları ile birlikte kapatıldı. Boşta kalan ülkücülerin çoğunluğu başta çek-senet tahsilatı olmak üzere bir takım silahlı-külahlı kişisel işlere girişti ve kısa sürede büyük bir mafya organizasyonuna dönüştü. Kürşat Yılmaz da pratisyenliği ÜGD’de tamamlayan ve mafyaya terfi olan “ülkücü” mafya üyelerinden biri. O da Alaattin Çakıcı gibi çıkar çıkmaz soluğu Devlet Bahçeli’nin makamında aldı.

HADİ ÖZCAN

Mehmet Hadi Özcan da 1980’den önce Ülkü Ocakları Başkanlığı yapmıştı. Sonra “Kocaeli Çetesi” lideri olarak ünlendi. Cürüm işlemek niyetiyle teşekkül oluşturma, adam yaralamak, cezaevinde talimatla suça azmettirmek, cezaevinde şahıslardan haraç toplama, çek-senet tahsilatı, adam kaçırma ve araba hırsızlığı Hadi Özcan’ın kabarık dosyasındaki suçlardan sadece birkaçıdır. Ergenekon davası sürecinde Alaattin Çakıcı’yla ters düştüğü iddia edildi. Kocaeli'de 3 kişinin öldürülmesi olayında parmağı olduğu iddiasıyla yargılanıyordu. 75 yıl hapis cezasına çarptırıldığını duyunca mahkeme başkanına hitaben, "Yapmayın pişman olursunuz, ben bu suçu işlemedim” dedi.

NİHAT AKGÜN

1987’de halı kaçakçılığı, arazi işgali ve adam yaralama suçlarıyla aranırken polis tarafından dağıtılan öğrenci yürüyüşünde, sivil polislerle birlikte öğrencileri dövüyordu. 1989 yılında zamanın Eminönü Belediye Başkanı Tahir Aktaş'ın yaptırdığı yıkım çalışmalarını araştıran gazeteci Aydın Özdalga'nın dövülmesi olayına adı karıştı. Akgün, İstanbul'da yapılan Türk Kurultayı'nda mafyayla ilişkili olduğu gerekçesiyle MHP yöneticileri tarafından salondan çıkarıldı. Ancak Akgün'ün katıldığı son Erciyes Zafer Kurultayı'nda Türkeş'in yanında olduğu biliniyor. Ölene kadar MHP himayesindeydi. Akgün Oteli'nin sahibi olan Akgün, 1999'da, yemek yerken açılan çapraz ateş sonucu öldürüldü.

AYVAZ KORKMAZ

O da ünlü bir mafya babası. Babalığını “vatansever militan güç”le, kara parayı birleştirebilmesine borçlu. Yani o da bir ülkücü mafya babası. 90’lı yılların ortalarında Pendik ve Sultanbeyli ilçelerinde arazi mafyası lideri olarak adını duyurdu. Uyuşturucu ve çek senet tahsilatına dayalı pek çok kanlı olayların faili olarak arandığı sırada, 1999'da, Ukrayna'nın başkenti Kiev’de yakalandı. Yargılanıp cezaevine konuldu. Uyuşturucu trafiğinde İspanya pazarını ele geçirmeye çalışan Hüseyin Baybaşin'in yurtiçindeki işlerini yürüten Kemal ve Cemal Sarıtaş'ın öldürülmesi olayına karıştı. Korkmaz, eski polis şefi Adil Serdar Saçan'a yönelik uzun menzilli silahla suikast planı yapmakla da gündeme gelmişti.

İNCİ BABA

Urfalı İnci Baba, ünlü simalarda fotoğraf çektirmekten hoşlanırdı. Süleyman Demirel, Yılmaz Güney, Yaşar Kemal, İbrahim Tatlıses ve Alparslan Türkeş gibi çok farklı simalarla yakınlık kurmuştu. Mehmet Ağar‘ın babasını da yakından tanırdı. Zülfü Ağar dönemin Adana Emniyet Müdürüydü. 12 Eylül’den sonra tutukluğu sırasında Alparslan Türkeş ile tanıştı. İlk karşılaştıklarında önünde diz çökmüş, “Başbuğum, aslana kimlik kartı sorulmaz. Size bu dünyada bu zulmü reva görenler, öbür dünyada hesap verecekler” diyerek moral vermişti. O günden sonra dostlukları devam etti.