TÜSİAD Dosyası – 6 | TÜSİAD: Türkiye’nin ‘kral yapıcı’ partisi

AKP ile TÜSİAD arasındaki bugünkü gerilimler kuşkusuz farklı bir dünyanın ve Türkiye’nin ürünü. Ancak temelinde aynı prensibin yattığını unutmamak gerekiyor. Türkiye’nin büyük sermayesi ile AKP birlikte güçlendiler ve birlikte dönüştürdüler.

Anıl Çınar

Tarih 2007’nin temmuz ayıydı.

Türkiye’nin en büyük bankalarından birinin en önemli isimleri Türkiye’de yaklaşmakta olan genel seçimler için ne düşündüklerini Financial Times’a anlatıyorlardı.

2007 yılındaki seçimler Ahmet Necdet Sezer’den sonra iktidarın nasıl şekilleneceğiyle ilgili “kritik” bir seçimdi. Seçimlerden birkaç öncesinde Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde laiklikle ilgili bir “e-muhtıra” yayınlanmış; laiklik meselesi, AKP’nin siyasal programı, toplumun direnci ve bir dizi başlıkta tartışmalar alevlenmişti.

Financial Times’a konuşan isimler itiraf ediyordu:

“Hepimiz CHP'ye oy vereceğimizi söyledik ama 22 Temmuz seçimlerinden sonra CHP’nin iktidara gelmemesini umuyoruz. (…) Eminim ki benim gibiler CHP'ye oy verecekler ama onu iktidarda istediğimiz için değil…”1

Sermaye sınıfının üyelerinden bahsediyordu “benim gibiler” diyerek. Türkiye’de laikliğin bekçisi olarak anlatılmak istenen patron sınıfının en kalibreli üyelerinin değişmeyen bir özelliği vardı: Uzun vadede kendilerine neyin iyi geleceğini önceden sezme ve ona göre hareket etme akıllılığını gösterebilmek.

O aklın taptığı tek bir şey vardı: sermayeyi büyütmek, kazanmak ve kazanmak.

Bu formül TÜSİAD isminde cisimleşen bir formüldü. Kurulduğu günden bu yana sayısız hükümet değişikliği gerçekleşti, sayısız kriz atlatıldı ancak TÜSİAD hep kazandı, kazandı ve kazandı.

TÜSİAD Türkiye’nin bütün hükümetleriyle el sıkıştı ve bütün hükümetlerin elini bıraktı. Bazen de medyadan rahatça takip edilebilecek biçimlerde hükümet indirdi veya yeni hükümeti tasarlayan temel güç oldu.

TÜSİAD neden kuruldu?

Türkiye’nin en büyük sermaye grupları bir örgüte ihtiyaç duymadan da siyaseti biçimlendirebiliyordu. Peki neden bir “örgüte” ihtiyaç duyuldu?

Vehbi Koç devlet ile sermaye arası ilişkilerin en eski ve en simge isimlerinden biri. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından ABD’ye gittiğinde ABD’den Türkiye’ye akacak sermaye için anlaşma yapmakla uğraşmamıştı yalnızca. Sınıfının bir temsilcisi olarak Türkiye’nin geleceğini ABD’ye ve NATO’ya bağlayacak adımları da atıyordu. O zamanlar CHP parti divanı üyesiydi de. Siyasetler üstü bir görüntü vermesi ve istifası için 1960’ları beklemek gerekecekti.

Ancak sermayenin eksikliği siyasetçilerle gizli ilişkiler kurmakta zorlanılması değildi. Aksine zaten bu ilişkiler sayesinde güçlenmişlerdi. Örneğin 1980 darbesi sonrasının yönetimi belirlenirken aynı Vehbi Koç Kenan Evren’e “Turgut Özal… bu nazik dönemde mevcudun içinde meselelerimizi en iyi bilen insandır ve dedikodulara bakmadan kendisini tutmakta fayda var”2 mektubunu ilettiğinde Türkiye’de hükümetlerin son tahlilde kim tarafından ve nasıl belirlendiğini gösteriyordu.

Öte yandan, TÜSİAD sermayenin eksikliğini çektiği ve 1960’larla birlikte ortaya çıkan bir ihtiyaçtan ileri geliyordu. Büyük sermayenin kendisini topluma anlatması ya da başka bir deyişle prestij ve “mühendislik” sorununa çözüm bulması gerekiyordu.

Nejat Eczacıbaşı’nın girişimiyle 1961’lerde başlatılan dernek kurma çabalarının temel hedefi işçi sınıfının mücadelesiyle yerini sağlamlaştırmaya ve Türkiye’de hakimiyet kurmaya başlayan sosyalist düşünceydi. Adalet, eşitlik gibi kavramların ve servet yanlısı olmanın vatan hainliği kabul edildiği anlayışın karşısına özel teşebbüsü ve “hür düşünce” ile çıkılmalıydı.

TÜSİAD 1971 yılında, darbenin hemen ardından kurulduğunda en büyük patronların Türkiye’deki siyasi-ideolojik dengelere müdahale aracı ve işçi sınıfıyla kavga örgütü olarak ortaya çıkmıştı. TÜSİAD Türkiye sermayesinin aklı ve uzun dönemli çıkarlarının savunucusu olarak siyasi iktidar ile sermayenin ne noktada ayrılması gerektiğine yanıt oluşturmak amacını da taşıyordu.

TÜSİAD siyasetin hızlı gelgitlerinin ötesine bakabilmeli ve her durumda kendini kurtarabilmeliydi. Örneğin TÜSİAD hükümetlerin ekonomi stratejilerini, Avrupa Birliği ve Kıbrıs politikalarını belirleyen temel güçtü. Hükümetler yıpranabilir, halkın direnci nedeniyle “popülizme” savrulabilir ve asıl ödevlerini unutabilirdi. Sermayenin her durumda yedek oyunculara, kontrol mekanizmalarına ve asıl planın tehlikeye düşmemesini sağlayacak bir “bağımsız” duruşa ihtiyacı bulunuyordu.

TÜSİAD bir parti olarak ortaya çıktı. Siyasete burnunu sokmadı, çünkü zaten siyaseti belirlemek için kurulmuştu.

Hükümetler çöp olurken TÜSİAD ayakta kaldı

TÜSİAD’ın nasıl at değiştirdiğinin en çarpıcı örneği olarak 1979 Ecevit hükümetinin indirilişi akla gelir.

1 aylık dilimde 20’yi aşkın ilan yayınlanmış ve Ecevit hükümetinin neden düşürülmesi gerektiği, Türkiye’nin önündeki hedeflerin ne olduğu, sermayenin programının ve çözüm önerisinin maddeleri gazete gazete yayınlanmıştır. Bu öneriler yine iyi bilindiği gibi önce 24 Ocak kararlarında, 12 Eylül iktidarı ve sonrasında ele alınıp hayata geçirilmiştir.

Ancak TÜSİAD’ın hızı dikkate değerdir.

Ecevit “nasıl kandırıldığıyla” ilgili olarak “bize IMF ya da ABD değil, işadamlarımız oyun oynadı”3 bile demiştir. Nitekim 1979’un ikinci yarısındaki kriz aylarında TÜSİAD heyeti ABD yönetimi, IMF ve bankacılarla görüşmeler yapmış, 1980’e nasıl girilmesi gerektiğiyle ilgili “istişare etmiştir”.

Halbuki aynı Ecevit 1970’lerde Türkiye’yi komünizm tehlikesinden kurtaracak kişi olarak yüceltilmiştir. TÜSİAD için Demirel’in “düz sermaye yanlılığından” ziyade sosyal demokrat bir ikna yolu tercih edilirdir. Ne var ki Türkiye’de devlet mekanizması ağır bir kriz içerisindeyken, işçi sınıfı ayaktayken ve devrimci bir tehdit ortadayken ağız tadıyla sosyal demokratlık yapmak pek mümkün değildir. Öyle ki TÜSİAD Ecevit’i sosyal demokratlığın gereğini yapamadığı için “elemiştir”. Çünkü siyasetin kendine özgü cilveleri vardır, Ecevit tipi bir popülizmle sermayenin ihtiyaçları arasında açı oluşmaktadır.

Siyasetin cilveleri her bir hükümet değişikliğinde tekrar karşımıza çıkacaktır.

Özal, yani “sermayenin has adamı” bile TÜSİAD’ın çekiştirmelerinden yorulacak ve “Kendi işleriyle ilgilensinler” ya da “villalarını satsınlar’ ya da “şirketlerinin kapasitesini azaltsınlar” demek durumunda kalacaktır.4

1996–2002 yılları aralığında Türkiye’de 5 hükümet kurulmuştur. TÜSİAD her birinde bir yenisinin ortaya çıkma ve ortadan kalkma dengesine kendini adamıştır.

Örneğin Tansu Çiller, TÜSİAD’ın kadrolu ekonomi profesörü olarak siyasete girmiş ve TÜSİAD’ın emriyle ANAP’ı topa tutmuştur. Halbuki siyaset gerilim yönetme ve gereğini yapma işidir. Aynı Çiller bu sefer TÜSİAD tarafından topa tutulmuş ve 1994 dönemecinde “Bana karşı büyük bir güven bunalımı var. Ama aslında ekonomik durum o kadar da vahim değil. Ne yapmalıyım ki, size karşı bu güveni yeniden sağlayayım?”5 demek zorunda kalmıştır.

Bir benzeri SHP-DYP hükümetinin sözcüsü Yıldırım Aktuna için de geçerlidir. Ama, TÜSİAD için “ekonomik konudaki düşüncelerini ortaya koyabilirler, ama bıraksınlar siyaseti bizler yapalım” diyen Aktuna kendisini orada tutan güçlere “çok istiyorsan sen gel yönet” diyememektedir. Çünkü ortada bir görev paylaşımı mevcuttur, ve herkes kendi rolünü oynamalıdır.

Aynısı AKP için de geçerlidir.

TÜSİAD AKP’yi nasıl kurtardı?

AKP’nin iktidara gelişi TÜSİAD tarafından sevinçle karşılanmıştı. Cem Boyner “Özal'ın ilk dönemlerinden beri berbat yönetilmeye alışmış bir ülkeydik. Bugünkü yönetimden çok memnunuz’’6 diyordu. Sanki aynı Özal o zamanlarda büyük sevinç ve övgüyle karşılanmamış gibi…

TÜSİAD “ampül yandı” diyordu…7

Ümit Boyner:  “Türkiye`nin yeni merkezi AKP’dir. Ekonomide çok büyük bir şansları var. Çünkü ekonomik bedellerin hemen hemen tamamı ödendi. AKP konumu gereği politikasında fevkalade AB yanlısı, yabancı sermaye yanlısı, yabancı sermayeyi davet edecek, önünü açacak politika izleyeceğini düşünüyorum.”

Bülent Eczacıbaşı: “Beklenen oldu. İktidara gelecek olan partiyi ekonomide, dış ilişkilerde çok önemli sınavlar bekliyor. Kıbrıs, Avrupa Birliği, Irak, kamu yönetiminde önemli sınavlar verecekler.”

Sakıp Sabancı: “İkinci Turgut Özal trenine yeniden biniyoruz.” 

diyordu.

AKP’nin programının ne olacağını anlatıyorlardı. Avrupa Birlikçi dalga, AB için Kıbrıs’ın gözden çıkarılması,  Irak tezkeresi, özelleştirmeler, sermayenin Türkiye’ye akması, yerli ve yabancı sermayenin kamu kaynaklarını talanı…

Hepsi gerçekleşti. AKP üzerine geçirilen kıyafete göre oynadı. Her birinde toplumda (ve devletin içinde de) dirençle karşılaştı. Ve yine her birinde herbir engelin kaldırılması TÜSİAD sayesinde gerçekleşti.

Engellerin kaldırılması açık bir sermaye sınıfı operasyonuydu. Başkanlık rejimine geçilmesi de aynı operasyonun bir parçasıydı. Rahmi Koç bütün bunları şu sözlerle özetliyordu:


"2005 senesi, topluluğumuz tarihinde yaptığımız en büyük atılımlara sahne oldu. Bir taraftan mevcut faaliyetlerimizi genişletirken, diğer taraftan Yapı Kredi Bankası, Tüpraş ve Tansaş şirketlerini bünyemize kattık. Uzun yıllar çok partili iktidarların ve buna bağlı çalkantıların yarattığı olumsuzluklar bu devrede tek parti iktidarının kararlı ve disiplinli tutumu ile ortadan kalktı. Geleneksel olarak ülkemiz ekonomisindeki olumlu gelişmelerden daima daha fazla performans gösteren topluluğumuz bu sefer de aynı başarıyı tekrarladı.”8

Rahmi Koç’un “başkanlık rejimi” hayranı olduğu biliniyordu. Gönlündekiyle gerçeğin örtüşmesine ramak kalmıştı. Öte yandan Koçlar AKP iktidarının hukukundan sonuna kadar yararlanıyorlardı da. Mustafa Koç Danıştay Savcısı Celalettin Özkan’ın Tüpraş özelleştirmesinde 4 işlemin de iptali isteminin reddini talep etmesi hakkında "Hayırlısı neyse o olsun, yargı kararına sonuna kadar saygılıyız” diyecekti. Koçlar sonuçtan emin gibiydiler…

AKP ile birlikte uygulamak istedikleri program ne zaman bürokrasiden bir engel görse TÜSİAD AKP’ye zırh olmuştu. TÜSİAD’dan önemli bir ismin şu sözleri son derece öğreticidir:

“AB sürecine karşı çıkmalarını aşmayı başardık ama nasıl mümkün oldu? Ordu ve adalet bürokrasisi AB sürecinin Türkiye için yararlı olduğuna ve buna karşı çıkmak yerine onu desteklemeleri gerektiğine ikna olsaydı, bu karmaşayla [bürokratların tasfiyesiyle] karşılaşmazdık. Siyasi pozisyonlarını korumaya çalıştılar ama sonra ne oldu? Ergenekon davalarıyla birlikte ordu generallerinin kitlesel tasfiyesiyle sonuçlandık. Eski bir söz vardır... Kendinizi değiştirmezseniz, onlar sizi değiştirir.”9

Aynı isim laiklik bahsindeki çekinceler için: “O zamanlar laiklikle ilgili sorunları olduğu açıktı, ama biz yine de AKP'nin kapatılmasına karşı çıktık. Ayrıca, gerçekte ülkenin İslamlaşması açısından pek fazla sorunumuz olmadığını düşünüyorduk. Belki bazı sorunlu ifadeleri vardı. Ama yine de bunu gerçek bir endişe konusu olarak görmedik” diyordu.

Sonuç olarak AKP’nin doğuşunun, büyümesinin ve gelişmesinin her aşamasında ona annelik yapan bir TÜSİAD gördük.

AKP ile TÜSİAD arasındaki bugünkü gerilimler kuşkusuz farklı bir dünyanın ve Türkiye’nin ürünü. Ancak temelinde aynı prensibin yattığını unutmamak gerekiyor. Türkiye’nin büyük sermayesi ile AKP birlikte güçlendiler ve birlikte dönüştürdüler. Her birinin bu düzende bir görevi, rolü ve sorumluluğu vardı. Rollerini birbirlerine hatırlatmaları arada bir birbirlerinin ayağına basmalarındandır.

TÜSİAD Dosyası – 5 | AKP döneminde sanayi sermayesi için teşvik muslukları sonuna kadar açıldı
  • 1

    “AKP yet to win over wary business elite” By Vincent Boland, Financial Times, 8 Haziran 2007.

  • 2

    Mustafa Sönmez, Kırk Haramiler: Türkiyede Holdingler, Gözlem Yayıncılık, İstanbul 1987, s. 346.

  • 3

    Cüneyt Arcayürek, Cüneyt Arcayürek Anlatıyor, Cilt 8, Karacan Yayınları, Ankara 1986, s. 320-374.

  • 4

    Cumhuriyet, 22 Mayıs 1987, 3 Mart 1988, 2 Mayıs 1988, 20 Ağustos 1988, Ş. Gülfidan, a.g.k., s. 101.

  • 5

    Eyüp Bayram Şekerli, Eyüp Akçetin, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 Askeri Darbe Dönemlerinde TÜSİAD-Devlet İlişkisi, Liberal Düşünce Dergisi, Yıl: 25, Sayı: 100, Güz 2020, ss. 115-135.

  • 6

    Hürriyet, “Berbat yönetiliyorduk şimdi iyi gidiyoruz”, 10 Ağustos 2003.

  • 7

    https://bigpara.hurriyet.com.tr/haberler/genel-haberler/362-wattlik-ampul-yandi-simdi-cozumu-gorelim_ID432873/

  • 8

    https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/koc-tarihi-atilimlar-yaptik-18-7-milyar-dolari-yakaladik-4316011

  • 9

    Mehmet Baki Deniz, “Who Rules Turkey Between 1980 and 2008? Business Power and the Rise of Authoritarian Populism”, 2019.