Trump'ın olası dışişleri bakanı Rubio’nun ‘başarı öyküsü’: Tipik Amerikan rüyası mı?

Trump'ın olası dışişleri bakanının kariyer öyküsünün ayrıntılarında, ABD’nin emperyalist kibiri genlerinde barındıran yerleşik düzen aygıtları tarafından nasıl hedef alınmış olduğunu gözlemek mümkün.

Gamze Erbil

Donald Trump'ın potansiyel ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun ülke siyasetinde yükseliş hikayesinin ayrıntıları genel olarak medyada yer tutmaya başladı. Bir ezberi sürekli yeniden hatırlatacak şekilde verilen haberlere bakılırsa, Kübalı göçmen bir ailenin çocuğu olarak başlayan Rubio’nun yükseliş hikayesi neredeyse Amerikan rüyasının cisimleşmiş bir hali. Yani, “Amerika’nın nasıl bir özgürlükler ve fırsatlar ülkesi olduğunu” da kanıtlıyor.

Bu kariyer öyküsünün ayrıntılarındaysa, ABD’nin emperyalist kibiri genlerinde barındıran yerleşik düzen aygıtları tarafından nasıl hedef alınmış olduğunu gözlemek mümkün. Rubio’nun siyasi tarihinde “göçmen Kübalı aile” hikayesini siyasi kariyerini parlatmak için kullanma çabaları, ABD siyasetinin acımasız çarkları içinde, bu aygıtlar tarafından acımasızca baltalanıyor.

Aile kökeni ve ABD devlet mekanizması içindeki bu “cefakâr” yükseliş hikayesinin farklı yönlerine dair derin bilgilere ulaşma şansımız bulunmuyor. Kariyerinin kritik dönemeçlerini, Cumhuriyetçi cephede ama yerleşik düzen referanslarını hep kollayarak aldığını söyleyebiliyoruz sadece. Uyanık ve -kişisel hikayesi nedeniyle- makyavelist tarza daha yatkın olduğunu varsayabiliriz.

2016’daki Başkanlık seçimleri yarışında Trump’ın karşısına çıkıp yenildikten sonra sadık bir hizmetkâr rolünü benimseyen Rubio, başkanla arasını düzeltip ona dış politika danışmanlığı yapmıştı. Hatta 2020’deki Biden’la tartışmasında ona destek sağladı.

Rubio’nun 2010’daki senatörlük macerasında ve 2016’daki Cumhuriyetçi Parti içi başkanlık rekabetinde, özellikle aile hikayesiyle ilgili ABD’nin büyük medyaları tarafından hunharca kırbaçlanıyor.

‘Bize ucuz palavralarla gelme Marco'

2010’da senatör olduktan sonra, cevval hamlelerinin rahatsız ettiği bazı çevrelerin özel siparişi olabilir; bilemiyoruz. 20 Ekim 2011 tarihli Washington Post haberi pek de acımasız olmayan bir dille, ama geri dönülmez bir netlikle bir gerçeği yüzüne vuruyor. “Marco Rubio’s compelling family story embellishes facts, documents show” başlığıyla yayımlanan haber, Marco Rubio’nun etkileyici aile hikayesinin gerçeklerin biraz cilalanmasına dayalı olduğunu belgelerle ortaya koyuyor. 

Haberin içeriği, Rubio’nun politik kariyerini parlatırken sık sık tekrarladığı, ailesinin Castro iktidara geldikten sonra Küba’yı terk etmeye zorlandığı yönünde, özellikle Güney Florida’da etkili olan beyanlarının resmi belgelerle yalanlandığını söylüyor. Buna göre, aile Küba Devrimi’nden 2,5 yıl kadar önce, 1956’da ABD’ye gelmiş durumda.

‘Sen kim, kararlı göçmen karşıtı kim'

Rubio 2016’da Cumhuriyetçi Parti’den başkan adayı olarak Trump’ın karşısına çıktığı seçim kampanyasında “sert göçmen politikası” savunusuyla sahne aldığında ve bir kez daha büyük medyanın hedefi oluyor. Genç senatör, kampanyası sırasında göçmenlik yasalarının sıkılaştırılması çağrısı yaparak Suriye ve Irak’tan gelen mültecileri potansiyel güvenlik riski nedeniyle kabul etmeyeceğini savunuyor.

5 Mart 2016 tarihinde yayımlanan NYT makalesi, “Marco Rubio’nun politikaları zamanında uygulansaydı büyükbabası gibi kişilere kapıları kapatabilirdi” başlığını taşıyor ve aslında Rubio’nun kişisel hikayesiyle “sert göçmen karşıtlığı” arasındaki çelişki mercek altına alınıyor.

Makalede, mülteci inceleme sürecinin sıkılaştırılmasını savunan Cumhuriyetçiler arasında babası Küba’yı terk eden Teksaslı Senatör Ted Cruz gibi Marco Rubio’nun da bulunduğuna dikkat çekilirken, bu politikayla ilgili Demokratlar cephesine (belki de Cumhuriyetçiler arasındaki çekişmelere) bel-altı malzeme sağlanmış oluyor.

Yazı aslında o dönem Rubio’yu “Küçük Marco” hitabıyla alaya alan Trump’ın saldırganlığından aşağı kalır değil. Aynı zamanda daha trajik bir Amerikan gerçeğini de gözler önüne seriyor. 

Kendisine büyükbabasının durumu hatırlatıldığında Rubio “o zaman ve bugün arasında fark olduğunu, İslam Devleti gibi yabancı unsurları içerebilecek sızmaların çok tehlikeli olduğunu” söyleyerek kıvırmaya çalışıyor. Şöyle demiş, "Bunun geçerli bir nokta olduğunu kabul ediyorum. Ancak bugünkü koşullardan farklı olarak o dönemde Fidel Castro adına silahları patlatacak ve insanları öldürecek katilleri ABD’ye sızdırmak gibi çabalar yaygın değildi.”

NYT acımadan devam ediyor:

“Bay Garcia 1962'de Miami'ye indiğinde, Soğuk Savaş paranoyası zirvedeydi ve Amerikalı yetkililer ülkeye girmeye çalışan Kübalı casuslar konusunda yüksek alarmdaydı. Küba füze krizi, sadece birkaç hafta uzaktaydı.”

Trump ve Rubio bir seçim mitinginde

‘Savunduğun göçmen politikası eskiden olsa, büyükbabanı tanımayacaktın'

NYT makalesi, Rubio’nun büyükbabasına bağlılığını Senatörün 2012 tarihli biyografisine dayanarak ince ayrıntılarıyla resmediyor; biyografide özel olarak büyükbaba için "Papá" başlıklı bir bölüm ayrıldığını öğreniyoruz: Buna göre, 1984’te büyükbaba öldüğünde 13 yaşındaki “Marco dağılıyor. Sınavlarda başarısız olmaya başlıyor. Futbol takımını bırakıyor.”

Akıl hocası ve en yakın çocukluk arkadaşı olarak görülen büyükbabayla ilgili Rubio’nun öne çıkartmayı tercih ettiği en önemli ders: Ebeveynlerinin fedakarlık yaparak onun için yarattığı fırsatları boşa harcamamak. Büyükbaba Garcia’nın Ronald Reagan’a hayran olduğunu ve Rubio’nun Cumhuriyetçi olmasının nedeninin bu olduğunu öğreniyoruz.

NYT, acımasız darbesini biyografiden “Dizinin dibinde öğrendim, nasihatlerine inandım ve takdirini kazanmak istedim. Hâlâ da istiyorum” ifadelerini alıntılayarak Rubio’nun şu anda savunduğu “göçmen politikalarının” o dönemde geçerli olması halinde büyükbabasının büyük ihtimalle sınırdışı edileceğini ve onu tanımaktan mahrum kalacağını hatırlatarak vuruyor.

Anne-babanın yaptığı fedakarlıkların ürünü fırsatları boşa harcamama nasihatının yedi çocuklu göçmen bir aile babasının, torununa nasihatı olarak ne ifade ettiğini tahmin etmek güç değil. Rubio’nun bugün hâlâ düsturu olan bu nasihati yerine getirmek için neler yaptığınıysa bilemiyoruz.

Bir Kübalı göçmen hikayesi

Peki, Küba Devrimi sürecinde ABD ve Küba arasında gelgitli bir seyahati olan bu büyükbabanın hikayesi nasıl resmediliyor? Konuyla ilgili asıl profilin ancak Küba kaynaklarından daha gerçekçi ve insani biçimde sağlanabileceğini not edelim ve NYT’ın çizdiği profili olabildiğince sadeleştirerek aktaralım:

Pedro Victor Garcia, karısı ve içinde Rubio’nun annesi de bulunan 7 çocuğuyla 1956’da Küba’dan Miami’ye göç ediyor. Yani Batista iktidarı döneminde. Bu gidişinde Garcia’nın yeşil kart aldığını öğreniyoruz. Sonra kendi ABD sorgulamalarında ifade ettiği haliyle “çocuklara yük olmamak için”, ama enteresan bir biçimde Devrim gerçekleştikten sonra iş aramak için Küba’ya dönüyor. ABD’deki yasal haklarını kaybediyor. Castro yönetiminin ulaştırma bakanlığında muhasebeci olarak üç yıl kadar çalıştıktan sonra Garcia, yine sorguda ifade ettiği haliyle -gerçek nedenini yine bilemiyoruz- “Castro’nun marksist olduğunu anladığı için” tekrar Miami’ye kaçıyor.

İşte “göçmen kabullerinin sıkılaştırılmasıyla” ilgili olarak sorgulanan bu ikinci ABD’ye kaçma hikayesi.

Petro Victor Garcia’nın bindiği Havana’dan kalkan Pan Am 2422 uçağı 31 Ağustos 1962'de Miami'ye indikten sonra, göçmenlik görevlileri onu durduruyor. 

Sonrası uzun süreli sorgular ve sınırdışı edilmemek için sunması gereken ikna edici gerekçeler bulmaya zorlanışı…

İlk duruşmasında ABD’de kalıcı olarak yaşamayı hep düşündüğünü, Küba’ya 59’daki gidişinin ailesine yük olmak istememek için zorunlu olarak gerçekleştiğini, ancak daha sonra yönetimin kendisini sürekli baskı altında tuttuğunu, korktuğunu vs. anlatıyor. Bu yeterli görülmüyor. 

Bu duruşmada Garcia hakkında oluşan kanaat, Castro hükümeti için çalışan ve güvenlik riski oluşturabilecek biri olarak beliriyor. "Başvuranın ABD'den ihraç edilmesi ve sınır dışı edilmesi emredildi" şeklindeki hükmün anlaşılıp anlaşılmadığı tekrar sorulduğunda Garcia’nın acıklı bir şekilde “Evet, anlıyorum” dediğini aktarıyor ses kayıtlarına dayanarak yazılan makale. Yine makale ilginç ve gizemli bir biçimde şöyle devam ediyor: “Bu, onun Amerikan hikayesinin sonu olabilirdi. Ancak o gün, Biscayne Bulvarı’ndaki göçmenlik ofisinden biri -evraklarda tam olarak kim veya neden olduğu belirtilmiyor - fikrini değiştirdi. Bay Garcia'ya şartlı tahliye statüsü verildi, bu da yeşil kart alamayacağı ancak ABD'de kalabileceği anlamına gelen yasanın gri bir alanıydı.” O evraklarda tam olarak ne olduğu gerçekten merak konusu.

Bel altı makaleyse bu gizemin üzerinde durmamayı tercih ediyor ve “Sonuç olarak, göçmenlik yetkililerini etkileyen şey Bay Garcia'nın fiziksel durumu için acıma duygusu olmuş olabilir. 1,68 boyunda ve sadece 59 kilo olan Bay Garcia, bir kazada bacağını yaralamış ve bir dizi rahatsızlıktan muzdaripti. Tıbbi kayıtlar, çocuk felci, skolyoz ve amfizem belirtileri olduğunu gösteriyor” şeklinde devam ediyor ve Garcia’nın yıllarca belirsiz kalan yasal statüsünün 1966’da çıkan Küba Uyum Yasası sayesinde resmiyete kavuştuğunu ve daimi ikametgahının da 13 Eylül 1967’de onaylandığını belirtiyor. Garcia, ‘66’daki yasaya göre, ikamet için özel statü verilen Kübalılar için tasarlanan formda meslek bölümünü “Küba mülteci programından kamu yardımı almak” olarak dolduruyor ve eklediği fotoğrafın da takım elbiseli ve gülümsediği bir siyah beyaz fotoğraf olduğuna dikkat çekiliyor.