Nancy Pelosi’nin Tayvan’ı ziyareti Çin ve ABD arasındaki askeri gerilimi doruğa çıkardı, öyle ki herkes nefesini tutup Pasifik’ten başlayıp dünyaya yayılacak topyekun bir savaşın başlangıcında mıyız diye sormaktan kendini alamadı.
Nancy Pelosi bu kadar önemli miydi savaş başlatmaya değecek kadar? Değil, ABD emperyalizminin gedikli bir memuru, demokrat partili vb. Ama kim olduğu değil, önemli olan Tayvan’ı şimdiye kadar ziyaret eden en üst düzey ABD yetkilisi, ABD Temsilciler Mecslisi Başkanı olması. Yoksa Tayvan yine kışkırtma amaçlı, ABD ve AB yetkilileri tarafından daha önce ziyaret edilmişti. Bu kadar üst düzey bir kadro tarafından Tayvan’ın ziyaret edilmesi Çin’i fazlasıyla kışkırtmış gözüküyor.
Tayvan sorunu mu mesele?
Aslında karşı karşıya olduğumuz olguda Tayvan sorunu çok tali bir mesele, sadece kışkırtılmaya çok uygun olduğu için öne çıkıyor.
Esas sorun ABD’nin dünya emperyalizminin tartışmasız patronu olduğu 80 yıldan sonra patronluğunun sorgulanır hale gelmesi. Çin Halk Cumhuriyeti’nin 1978’den sonra kapitalizme yönelmesi, yüz milyonlarca işçiyi serbest bölgelerde toplaması ile Çin’e büyük bir sermaye ihracatı gerçekleşti. Son 30 yıl içinde Çin’de eşi görülmemiş ve takrarlanması çok zor bir sermaye birikimi yaşandı. Ortaya çıkan dev sanayinin yanı sıra Çin devletinin kullandığı sermaye ihracatındaki yumuşak yöntemlerle ABD emperyalizminin özellikle 2008 sonrası başa çıkamadığı izlendi. ABD hemen her yerde, Asya’da, Afrika’da, Güney Amerika’da, hatta Avrupa’da pazarları Çin’e kaptırmaya başladı.
Dolayısı ile günümüzün esas sorunu bir emperyalist paylaşım savaşının dünyanın kapısına dayanmış olmasıdır. ABD emperyalizmi Çin’de birikmiş olan sermayeyi değersizleştirmek istiyor, bunun en acımasız yolu olan savaşı göze alıyor gözüküyor. 2011’den itibaren ABD stratejik bir kararla bütün askeri gücünü Pasifik’e yığdı ve Çin’i kuşatan bir müttefik ağı oluşturdu.
Çin ise ABD’nin kapitalist bir ülke olmasına karşı değil, aksine ABD pazarına ihtiyacı var, ancak ABD’nin siyasi, mali ve askeri yöntemlerle Çinli tekellere engeller koymasına karşı. Yeni Dünya Düzeni olarak tanımlanan şey, Çin tekellerinin bir engelle karşılaşmadan dünyaya açılmasını öngörüyor.
Peki, Tayvan meslesi o kadar önemsiz mi?
Tayvan meselesinin önemi kolay kışkırtılabilir olmasından kaynaklanıyor ve doğal ki tarihsel bir arka planı var.
Aşağıda haritada gördüğümüz Tayvan adası 180 km genişlikte bir kanalla Çin ana kıtasından ayrılıyor. O kadar geriye gitmeye gerek yok, 19. yüzyılda Çinli bir nüfusa sahip ve Çin İmparatorluğu’nun bir parçası. Ancak 1895’teki Çin-Japon Savaşı’nda Japonya tarafından işgal ediliyor ve İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Japon devletine bağlı kalıyor.
Haritada Çin ana kıtası ve 180 km kadar uzağındaki Tayvan adası izleniyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Çin devrimi başlıyor ve yenilen milliyetçiler Tayvan adasına göç ediyorlar. Böylece iki Çin devleti oluşuyor, milliyetçilerin askeri diktatörlüğünde Tayvan’daki Çin Cumhuriyeti ve Çin anakarasında dev nüfusuyla sosyalizme yönelen Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC).
Birleşmiş Milletler’de ABD emperyalizminin baskınlığı ile uzun yıllar ÇHC yerine Tayvan’daki Çin Cumhuriyeti temsil ediliyor. Ancak Sovyetler Birliği ile ÇHC’nin arası açılınca 1970’ların sonunda, ABD ile ÇHC arasında bir müttefiklik ilişkisi başlıyor. ABD’nin Sovyetleri kuşatma politikası gereği, Tek Çin Politikası uluslararası diplomasiye hakim oluyor. Ülkeler ÇHC tanırlarken, Çin’in parçası olarak görülen Tayvan diplomasi alanından dışlanıyor.
Ancak emperyalist hegemonya krizi baş gösterince, ABD ve müttefikleri Tek Çin Politikasına bağlı olduklarını açıklasalar daTayvan ile ilişki kurmaya ve silah satmaya başlıyorlar. Gerilim gittikçe büyüyor, Çin askeri alanda da geliştikçe, bu son derece duyarlı olduğu milli meselede kışkırtılmaya daha uygun hale geliyor.
Peki, Tayvan’da Çin ile buluşmaya hevesli ve zorla bundan alıkonan bir halk var mı? Öyle gözükmüyor, Tayvan sermaye sınıfı ağırlıklı olarak Çin’den bağımsız kalmayı ve bunu Batı emperyalizmine yaslanarak korumayı amaçlıyor. Tayvan işçi sınıfı içinse her iki tarafta da tekellerin işçisi olmanın dışında bir yaşam vaadi gözükmüyor.
ABD Pelosi’nin ziyareti ile Çin’e bir tuzak kurmuş olabilir mi?
ABD’nin daha önce Pasifik’te İkinci Dünya Savaşı esnasında Japonya’ya bir tuzak kurarak savaşa çektiği biliniyor. Japonya’nın petrole ulaşmasını engelleyerek ve müzakereleri red ederek Japonya’ya savaşmaktan başka çare bırakmamışlardı. Karşı tarafın saldırmasının meşruiyet kazanma açısından büyük bir avantaj olduğu biliniyor.
Şimdi Çin’in müttefiki olan Rusya Ukrayna’da uzun sürecek bir savaşa çekilmişken ve Pasifik’te Çin’in yardımına en azından bütün gücüyle koşacak olanaktan yoksunken, Çin’i kışkırtarak ilk adımı atmasını sağlamak planlanmış olabilir. Hatta Pelosi’nin ziyareti öncesi ABD ordusunun bunun iyi bir fikir olmadığını basına yansıtılacak şekilde ifade etmesi ile sanki savaşmaya hazır değillermiş gibi bir havanın yaratılması tuzağın bir parçası olabilir. Oysa bütün ABD savaş makinesi bölgeye yığılmış durumda.
Tabi böyle de olmayabilir ve gerçekten bu tereddüt ABD devlet aklında bir dağılmaya da işaret edebilir, ama her durumda zaman Çin lehine çalışıyor. Geçen sürede Çin askeri açıklarını kapatıyor, ekomomik açıdan ABD biraz daha geriliyor.
Bu yüzden eğer Pasifik’te Pelosi kışkırtması ile bir savaş çıkmazsa bu Çin devleti soğukkanlılığını koruyabildiği için olacak. Şimdilik Tayvan’ı kuşatan sert askeri manevralar tanımladılar önümüzdeki günler için. Ama barışın pamuk ipliğine bağlı olduğu günlerdeyiz.
Bu savaş veya savaş olasılığının tekellerin, büyük şirketlerin, ABD, Çin, Rusya, Tayvan, Japonya vb ülkelerin işçi sınıflarına karşı açıldığını ve bizim savaşımız olmadığını bir kez daha hatırlatalım.