Taciz, teşhir, teşhircilik ve ahlak bekçiliği bir arada

Sosyal medyanın bir haberleşme, iletişim ve "toplumsal" etkileşim ortamı olarak işlevlerini sorgusuz sualsiz olumlayan bir yaklaşım artık akılsızlık değilse kasıt taşıyan bir alçaklık olarak görülmeli.

Mehmet Kuzulugil

Son birkaç güne sığan ve sosyal medya etkileşimlerinin bir şekilde merkeze yerleştiği olaylara şöyle bir bakmak yetiyor şaşırıp kalmak için.

Önce Elif Sarı "olayı".

Elif Sarı adında bir kadın Bartın'da yaşıyor ve bir instagram hesabı var. Hesabından kendi fotoğraflarını yayınlıyor. Fotoğraflar sosyal medyanın artık sıradanlaşmış ve kabul görmüş patolojisini aşan nitelikte değil. Herhangi bir popçunun twitter hesabında rastlayabileceğiniz kadar "göğüs dekoltesi" ve dolgun basenler var bu "paylaşımlarda". (Paylaşım!)

Ve Elif Sarı'nın bebeğini emzirdiği fotoğraflar.

Artık nasıl bir yayılma yaşıyorsa bu fotoğraflar, ahlaka mugayyir olduğu, edepsiz olduğu, tüylerimizi diken diken ettiği için yoğun protestolarla karşılaşıyor, "hesap". Emzirdiği çocuğunun Elif Sarı'nın elinden kurtarılması gereği ve dahi Elif Sarı'nın tutuklanması talebi twitter "sakinlerince" Emniyet Genel Müdürlüğü'nü de ayaklandıracak şekilde dile getiriliyor. Bir detayı atlamış olmayayım, "uyanık" bir sosyal medya kullanıcısı, "Elif Sarı"ya çocuğuyla ilgili bir soru sorarak aldığı yanıtı yayınlıyor ve infiali büyütüyor.  

Polisimiz harekete geçiyor. Elif Sarı'nın peşine düşüyor.

Ve buluyor.

'Rahat uyu Türkiyem Elif Sarı bulundu.  Ya da öyle bi şey...'

Elif Sarı'nın Elif Sarı olmadığı, yabancı ülke vatandaşı bir kadının fotoğraflarını yine sosyal medya üzerinden derleyen bir Türk erkeğinin açtığı sahte bir hesap üzerinden fotoğrafların yayınlandığı anlaşılıyor.

#ElifSarıTutuklansın "heşteki" zirve yapıyor bu esnada.

İçişleri Bakanlığı'nın konuyla ilgili açıklaması şu şekilde: 

"Sosyal medya platformu Twitter'da, #elifsaritutuklansin' etiketi ile ilgili Emniyet Genel Müdürlüğü Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığınca yürütülen çalışmalar neticesinde; söz konusu fotoğrafları paylaşan @elif.antplii isimli/rumuzlu Instagram hesabını kullanan Y. E. isimli erkek şahıs, Gaziantep ilinde yakalanarak hakkında adli işlemler başlatılmıştır.

Bahsi geçen hesaptaki şahısların yabancı uyruklu ve yurtdışında yaşayan şahıslar oldukları, dolayısıyla konunun ülkemizle bir bağlantısının bulunmadığı anlaşılmıştır. Y. E. isimli şahsın bu görüntüleri sosyal medya üzerinden elde ederek ülkemizde yaşandığı algısı yaratmak amacıyla paylaştığı belirlenmiştir."

Manyaklığa bakın!

Y.E. Bartınlı Elif Sarı kimliğini yaratıyor, ona yakıştırdığı fotoğrafları derleyip yayınlıyor.

Ve herhangi bir popçunun milyonlarca yurttaşımızın gözlerini dört açarak izlediği bir klibinde görebileceğiniz kadar çok sayıda meme ve kıç (göğüs dekoltesi ve basen mi diyeyim!) bulunan bu fotoğraflar nedeniyle galeyana gelen yurttaşlar, devleti göreve çağırıyor. Devlet de çağıranları kırmıyor, göreve geliyor.

Ve dahi Elif Sarı, pardon Y.E. kıskıvrak yakalanıyor.

Milletçe rahat bir nefes alıyoruz. Edepsiz Elif Sarı yakalandığı, bu edepsiz kadının zavallı evladı kurtarıldığı için değil. Aslında Elif Sarı'nın olmadığını, olayın 'böyle olayların ülkemizde yaşandığı izlenimi vermek isteyen birilerinin' işi olduğunu öğrendiğimiz için.

Sol ve muhalif bir kısım yayın organı da dahil olmak üzere hiç kimse bebeğini emzirirken fotoğraflarını yayınlayan birisinin tutuklanması talebinin ne kadar aptalca olduğunu sorgulamıyor. Ya da kimse örneğin çıkıp "bu kadın tutuklanıyorsa, örneğin 'oğlum Ebu Çükdar'ın sünnetinden, bugün sünnet yarın deniz' yazılı fotoğrafları yayınlayanlar niye serbest dolaşıyor" diye sormuyor. Ya da Elif Sarı'nın sosyal medyadaki teşhirciliğin en uçuk örneği olmadığı, hatta basit bir ölçü sorunu değilse bu, benzer çok örneğin olduğunu ya da olağanlaştığını hatırlamıyor.

Hadi o neyse, her şey olup bittikten sonra kimse çıkıp da "yahu sosyal medya düzenlemeleri filan derken hiç ilgilenmediğimiz bir durum bu ama milletçe manyaklaşmış olabilir miyiz?" diye sorgulamıyor.

"Halk galeyanda, Elif Sarı tutuklansın diyor" başlıklarıyla, instagramdaki bu ahlaki rezaletin (!) haberlerini yapanlar, "İçişlerinden Elif Sarı açıklaması: Tutuklandı" başlıklarıyla mıntıka temizliği yapıyor. Başlığın kurgusuna dikkat edin "Elif Sarı diye haberini yaptığımız kişi" filan demiyor. "Elif Sarı tutuklandı" diye başlık atsa olmayacak. Böyle idare ediyor.

'Böyle tutuklarlar işte adamı! Ya da her neyse...'

Solcusu, sağcısı "heştekle memleket kurtarma huyumuz ne fena, sanal bir olaya, sanal tepki verdik ve olay hiç de sandığımız gibi değilmiş" de demiyor. Bir allahın kulu, "bu pek acayip ve salakça 'trollemeyi' yapan kişinin psikiyatrik yardım almasına karar verilmesini anlayabilirim de, 'tutuklama' nereden çıkıyor" demiyor. Tutuklamanın gerekçesi olan "Müstehcen Yayınların Üretiminde Çocukları Kullanmak ve Özel Hayatın Gizliliğini İhlal" suçlamalarıyla içişleri bakanlığının yaptığı açıklamayı bir türlü bağdaştıramayan galiba bir ben varım demeden edemiyorum. Bu patolojik sosyal medya tablosunun kararlı unsurlarından olduğu anlaşılan E. Y.'nin alınırken ailesine "benim için dua edin" demesine takılan kaç kişiyiz diye bir "heştek" açsam mı diye düşünürken buluyorum kendimi. Hemen bu konuyu kapatıyorum.

Dikkat ediniz: Konu sosyal medyayla ilgili ama ondan ibaret değil. Koca koca gazeteler, haber siteleri haberlerle işliyor mevzuyu.

Tam Elif Sarı'nın şokunu atlatmışken, karşımıza tilkiyle boz ayının post modern hikayesi ve hikayenin yazarı geliyor.

Yine bir galeyan. Bu sefer galeyana gelenler bizim mahalledekiler. Gül ve Düşün adında bir öykü kitabında yer alan "masallardan" birisi tepkilerin nedeni. Bana sorarsanız, büyük olasılıkla eski halk hikayelerinden ya da seviyesiz avam şakalardan filan uyarlanmış bir hikayenin, uyarlarken bazı kelimelerle meseleyi iyice acayipleştirecek şekilde oynamış, kötü bir yazarı var karşımızda. Sözü geçen "masalın" bir çocuk kitabı olarak paketlenmiş olması gerçekten skandal. Bilmeyen varsa kısaca "özetleyeyim", boz ayı ve onu japon yapıştırıcısıyla etkisiz hale getirip ona "tecavüz eden" (yazar bu ifadeyi seçmiş) tilkinin rol aldığı gerçekten çok ahmakça bir anlatı.

Bunun okullarda nasıl okutulabildiği, çocuklara nasıl verilebildiği sorgulanıyor.

Ortalık ayağa kalkıyor.

Yine gazeteler, haber siteleri haberlerini yapıyor.

Sorun şu ki, anılan "çocuk" kitabı 2000 yılında ilk baskısını yapmış.

2017'de 4. baskısını yapıyor. Şu anda da ikinci el kitap sitelerinde ilanları bulunabiliyor. Stokta yok bilgisiyle birlikte.

Çok üzerinde durulmuyor ama kitap 2005 yılında Bikene Bifikre olarak Kürtçe'ye de çevrilmiş. Milli Eğitim Bakanlığı'nın kitapla herhangi bir zamanda ilgilenmiş olduğunu gösterir bir bilgi yok elimizde.

Sonrasında Musa Dinç sahne alıyor. Kitabın son baskısının 2017 yılında yapıldığını, 2019 yılındaysa bir internet sitesinde aldığı okur tepkisinden sonra satışını durdurduğunu söylüyor.

Tepki gösterilen malzeme gerçek, tepki haklı... Ama mesela 2000 yılında ilk baskısı yapılmış ve bir yıl önce yazarı tarafından toplatılmış bir kitap hakkında suç duyurusunda bulunmak, özellikle bunu "sosyal medya gazıyla" yapmak biraz garip oluyor gerçekten.

Kitap 'kaldıran' sosyal medya

Bu arada "Pis yobazlar çocuklarımıza nasıl kitaplar okutuyorlar böyle" tepkilerine konu olan kitabın yazarının PEN üyesi olduğunu, 2010-2011 yıllarında Orhan Kemal Öykü Yarışmasında Seçici Kurul Üyeliği ve 2010 yılında Kaygısız Abdal Öykü Yarışması'nda Jüri Üyeliği yaptığını öğreniyoruz. Bu arada ekleyeyim, bu satırlar yazıldığı sıralarda #gülvedüşünkitabıkaldırılsın "tvitırda tete" listesindeydi.

Bir kitabın "kaldırılmasını" gözünde canlandırabilen insanlar toplam 9.919 mesaj yayınlamıştı.

Okurdan özür dileyerek şunu söylemek zorundayım, Eğitim Sen üyesi, belki de sol eğilimli ve Kürt hareketinin sempatizanı olan bir yazarın kitabını kampanya konusu yaparken "burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi" kalıbıyla feveran edip, "yobazlar! daha ne yapacaksınız çocuklarımızaaa" çığlıkları atan "bizim mahallenin" gerçekten hızla bazı önlemler alması gerekiyor.1

Bu kadar yazdıktan sonra iğneyi de kendimize batırmazsak olmaz.

soL olarak, sosyal medyada görüp de üzerine çullandığımız, basitçe tarihine baksak "yahu bu 10 sene önce olmuş" diyeceğimiz "bomba haberleri" yaptığımız oldu. Sonra güzelce sildik onları.

Dedik ya, bu elektronik mecralara ezberlenmiş kabullerle bakıp körlemesine hatalar yapmamak için bazı şeyleri kendimize hep hatırlatmamız gerekiyor.

  • 1. Bunun yanlış anlaşılabildiğini gördüğüm için eklemek durumundayım. "Aman dikkat adam bizim mahalleden çıktı" gibi bir uyarı değil yaptığım. Ağır bir tembellik içinde, önünü arkasını öğrenmeden "kampanyalar" açmanın fenalığından söz ediyorum. Bu kampanyaların muhatabının kim ya da kimlerden olduğunun da bir önemi yok.