O yıllar, futbolun gamalı haç ve dalkavuklarının gölgesinde kötürümleştirildiği anlardan da izler taşımaktadır.
Bilen bilir, futbol araştırmacısı Simon Kuper’in “Ajax, Hollandalılar ve Savaş: 2. Dünya Savaşı’nda Avrupa’da Futbol” isimli bir çalışması vardır. Kuper, bu çalışmayı hazırlarken binbir çeşit zorluğa göğüs germiştir.
Tarihi bilgi ve belgelere duyduğu ihtiyaçlar ile yüzüne kapanan kapılar arasındaki ilişkiden, ürettiği trajik kitaba değin tam bir alternatif tarih okuması yapılmış olur kitap ile...
18 Mart 1900 tarihinde, Amsterdam’da kurulan futbol kulübü Ajax’ın ve Yahudilerin yakınlık duyduğu Hollanda’nın İkinci Dünya Savaşı esnasında gamalı haç taşıyan Nazilerle nasıl bir işbirliğine girdiğinin, kitaba sığdırılabildiği kadarıyla hazırlanmış bir özetidir yaşananlar…
Bu anlamda dramatik ve hüzün verici olduğu kadar bir tarih belgeciliğidir kitap.
Simon Kuper bir Ajax taraftarıdır ancak hiç de fanatik değildir. 1999 yılında çocukluğunu geçirdiği Hollanda’da araştırmalarından derlediği kitabı için yoğun bir hazırlığa girişmiştir.
Öğrendikleri ise onu mutlu etmemiştir, aksine bunun onu bir çelişkiye tahvil ettiği söylenebilir.
Nasıl olur da, Ajax futbol takımı tarihsel kodlarıyla hiç uyuşmadığı halde Nazilere karşı bir direniş göstermez, diye sorar kendi kendine. İşte kitap, bu tarihin futbolla yoğrulan öyküsünü anlatmaktadır.
Ancak futbol, kullanışlıdır.
“Yahudi kulübü” olarak bilinen bir kulübün, Yahudi yurttaşların yakınlık duyduğu bir ülkede Nazilerle kurulan işbirliği örnekleri derin izler bırakmıştır onda.
Kuşkum yok, futbol aynı zamanda tarihe tanıklığın kendisidir. Kitap da bunun bir tercümesidir yalnızca.
Ajax, Hollandalılar ve Savaş kitabı sporun disiplinler arası bir işlev gördüğünü de kanıtlar. Tarih, siyaset, spor iç içedir.
Kuper, kitabında o dönemleri ve İkinci Dünya Savaşı momentindeki futbolu tariflerken Nazilerin futbolu nasıl da bir propaganda aracı olarak kullandığını sağ kalan ve döneme tanıklık etmiş olan kişiler üzerinden anlatır.
Ancak bu olanlara futbolun merceğinden bakmayı da ihmal etmez.
Avrupa’nın o dönemlerde Nazi faşizmi ile inim inim inlediği zamanlar olsa da futbol, futboldur. Oynanmaya ve izlenmeye devam eder.
Ancak kitapta not edilecek bir diğer şey de futbolun tutkusuna eşlik eden dönemi ve yapılan hataları sorgulama ihtiyacıdır.
Bu anlamda kitaba bir “politik-polisiye” havası da katılmıştır demek zorlama olmaz.
Kitabın hemen girişinde Kuper, kitabı yazarken yüzlerce saat yardım aldığını söyler. Yani kitap uzun erimli bir çalışmanın da sonucudur.
Kent öyküleri, futbol ve faşizm
Yine Kuper, kitabının bir bölümünde “Her kent, sokakları, anıtları ve futbol kulüpleri aracılığıyla kendisi hakkında bir öykü anlatır” der.
Rotterdam ve Amsterdam’da dolaşır. Plantage Middenlaan üzerindeki beyaz sıvalı Hollandsche Schouwburg tiyatrosunda, Amsterdam’da ve artık tiyatro olmayan anıt olan bir yerde, duraksar. Turistler için şu dörtlük yazılmıştır çünkü:
Evde yalnızlığı ekip biçmişler
Korkuyla bekliyorlar gece
Askerler sarmış dört bir yanlarını
Tuzağa düşürülmüşler…
Kuper, bu dörtlüğün yalan olduğunu söyler. Neden mi? Amsterdamlı Yahudilerin birçoğu evde oturup askerleri beklemez der; onun yerine Hollandalı polis memurları toplanırlar çünkü, notunu düşer.
Ona göre, Hollanda polisinin ve genel olarak Hollanda devletinin katılığına Nazi işbirlikçisi kukla Vichy Fransası bile ulaşamamıştır.
Kitapta yalnızca bir futbol kulübü olarak Ajax yoktur. Ülkenin 1888 doğumlu, en eski profesyonel futbol kulübü olan Sparta Rotterdam, Kuper’in deyişi ile şuan “can çekişen bir gelenek” hâlini alsa da onun da “en çok Yahudi üyesi olan kulüp” olan durumundan “Yahudilere yasaktır” tabelasına kadar sürüklenen süreçte oynadığı rolden bahseder.
Şöyle yazar: “Bu yüzlerce Spartalı - işbirlikçiler, Yahudiler, sıradan insanlar - sonuçta Hollanda’daki savaşın küçük dünyasını meydana getiriyor”...
İşbirlikçisi de vardır savaşın, direnişçisi de...
İşgal şöyle başlamıştır: “14 Mayıs 1940 Salı günü öğleden sonra, saat biri biraz geçe bir sürü Alman Heinkel uçağı afallamış kente boımbalarını boşalttı. Dokuz yüz kişi öldü, yayılan yangınlar Rotterdam’ın merkezinin büyük bölümünü yalayıp yuttu. Ertesi gün Hollanda teslim oldu”.
Ve futbol sezonu da tam açılmak üzeredir...
Futbol mu estetiktir, yoksa direnmek mi?
Hollanda’da işgalden sonra kamu görevlerine Hollanda Nazileri atanmıştır. Napolyon döneminden beri savaş ve despotizm görmeyen Hollandalıların şaşkınlıkları görece uzun sürecektir.
1940’ta yalnızca iki önemli direniş gerçekleşirken, 1941’den itibaren ilk tepkiler görülmeye başlar. Özellikle Amsterdam’da yaklaşık 300 bin kişinin katılım gösterdiği 1941 Şubat Grevi (Februaristaking) bunun önemli halkalarından biri olur.
Gençlik protestoları, Yahudilerin saklanması, grev dalgaları vb. sonrasında SS başkomutanı Himmler, 1942’de baskının şiddetlendirilmesi emrini verir. Ancak Hollandalı direnişçilerin tepkisi de sert olur ve çok sayıda işbirlikçi öldürülür.
Almanların yiyecek depoları basılarak halka dağıtılır. Almanların “Hollanda halkının Führer’i” olarak unvanını bağışladıkları Mussert ve onun Nazi Partisi’nin yurtseverler ve Yahudilere saldırısına karşı ilk gösteriler 1941’de yapılmıştır.
Hollanda Nasyonal Sosyalizminin kurucu lideri Anton Mussert’in Lahey’de Hollandalı antifaşist direniş hareketi mensuplarınca tutuklanışı ise sahnenin son görüntülerinden birisidir.
Ancak Hollanda’da yaşayan, yaklaşık 140-150 bin Yahudinin çok önemli bir kısmı katledilmiştir. Bu oran, Batı Avrupa’daki savaşın en ağır bedellerinden birisidir.
Kitap tam da bu dönemlerin farklı bir okumasını sunar. Futbol üzerinden bir savaş anlatısı içerir.
Acıdır, anıtlar bile kimi yerde yalancıdır Amsterdam’da…
Simon Kuper kitabında, işbirlikçiler, gizli anıtlar, direnişler, tuhaf yalanlar, stadyumların yitik anıları vb. gibi bir çok başlığa kadar değmeye çalışır.
Okuyanı da bir muhasebe yapmaya iter.
Sorgulamak ve hesaplaşmak
Her ne kadar kitap hüzünlü bir öyküyü aktarsa da bunu futbol üzerinden anlatması da eşsizdir. Kitabın sonunda ise tutkunun izlerini yakalamanız mümkün hâle gelecektir.
Özetle Kuper, Hollandalıların Amsterdam’da bir tuğla duvarının üzerinde yazan mesajına son derece ihtiyatlı yaklaşarak bitirmekte ve dikkat çekmektedir:
Tiranların önünde başını eğen halk
Canından malından fazlasını kaybeder
Işık söner sonra…
Kuper, kült olan başka bir kitabında, yani “Futbol asla ve sadece futbol değildir” de, yaptığı saptamayı bu çalışmasında da teyit etmiş olur.
Yine bir başka yazısında bahsettiği, savaşın en önemli anlarından olan ve tarihe Barbarossa Harekâtı olarak geçen olayda, Almanya’nın Sovyetler Birliği’ni işgale giriştiği, 22 Haziran 1941 günü, 90 bin taraftarın Berlin’de Alman Lig Finalini izlediğini öğrendiğimizde ise kanımız çekilecektir.
Ancak dediğimiz gibi futbol kullanışlıdır.
İşbirlikçisi de vardır, direnişçisi de...