Boyun Eğmeyenlerin öyküsü: Bu renkler yenilmez!

Partfyonov ile Trusseviç’in öyküsü, Nazi istilasına karşı Sovyet direnişinin olgunlaştığı sayısız parçadan yalnızca birisidir. Spor ise bu topyekûn direnişin en önemli halkalarından birisidir artık.

İsmail Sarp Aykurt

1941’de, Sovyetler Birliği’ndeyiz.

Nikolay ve Anatoli iki Sovyet yurttaşıdır. Onları farklı kılacak olan, olabildiğine sadelik, enerjiklik ve kararlılığın hem spor hem de savaşta simgeleşmesinin önünde çok az zaman vardır.

Vistül-Oder-Dinyeper Arasında Bir Yurtsever ve Sporcu

Onlardan biri, Anatoli Parfyonov...

21 Haziran 1941 günü, memleketi Woskessensk’te okuduğu meslek okulunun avlusuna çağrılır. Hocası Komarow, onun “iyi bir çilingir olacağına emindir’...

Ancak böyle olmayacaktır. Çünkü ertesi gün Naziler ülkesine savaş açar. 22 Haziran’da, Baltıklardan Karadeniz kıyılarına kadar geniş bir cepheye yayılan faşist saldırı Barbarossa Harekâtı, onu farklı bir yaşama zorlayacaktır.

O, gönüllü olarak ülkesine hizmet etmeye hazırdır.

O sıralar, 17 yaşındadır.

1943’te ise 19 yaşında bir onbaşı olarak gittiği cephede, faşizme karşı savunmada çok önemli başarılar elde eder. Dört kez ve ciddi yaralanması, toprak altında kalışı ya da başka herhangi bir şey durdurmaya yetmez onu.

Kursker Bogen’deki savaşta hayatta kalan Anatoli, 1943 sonbaharında 69. Muhafız kıtası piyade bölüğünde Dinyeper kıyısına ulaşır. Büyük Anayurt Savaşı’nda kızıl paletlerden birisi, bir T-34 tankını bizzat o kullanacaktır.

Her ne kadar iri cüssesi onun tank kapağından güçlükle çıkmasına neden olsa da Sovyet birlikleri Vistül nehrini geçtiğinde ve Oder nehrini kuşattığında zafere tanıklık etmeyi başarır.

Vistül-Oder taarruzu, Lodz’a giren Kızılordu’nun zaferiyle noktalanacaktır.

Anayurda topyekûn zafer geldiğinde ise, aklında spor yapmak vardır, 25 yaşındaki Sovyet gencinin.

Antrenör Gordiyenko, Anatoli’yi bir güreşçi olarak yetiştirmek istemektedir. Öyle de olur ve Anatoli, 1956 yılında Melbourne Olimpiyatlarına Sovyetler Birliği sporcusu olarak katılır.

Genç komünist, savaş madalyalarının yanına bir de olimpiyat madalyası eklemeyi başaracaktır.

Kiev’de bir fırında kurulan kulüp: Start

İşgal altındayız...

Anatoli cephede savaşırken, kendisi gibi birçok Sovyet insanı da faşizme karşı mücadelede en ön safhada çarpışıyordu. Bir futbol kalecisi, Nikolay Trusseviç onlardan birisidir.

1942’nin soğuk kışının Nazi kara propagandası ve nefreti ile kuşatılan ortamında Kiev’de yaşayan bir yurtseverdir Nikolay...

Nazi istilası Ukrayna topraklarına musallat olduğunda, 1927 kuruluşlu Dinamo Kiev de bundan fazlasıyla etkilenecektir.

Dinamo Moskova’nın kalecisi, savaş öncesi Sovyet milli takım sporcusu, “futbolsever” bir Alman subayının komutası altındaki bir fırında yaşamaya çalışıyor ve takım arkadaşlarının da aynı yerde kendisiyle birlikte çalışmasını sağlıyordu.

Çok geçmedi, fırın sahibi Lordik, Nikolay’ı bir futbol takımı kurması için cesaretlendirmeye çalışır.

Kolay değildir, ancak çabası sonuç verecektir. Eksik de olsa 8 kişilik bir kadro oluşturulur. Ancak, futbol oynamak için sayı da artmak zorundadır. Demiryolu işçilerinden oluşan Lokomotiv, “fırıncılar”a katılmakta gecikmeyecektir.

Start, emekçilerden oluşan bir takım olarak, savaş ve işgalin tüm hararetinde doğmaktadır.

Start-Flakelf: Nazizmin Ölümüne Doğru

Ölüm maçına ise biraz daha zaman vardır... Nikolay’ın, kısa zaman içerisinde Start adını verdiği, öncülük ettiği bir takım kurması ile süreç, futbol sahasında da ilelebet değişecektir.

Ne antrenman yapacak ekipman ne de forma, ayakkabı edinebilen takım, buna eklenen beslenme sorunlarıyla da yüzleşmek zorunda kalır. Buna rağmen, yerel ligle yapılan başlangıç, Almanların canını sıkmaya yetecektir.

İlk maç, Alman demiryolu işçilerine karşı kurulan 9-0’lık üstünlük, bunun işgalcilerde yarattığı huzursuzluk, ardından Nazilerce oluşturulan karma takımın da hezimete uğraması, “sipariş edilen rakiplerin” de aynı muameleye maruz kalması, Nazileri bir korku iklimine hapsedecektir.

Alman demiryolu işçilerinin rakip olarak seçimindeki yanlışlığı vurgulayarak daha güçlü bir takım oluşturmak gerektiğini söylenen Kurmay karargâhındaki sorumlu subay, faşizme has “mağrur  bir öfke” ile Kievlileri yenecek bir takım yaratmayı emretmiştir.

Ancak askerlerden oluşturulan yeni karmanın yarattığı bir değişiklik yoktur, sonuç eskisidir ve hayal kırıklığıdır: 6-0!

Macaristan ve Romanya garnizon takımlarıyla yapılan maçlar da, Nazilerin muşmula suratını yeniden ekşitir. Macar karması da 5-1’lik skorla mağlup olmuştur Start’a...

Tek teselli, kaleci Trusseviç’in en sonunda 1 gol yemiş olduğudur...

Her defasında yaşanan mağlubiyet, Almanların başka bir takımla sahaya çıkmalarına neden olacaktır.

1942’nin 6 Ağustos’unda ise rakip, Göring’in dişli Alman Hava Kuvvetleri (Luftwaffe) karması olur.

Ancak maç öncesinde gerçekleşen tehdit, hakaret vb. tipik faşist saldırılar sonucunda değişen bir şey olmadığı görülecektir. 3-2 biten ilk maçtan sonra bu kez rövanşı toplama kampı  ve ölüm tehdidi ile ısmarlamak isteyen Nazilere verilen yeni derste, “savaşı hiç bir yerde kazanamayacaklarının” mesajı verilecektir.

Futbol bu kez sadece oyun değil, bir direnişin odak noktasıdır.

İlk maçta rakip için yeterince uyarılmadığını düşünen Nazi takımının antrenörü sitem ediyordur.

“Aryan ırk” için ne büyük utançtır, hele ki “untermensch” (Aryan olmayan alt insan) addettikleri insanlardan oluşan bir takıma mağlup olmak!

9 Ağustos’ta ise maçın rövanşı oynanır. Trusseviç maçtan önce kendilerine bazı maharetli emekçi kadınların dikeceği formaların gerektiğini söyleyecektir. Start, o zamana kadar mavi forma ve beyaz şortla çıkan takım, bu kez maça “kırmızı formalar” ile çıkacaktır.

Luftwaffe’den oluşan “Flakelf” takımı, “Heil Hitler” selamı verirken, herşeyi göze alarak maça çıkan Kievlilerin ise “fizkultura”, “çok yaşa spor” selamı verdiği söylenir.

Nazi albayın maç öncesi “Flakelf’e yenilin” çağrıları ise karşılık bulmaktan fazlasıyla uzaktır.

5-3 biten maç, işkence, ölüm, toplama kampı üçgeninde bir sonu vadetse de “Herşeye rağmen biz kazanacağız” diyen Trusseviç ve arkadaşları haklı çıkıyorlardır.

Halk, “Kızıllar kazanıyor” diyerek şehrin merkezini kızıla boyarken, Trusseviç ve arkadaşları için işkence, toplama kampı ve ölüm başlamıştır.

Ancak Zenit’in sahasındaki zafer, “gelmekte olanı” büyük zaferi müjdeler.

Galeano ise olanları şöyle iddia eder kitabında: “Bir uçurumun kıyısında üzerlerinde formalarıyla onları kurşuna dizmişler”...

Anatoli ile Nikolay başta olmak üzere Start’ın öyküsü, faşizme direnişin özel bir anına denk düşmektedir.

Fábri’nin Yapıtı: Két félidö a pokolban

Start ile Flakelf arasında oynanan bu futbol maçı, bir çok insanın olduğu gibi Macar sinemasının antifaşist yönetmeni Zoltán Fábri için de önemlidir. Seneler sonra, Fábri, yurtsever Ukraynalıların bu öyküsünü 60‘lı yılların başında beyazperdeye uyarlayacaktır.

Cehennemde İki Devre (Két félidö a pokolban) filmi, insanları hem İkinci Dünya Savaşı’nın sarsıcı yıllarına götürecek hem de bir toplama kampındaki ilişki, çelişki ve gerilimleri futbol ve savaşın birbirine bulaşan dokusunu ve tortusunu, aynı düzlemde birleştirecektir. 

Her ne kadar sipariş edilen yeni filmlerle Fábri’nin yapıtı sulandırılmaya, unutturulmaya, boşa düşürülmeye çalışılsa da Yahudi ve komünist esirler arasında yer alan ve savaştan önce ünlü bir futbolcu olan Onodi üzerinden anlatılan Cehennemde İki Devre filmi, antifaşist futbol filmleri arasında müstesna bir yerdedir.

Kızıllara ve direnişe gelince...

Trusseviç’in koruduğu emekçilerin kalesi, faşizmden gol yememiştir.

Trusseviç’in o anlardan birisinde şöyle dediği söylenir:

“Bizim silahımız yok, ama biz sahadaki galibiyetlerimiz ile dövüşeceğiz. Dinamo ve Lokomotiv takımlarının oyuncuları bir renk için oynayacak. O da bayrağımızın rengi için...

Ve faşistler bilmelidir ki bu renkler yenilmezdir!”...

Anatoli ve Nikolay, hem direnişin hem de gelecek güzel günlerin iki büyük parçasıdır.

Önce komünist, sonra da emekçi sporcular olarak...