Sur’un iki yüzü: Çelişki renklerle gizlenemiyor

Diyarbakır’daki çelişkiler Türkiye’nin batısından alışık olduğumuz türden. Renklerle, turistik merkezlerle gizlenemeyen, AKP’li yıllarda katmerlenen ağır bir sınıfsal çelişki var Sur’da.

Yekta Armanc Hatipoğlu

Dicle Nehri’nin kenarında, Karacadağ’ın lavları üzerine kurulu bir ilçe Sur. Hititlerden Bizanslara, oradan Osmanlı’ya kadar onlarca uygarlığa ev sahipliği yapan Sur’u ilk olarak kimin, hangi dönemde inşa ettiği bilinmiyor.

Uğruna savaşlar yapılan, kanlar dökülen bir kentin savunma duvarı ve uzun süredir ilçe olan Sur, en kanlı çatışmalardan birine sadece birkaç yıl önce şahit oldu. 2015’te başlayan, 103 günlük sokağa çıkma yasağına neden olan ve “Hendek Savaşları” olarak bilinen Sur çatışmaları, Sur’un tarihi, kültürel ve demografik yapısına oldukça büyük hasar verdi. Savaşın ardından yaşamını yitiren, yaralanan, evinden olan, savaşın bir şekilde etkilediği yüzlerce insan kaldı geriye.

Çatışmalardan sonra başlayan inşaatlar, adeta eski Sur’u ortadan kaldırarak sermaye için yepyeni bir Sur yarattı. Ancak yaratılan yeni Sur, bir illüzyondan ibaret kaldı. Sur’un emekçi ve yoksul kimliği, en uzak görünen yerde bile kendisini hissettiriyor.

Diyarbakır'da 2015'te yaşanan 'Hendek Savaşları'nda meydana gelen yıkımın uydudan görüntüsü.

Tarih ve hafıza silinmek istendi: ‘Benim doğduğum ev şimdi içeri giremeyeceğim bir kafe’

“Hendek Savaşları"nın ardından dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, yıkıntıya dönüştürdükleri Sur’u İspanya’da bulunan Toledo gibi yapacaklarını söyleyerek Sur’un dokusunu bozacaklarının, Sur’u sermayeye açacaklarının sinyalini vermişti:

“Bu şehirler 90’lı yıllarda çarpık ve kontrolsüz bir şekilde gelişen şehirler. Bu olaylar yaşanmamış olsaydı bile kentsel dönüşümün yapılması gereken yerlerdi. Sur, Silopi, Nusaybin ve benzer yerlere insanca yaşanabilecek konutlar yapılabilecek. Özellikle Sur’da bir taş üzerine taş konsa haberim olacak dedim. Tescilli Diyarbakır evleri, camiler, kiliseler, hanlar Diyarbakır’ın mimari dokusuna hiçbir zarar vermeden restore edilecek. Diyarbakır Sur’u öyle inşa edeceğiz ki aynen Toledo gibi mimari dokusuyla herkesin görmek istediği bir yer haline gelecek.”

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan Sur’da “acele kamulaştırma” kararıyla sahiplerinin ellerinden alındı evler. Yıkımlar başladı, kentle Sur’un arasına brandalar çekildi, içeride ne olduğuyla ilgili soru işaretleri yerleşti akıllara. Yıkım sürecinin boyutları, ancak uydu görüntülerinde net olarak görüldü.

Sur’da savaştan önce de kentsel dönüşüm ihtiyacı vardı ancak AKP’nin yaptığı bundan farklı oldu. AKP, cilalanmış, tam boy sermayeye açılmış bir Sur yaratmak için harekete geçti.

Binlerce yıldır ayakta kalan, yüzlerce tarihi olaya tanık olan Sur sokakları, devletin oluruyla kimi şirketlerce baştan yapıldı. “Ticari sır” gerekçesiyle saklanan ancak o kadar da gizli olmayan, kimi AKP’ye, kimi bugün DEM Parti’de temsil edilen Kürt siyasetine yakın bazı şirketler Sur’daki yıkımı üstlendi. Emekçilere ev sahipliği yapan sokaklara villalar dikilecek, Sur’daki mahallelerin önemli bir bölümü Diyarbakır’ın çeşitli yerlerine, ekseriyetle diğer emekçi mahallelerine dağıtılacaktı.

Savaş yıllarında pek çok hastanın sağlık, öğrencinin eğitim, emekçinin de ulaşım ve benzeri hakkı aksadı. Yurttaşlar, başlarını sokacak bir ev dahi bulmakta zorlandı. Kimileri bir süre evsiz kaldı. Akrabalarının yanına yerleşenler, derme çatma kulübelerde yaşayanlar ve en nihayetinde doğup büyüdüğü yeri, Sur’u bırakmak zorunda kalan binlerce yurttaş ortaya çıktı. Beş yıllık süre zarfında Sur genelinde 334’ü tescilli olmak üzere 3 bin 569 yapı yıkıldı. 3 bin 569 yapıyla birlikte, binlerce Surlunun doğup büyüdüğü sokaklar da...

AKP Diyarbakır’ı yıkmaya o kadar alıştı ki 31 Mart yerel seçimlerine giderken AKP Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mehmet Halis Bilden, seçilmesi durumunda Diyarbakır’ı şantiyeye çevirme vaadinde bulundu: “Siz iki milyon Diyarbakırlı bu kardeşinize sahip çıkarsanız çok kısa sürede bu projelerimizin hepsini başlatacağız ve Diyarbakır’ımızı şantiyeye dönüştüreceğiz şantiyeye.”

Oğuz, mahallesinden edilen, yaşadığı alan “şantiyeye çevrilen” binlerce Surludan biri. Savaşın başladığı 2015’te liseye başlayan Oğuz o dönem kendisi ve ailenin yaşadıklarını anlattı:

“Sur’da çatışmalar ilk başladığında liseye yeni geçmiştim, evden ayrılmamız gerektiği söyleniyordu ama nereye gideceğimizi kimse söylemiyordu, kısaca ölümü veya sefaleti seçmemiz istendi. Beş yaşında bir kardeşim vardı, silah sesleriyle büyüdü, silah sesi duyduğunda, alıştığı için ürkmeyen yüzlerce çocuk büyüdü Sur’da.

Çatışmalar bittiğindeyse artık bir evimiz yoktu, devlet bize ‘Doğup büyüdüğünüz sokaklar artık sizin değil’ diyordu. Diyarbakır’ın en uzak köşesinde yeni evler verdiler, onu da borçla… Bizi kendi memleketimizden, topraklarımızdan kovdular. Benim doğduğum ev şimdi benim içeri giremeyeceğim bir kafe, büyüdüğüm mahalleninse tam olarak nerede olduğunu bazen karıştırıyorum.

Lüks markaların toplandığı mağazalardan bir tanesi

Suriçi’nde ticari kaygıyı ve güvenliği öne çıkartan bir yapılaşma politikası izlendi

Mimarlar Odası Diyarbakır Şube Eş Başkanı Arif İpek ile de Sur’daki kentsel dönüşümün geçmişini, nereye oturduğunu, Diyarbakır’ın özgün kültürüyle ne kadar uyuştuğunu konuştuk.

Savaşın ardından devletin Suriçi’nde izlediği yapılaşma politikasının güvenlik ve ticareti ön plana çıkardığını söyleyen İpek, sürecin aksaklık ve yanlışlarını anlattı:

“Suriçi’nde 2015 yani çatışmalı dönem öncesinde başlamış ve devam etmekte olan, Büyükşehir Belediyesi ve Toplu Konut İdaresi’nin başlattığı bir kentsel dönüşüm süreci vardı. 2015’te başlayan Sur savaşından sonra Suriçi’ndeki birçok mahallede gerçekleşen yıkımlar sonrasında burada çok ciddi zorunlu bir göç meydana geldi. Zorunlu göçle birlikte bu mahallelerde çok ciddi bir yıkım ve boşaltma gerçekleştirildi.

Savaşın bitmesinden sonra devlet Suriçi’nde çok farklı bir yapılaşma politikası izledi. Özellikle güvenliğin ön planda tutulduğu bir yapılaşma modelini öne çıkardılar. Neydi bunlar? Suriçi’yle özdeşleşen dar sokakların bir kenara bırakılıp daha geniş caddeler ve bulvar diyebileceğimiz genişlikte yerler oluşturuldu ve ticari güzergahlardaki insan yoğunluğunu arttırmak için yine geniş cadde ve sokakların oluşturulduğunu görüyoruz. Tabii bütün bu yapılaşma koşulları koruma amaçlı imar planına aykırı yapıldı. Suriçi’ndeki yıkım ve sonrasındaki yapılanma dönemi tersinden işleyen bir süreç oldu. Öncelikle bir yapılaşma; caddeler, sokaklar belirlenip sonradan yapılar bu planlara uyduruldu. Normal şartlarda yapacağımız yapıların plana uyması gerekirken burada tersi bir süreç işletildi; plan, yapı ve sokaklara uyduruldu.”

Sur’daki kentsel dönüşümün caddelere yansıması.

‘Yeni yapılar Diyarbakır evlerini yansıtmıyor’

Suriçi’nde son dönemde inşa edilen yapıların Diyarbakır’daki yapı karakterine uymadığını söyleyen İpek, yeni yaşam alanlarında kent yaşamından ziyade ticari kaygıların ön plana alındığını, güzergahların buna göre şekillendirildiğini belirtti:

Suriçi’nde özellikle son dönemlerde yapılan yapıların Diyarbakır’daki yapı karakteriyle hiç uymadığını herkes gözlemleyebilir. Suriçi’nde doğalından oluşan sokak dokusunun ne kadar tahrip edildiği, bambaşka bir şekle dönüştürüldüğü herkesçe malum. Suriçi’nin dar sokaklar, sıcaktan korunmak için yapıldı. Eski ve yeni sokaklarda yapılan hava sıcaklığı ölçümlerinde veya sokaklarda gezdiğimizde aradaki fark görülüyor. Yapı karakterine geldiğimiz zaman ise yine Diyarbakır’daki özgün yapılaşma koşullarından çok farklı bir yapılaşmanın olduğunu görüyoruz. Zaten burada uyulan tek bir nokta vardı, parselin şekli. Yani daha önceki yapının sınırıyla bugünkü yapının sınırları hemen hemen korunmuş görünüyor. Onun dışında ise korunan veya uyulan bir özellik görmüyoruz. Diyarbakır evlerinin özelliği içe yönelik yapılaşma iken şu an olan yapılarda bu özellik yok. Dışa, sokağa doğru açılmış pencereler ve betonarme yapılar, betonarme yapıların üstüne iki santimlik bazalt taş kaplama ile ‘eski bir Diyarbakır evi havası’ verilmeye çalışılmış olsa da yapıların özgün Diyarbakır evlerini yansıtmadığını söyleyebiliriz.

Dediğim gibi bu planlar yapılırken birincisi güvenlikçi politikalar göz önüne alınmış, ikincisi ise buralarda bir yaşamın değil de bir ticaretin oluşturulması maksadıyla yapılaşmaların meydana geldiğini görebiliyoruz. Son dönemde buralarda yapılmış olan ticari güzergahların çok ön plana çıkarılması bu projenin bir sonucu. Diyarbakır’da daha önceden yaşamış, gezmiş insanlar yeni yapılaşma alanlarında gezdikleri zaman aradaki farkı hemen fark edebiliyor. Suriçi’ndeki yeni yapılaşmanın olduğu yerde kent yaşamının değil ticari bir kaygının ön plana çıktığını görüyoruz.”

Suriçi’nde son dönemde inşa edilen yapılara örnek.

Kültürel hafızanın silinmesi, sermayeye alan açılması ve ‘AKP sanatının’ yerleşik hale getirilmesi: ‘Sur Kültür Yolu Festivali ucube dönüşümü meşrulaştırmaya çalışmakta’

Türkiye Kültür Yolu Festivalleri, AKP’nin kendi “sanat” ve “kültür” anlayışını yerleşik hale getirmek için düzenlediği organizasyonlar olarak 2021 yılında başladı. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde gerçekleştirilen festivaller, 2022 yılında Diyarbakır’da “Sur Kültür Yolu Festivali” olarak başladı.

İçkale Müze Kompleksi’nde açılan sergilerle başlayan festivalin açılışını Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy yapmıştı. Katılımcılar arasında Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Ahmet Misbah Demircan, Vali Ali İhsan Su, Sur Kaymakamı Asım Solak, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin kayyım Genel Sekreteri Abdullah Çiftçi, AKP Diyarbakır Milletvekilleri Mehdi Eker, Oya Eronat ve Ebubekir Bal, AKP MKYK Üyesi Alaattin Parlak ve AKP İl Başkanı Muhammet Şerif Aydın da bulundu.

Kapsamında konser, söyleşi, tiyatro, sergi, atölye çalışmaları ve film gösterimleri gibi etkinliklerin düzenlendiği festivalde Simge, Fatma Turgut, Murat Dalkılıç, Ferhat Göçer, Bengü, Yavuz Bingöl, Oğuzhan Koç ve Alişan gibi isimler konser verirken Nihat Hatipoğlu, Doğu Demirkol, Çoşkun Aral gibi ünlü isimler de etkinlikler yapıyor.

Meslek odalarının festivalle ilgili parmak bastığı nokta, Sur’da yaşanan savaş ve yapılan etkinliklerin Diyarbakır’ın kültürünü yansıtmaması.

Sur Kültür Yolu Festivali’nin oturduğu yeri Kürt coğrafyasındaki sanatsal gelişmeleri takip eden, çağdaş sanat alanında üretim yapan, aynı zamanda bölgede faaliyet gösteren Merkezkaç Sanat Kolektifi’ne üye olan Remzi Sever ile konuştuk.

Sözlerine AKP’nin kültür-sanat politikalarında tutturduğu milliyetçi-dinci çizgiye değinerek başlayan Sever, Sur Kültür Yolu Festivali’nin, AKP’nin kültür-sanat politikalarının Kürt kültürünün zenginliğinin yerine geçirmeyi amaçladığını söyledi:

“AKP’nin sanat ve kültür politikaları genellikle muhafazakâr ve milliyetçi bir temelde şekillenmiştir. Dini ve milliyetçi değerler ön plana çıkarılmakta, etkinliklerde bu değerlerin vurgulanması beklenmektedir. Sur Kültür Yolu Festivali de AKP’nin bu politikaları doğrultusunda şekillendirilmiştir. Kürtlerin önemli bir kültür merkezi ve yerleşim alanı olan Diyarbakır’da Kürt kültürünün zenginliği ve çeşitliliğini görmek mümkündür. Ayrıca şehir binlerce yıllık tarihi dokusuyla da önem taşır. Sur Kültür Yolu Festivali, bu zengin kültürel mirası AKP’nin sanat ve kültür politikaları ile yer değiştirmeyi amaçlamaktadır.”

Sever, festivalin hem Kürt kültürünü asimile etmeyi hem de Sur’daki dönüşümü meşrulaştırmaya hedeflediğini söyledi:

“Festival, Diyarbakır ve Kürtler açısından AKP’nin Kürt kültürünü ve kimliğini nasıl asimile etmeye çalıştığının bir göstergesi olarak da görülebilir. Kürtlerin siyasi, kültürel ve toplumsal haklarının tartışıldığı bir dönemde, festivalin politik bağlamları ve etkileri hangi amaçlar doğrultusunda düzenlendiğini anlamak açısından önemlidir.

Sur, tarihi dokusuyla önemli bir kültürel mirasa sahip olmasına rağmen çatışma ve yıkım sonrası bu miras büyük zarar görmüştür. Ucube bir dönüşüm süreci sonrasında Sur Kültür Yolu Festivali, adeta bu ucube dönüşümü normalleştirmeye, kentin orijinal dokusuyla alakası olmayan bu ucubeleri meşrulaştırmaya çalışmaktadır. AKP'nin kültür ve sanat politikaları çerçevesinde şekillendirildiği bu festivalin amacı iddia edildiği gibi Diyarbakır ve Sur’da yaşayan insanların kültürel kimliklerini ve miraslarını yaşatmak değil daha çok bunu yok etmek asimile etmek amacı taşımaktadır.”

 

Sur'un arka sokakları.

Sur’daki manzara Türkiye’dekinden farksız: Tarihi mekanlar dönüştürülüyor, çelişki renklerle gizlenemiyor

Yıkımın ardından 2021’de Sur’daki villalar satışa sunuldu. Ortada tam da düşünüldüğü gibi ne mahalleler ne eski Sur kalmıştı. Mülk sahiplerine 50-100 bin TL ödeme yapılıp inşa edilen evler, 740 bin TL gibi fiyatlarla satışa çıkarıldı. Satışa çıkarıldığı dönemde villalar ilan sayfalarında, “Tarih ve lüks iç içe”, “Diyarbakır'ın yeni yüzü” gibi ifadelerle paylaşıldı. Villaların fiyatı bugün 12 buçuk milyon TL’yi buluyor.

Bu villaların önemli bir bölümü kafe ve büyük markaların mağazası olarak kullanılıyor. Bu mekanların Diyarbakır kimliğini yansıtmadığı gerçeği, tek bir örnekle açıklanabilir. Henüz kurşun izlerinin durduğu, Eski Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin önünde öldürüldüğü Dört Ayaklı Minare’nin biraz ilerisindeki Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin karşısında “Hendek Savaşlarından” sonra inşa edilen villalardan birinde bir kafe bulunuyor, ismi “London…”

“London” bir örnek. Biraz daha ileriye gidince art arda iki Espressolab, aynı yol üstünde Lacoste, Calvin Klein gibi uluslararası markaların mağazaları.

Şu günlerde Sur’da bulunan, Dört Ayaklı Minare’ye birkaç adım mesafede olan, 118 yıllık, PTT’nin Balıkçılarbaşı Şubesi olarak hizmet veren binanın kafe yapılmak üzere kiralanması gündemde. CHP ve DEM Partili Diyarbakır milletvekilleri ayrı ayrı verdikleri soru önergelerinde Sur’un kültürel mirasının yok edilmeye çalışıldığına değinirken, tarihi mekânın kimlere hangi süreyle kiralandığını veya kiralanacağını sordu. Tarihi PTT binası, Sur’un büyük kısmının yaşadığı kaderi en azından şimdilik yaşamıyor. Ancak geleceğinin ne olacağıyla ilgili soru işaretleri uzun süredir akıllarda.

Sur’a Çift Kapı’dan girip, ara sokaklardan yürüyerek Surp Giragos Ermeni Kilisesi’ne gidecekler Türkiye’nin neredeyse her yerinden bilinen bir manzarayla, büyük bir sınıfsal uçurumla karşılaşacak. Aynı ilçede birkaç dakika yürüme mesafesinde adeta iki farklı dünya var.

Sonuç olarak Sur’da, haliyle Diyarbakır’da ve doğal olarak Kürt coğrafyasındaki çelişkiler Türkiye’nin batısından alışık olduğumuz türden. Renklerle, turistik merkezlerle gizlenemeyen, AKP’li yıllarda katmerlenen ağır bir sınıfsal çelişki var Sur’da.