SÖYLEŞİ | Kemal Okuyan: CHP karşı devrimle uzlaşma peşinde

Kemal Okuyan, soL'un sorularına yanıt verdi, 'CHP, Türkiye’nin karşı devrimiyle bir uzlaşma istiyor ve AKP Türkiyesine karşı direnen toplumsal kesimleri buna ikna etmeye çalışıyor' dedi.

Ali Ufuk Arikan

Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan, soL Haber'in gündeme ilişkin sorularına yanıt verdi.

Önce Erdoğan'ın ardından da Kılıçdaroğlu'nun "vizyon" toplantılarına değinen Okuyan,"Bu düzeni korumayı misyon edinen siyasi parti ve siyasetçilerin inandırıcılık sorununu aşmak için daha büyük, daha geniş aralıklı “hikayeler” yazmaları gerekiyor. Ancak malzeme sorunlu, iyi bir öykü çıkmıyor. E yazarlarda da iş yok" dedi.

Okuyan, "CHP, Türkiye’nin karşı devrimiyle bir uzlaşma istiyor ve AKP Türkiyesine karşı direnen toplumsal kesimleri buna ikna etmeye çalışıyor" tespitinde bulunurken, önümüzdeki seçim süreci ve TKP'nin alacağı tavra ilişkin de açıklamalarda bulundu.

'İnandırıcılık sorununu aşmak için daha büyük hikayeler yazmaları gerekiyor'

Erdoğan’ın “Türkiye Yüzyılı” açıklamasının ardından Kılıçdaroğlu’nun “İkinci Yüzyıla Çağrı” çıkışı geldi. Cumhuriyet’in 100. Yılına girerken bu açıklamaların elbette sembolik bir değeri var ancak bu açıklamalarda siz güncel siyaset adına ne görüyorsunuz?

Yurttaşlarımız umutsuz ve çaresiz. İktidar ve muhalefet de bunun farkında. Son dönemlerin moda iki kavramıyla ifade edeyim, hakikilik sorunu var siyasetin ve bir hikaye yaratamıyorlar. Bunun iki nedeni var. Birincisi fazlasıyla güncel. İnanılmaz bir yoksulluk ve yıkım ile karşı karşıya nüfusun büyük çoğunluğu. Burada göz boyama ya da laf değil somut düzelme beklentisi içindeki insanları ikna etmek zorlaştı. İktidarın “seçim ekonomisi” kapsamında attığı adımların etkisi kısa sürüyor. İkincisi yalnız Türkiye’de değil bütün dünyada kapitalizm inandırıcılığını yitirdi. Hür teşebbüs, ileri demokrasi, insan hakları, çoğulculuk, uzlaşma kültürü türünden iki yüzlülük ürünü iddiaların bugün alıcısı kalmadı. Kapitalist sistemin cilalanmış versiyonu batıya baktığında heyecan yok çürüme var. Kapitalizmin doğuda kazandığı dinamizmin ise bütün milliyetçi söylemlere rağmen bir çekiciliği yok. Dolayısıyla bugünkü düzen sınırları içinde siyaset yapan, bu düzeni korumayı misyon edinen siyasi parti ve siyasetçilerin inandırıcılık sorununu aşmak için daha büyük, daha geniş aralıklı “hikayeler” yazmaları gerekiyor. Ancak malzeme sorunlu, iyi bir öykü çıkmıyor. E yazarlarda da iş yok. Yüzyıllık projeler, vizyonlar ortaya koyuyorlar. Her iki tarafta da goygoy var, heyecanlanmışlar, çok tarihsel bir çıkışmış filan. Ama bu düzeni yıkma iddiamızı bir kenara koyarak söyleyeyim, hem iktidarın hem muhalefetin açıklamasında dişe dokunur hiçbir şey yok. Hiçbir şey yok.

Olabilir miydi? Siz de söylediniz kapitalizm yeni bir umut yaratamıyor, sahte de olsa diye. Bu koşullarda ne beklerdiniz?

Bakın, hareket etme yeteneğini yitirmiş bir trenin içindeki yolculara “gidiyormuş” hissi vermek için perdeleri kapatıp treni sallamayı deneyebilirsiniz. Perdeleri kapatmayı dahi beceremiyorlar, treni sallamayı geçtim. 

Buna rağmen insanlar neden bu iktidarın ya da muhalefetin peşinden gidiyor? Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı’nın dışında bir seçenek güçlenmiyor?

Çünkü kayda değer bir beklenti kalmadı insanlarda siyasete dair. Kararsızların oranındaki artışın temel kaynağı bu beklentisizlik. İktidar ve muhalefete dönük bir beklentisi olanlar ise bugün ekonomik olarak toplumun daha iyi koşullarda yaşayan kesimleri. Onların sesi daha çok duyuluyor çünkü toplumsal algının şekillendiği kanalları onlar tutuyor. 

Nedir onların beklentisi?

İktidarın nimetlerinden fazlasıyla yararlanan, küçük azınlığı bir kenara koyacak olursak, tuzu kuru olup da AKP’ye dönük belli bir beklentiye sahip olanların temel derdi “arıza çıkmasın”dır. Statükonun ve aynı anlama gelmek üzere kendi statülerinin korunması, bunun sürdürülebilir olması ve riske atılmaması. “Türkiye Yüzyılı”nın bu kesimler dışında iddia edildiği gibi AKP’nin yoksul tabanında bir heyecan yarattığı doğru değil. Onların AKP’yle, daha doğrusu Erdoğan ile ilişkisi daha beterinden korunmaya çalışma.

Aynı mekanizma muhalefet için de geçerli mi?

Kılıçdaroğlu’nun “Yeni Yüzyıla Çağrı”sını dinledim. Sonra yorumları okudum. İnanamadım. Şöyle muhteşemmiş, büyük bir heyecan yaratmış, Kılıçdaroğlu artık gerçek bir lidermiş. Bu havayı yaratmak isteyenler de statükocu. AKP ile dertleri var ama statükocular. Aynı yol.

'Bu iktisatçılar TÜSİAD’a, TİSK’e, TOBB’a yakışırlar'

Bu nedenle mi sosyal medyada “bu çağrıyı AKP de yapabilirdi” paylaşımında bulundunuz?

Üretim ekonomisi, bilgi çağı, yüksek katma değerli ürün gibi kavramları öne çıkarınca bir seçenek sunmuyorsunuz. Anlatılan hep aynı. Öne çıkarılan kadrolar da aynı. Türkiyeye çağ atlatacak ekip diye sunulan iktisatçıların dünyası o kadar sınırlı ki! İktidara talip bir partinin Genel Başkanının kendine dışarıdan baş danışman seçmesindeki tuhaflığı bir kenara koyuyorum. Bu iktisatçılar TÜSİAD’a, TİSK’e, TOBB’a yakışırlar.

CHP’ye yakışmıyorlar diye mi anlamalıyız bunu? 

Böyle bir şey demedim. CHP’den hiçbir beklentimiz yok. CHP kendi doğrusunu hayata geçiriyor. “Altı oka ihanet edildi” gibi içeriden eleştirileri yapmak için CHP’li olmak gerekir. Biz TKP’yiz. CHP’nin misyonu bugünkü düzeni muhafaza etmek, bu düzenden umut kesilmesini engellemek. Bizim CHP’ye ilişkin değerlendirmelerimiz sadece ve sadece CHP’ye ilişkin yanılsamaların önüne geçme amacını taşır.

Ancak sonuçta Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP’nin başını çektiği bir ittifakın adayını desteklemeyecek misiniz? En azından böyle bir olasılık yok mu?

Cumhurbaşkanlığı seçiminin TKP açısından zor bir başlık olduğu muhakkak. Öte yandan bizim bu tür dönemeçlerde karar alırken hangi ilkeler ve önceliklerle hareket ettiğimiz de ortada. Kimileri ısrarla buraya çekmek istiyor, daha doğrusu TKP’den de alışılagelmiş kalıplarla hareket etmesini istiyor. Bu tuzağa ya da daha incelterek söyleyeyim, bu yanlışa düşmeyeceğiz. Bu nedenle izninizle biraz ayrıntıya girmek istiyorum. 

İnsanların aklına gelen soruya ve sorulara yanıt alacaksak elbette…

Öncelikle iktidar ile muhalefet arasında hiçbir ayrım yapmadığımız eleştirisine yanıt vermek istiyorum. Bu doğru değil. Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı aynı toplumsal düzeni temsil ediyor. Her iki ittifakın da belirleyici özelliği sermaye sınıfının çıkarlarını savunuyor olmaları. Bu konuda en küçük bir kuşku olmamalı. Ancak aralarında bir fark var. Cumhur İttifakı karşı devrimci bir ittifak. Cumhur İttifakı yeni bir olgu o yüzden geriye giderek tekrar vurgulayayım: AKP iktidarı karşı devrimcidir. Başından beri. Başından berinin özellikle altını çiziyorum. CHP için bu söylenemez. Karşı devrimcilik tanımı duygusal parametrelerle yapılamaz. Marksistler açısından karşı devrimcilik tarihsel bir kategoridir. Bu anlamda AKP ile CHP arasında önemli bir fark var.

'CHP karşı devrime teslim olmuş durumda'

CHP’liler bunun bilincinde mi sizce? Yani böyle bir kavrayış var mı ana muhalefet partisinde?

Hayır yok. Olmamasının bir nedeni, “devrim” kavramının fazlasıyla değersizleştirilmesi. Erdoğan “ben devrimciyim” diyebiliyor düşünün artık. Ama asıl neden şu: CHP karşı devrimci bir parti değil ama karşı devrime teslim olmuş durumda. Dahası topluma da bu teslimiyeti öneriyor, hatta dayatıyor.

Tekrar araya girmek istiyorum. Daha iyi anlaşılması için karşı devrimcilikten neyi anlamamız gerekiyor?

Mevcut düzeni savunmak için o ana kadar o ülkede ilerici kazanımlar olarak adlandırılabilecek her şeye karşı yıkıcı ve sistematik bir saldırı. Doğal olarak bu emekçi halka karşı açık ve sınırsız bir saldırı ve dizginlenemeyen bir antikomünizm anlamına gelir. Karşı devrim budur.

Komünizmin güncel olarak düzen açısından çok büyük bir tehdit olmadığı örneklerde de geçerli mi bu?

Kesinlikle. Çünkü komünizm burjuva diktatörlükleri için her durumda ve tarihsel olarak baş tehdittir. AKP, iktidarı boyunca her tür açılımı yapmış, hatta bir kısım solla flört etmiş ama antikomünizmden hiç ama hiç vazgeçmemiştir.

Peki sizin tanımınıza göre AKP karşı devrimci, CHP değil. Ama CHP karşı devrime teslim oldu dediniz. O zaman aradaki fark ortadan kalkıyor mu?

CHP, AKP karşı devriminin kabullenilmesini, onunla hesaplaşılmamasını ve bu şekilde yarıda kesilmesini, bir normalleşme süreci ile Türkiye’nin yeni bir dengeye kavuşmasını öneriyor. Bu aslında bazı açılardan mümkün. Zaten bu nedenle restorasyon girişimi diyoruz. Çünkü AKP karşı devrimi bazı açılardan başarılı oldu ama AKP’nin tasarladığı Türkiye imkansız. CHP, Türkiye’nin karşı devrimiyle bir uzlaşma istiyor ve AKP Türkiyesine karşı direnen toplumsal kesimleri buna ikna etmeye çalışıyor.

Daha kötüsünü engellemek için kabul edilemez mi bu strateji?

Ne münasebet! Bu strateji, daha fazlasını istemenin düzeni riske atacağını düşünen sermaye çevreleri tarafından üretildi. AKP karşı devriminin aynı şiddette devam edip, başarıya ve istikrara kavuşma olasılığı sıfır. Ancak AKP karşı devrimiyle bir anlaşmaya, uzlaşmaya, normalleşmeye toplumsal bir onay verilmesi durumunda Türkiye’nin felaketi daimi hale gelecek. Bu kadar net.

CHP’yi AKP karşı devrimine teslimiyetten uzak tutma, onu sola çekme bir çıkış olamaz mı? Geçmişte de bu tür çabalar oldu. Hatta biliyoruz ki CHP içinde siyaset yapan birçok kişi bunu amaçlıyor. 

CHP’nin karşı devrime teslim olma stratejisi şu ya da bu CHP yöneticisinin tercihi değil ki. Bugünkü düzenin ihtiyacı. AKP karşı devriminin AKP eliyle tescillenmesi ile Millet İttifakı eliyle onaylanması arasında bir tercih yapılacak. Burada derin bir mücadele var evet, jeostratejik dengeler açısından muazzam gergin bir hesaplaşma var Türkiye üzerinde ama halk açısından mesele bu kadar basit. Türkiye’de düzen AKP’nin yıkımını geriye saramaz. AKP’yi İslamcı değil Osmanlıcı olarak adlandırmakta ısrarcıyız. Burada Cumhuriyetin inkarı kadar Türkiye’de sermaye sınıfının yayılma eğilimleri de var. Tam da burada CHP’yi sola çekmeye çalışmak bana traji komik bir uğraş gibi geliyor. CHP sola çekilemez. CHP düzen buna ihtiyaç duyduğunda solu oynar, solcuymuş gibi yapar. Bunu CHP içinde kendisini solcu olarak tarif eden çok sayıda kişi olduğunu bilmeme rağmen, ki aralarında yakın dostlarım da var, açık bir biçimde söylüyorum. CHP sola çekilemez.

Dostlarım var” dediğiniz için sorma ihtiyacı duyuyorum, ne yapıyorlar orada? Beklentileri ne?

Söyleniyorlar. Sürekli eleştiriyorlar. İkinci Yüzyıla Çağrı toplantısının ardından dışarıya verilen mesajlar ile kapalı kapılar ardında konuşulanları yan yana koysanız durumu anlarsınız. Bütün bunlara inanan çok az kişi var. Öte yandan “orada ne yapıyorlar” sorusuna bir yanıtım yok. Karşı devrimi CHP nasıl kabullendiyse, onlar da CHP’yi kabullenmişler. 

'Biz bu adaletsiz düzeni yıkmaya çalışıyoruz'

Konuya CHP ile AKP arasında fark var diyerek girdiniz. Ancak TKP’yi AKP’den çok CHP’yi eleştirmekle suçlayanlar da var. Haklılar mı?

Biz bu adaletsiz düzeni yıkmaya çalışıyoruz. Bu düzenin siyasal iktidar kurumunda şu anda AKP var. Sadece bu bile bizim odak noktamızda AKP’nin olmasını gerektirir. Ek olarak AKP’nin karşı devrimci misyonuna değindik. Biz komünistiz. Yurtseveriz. Cumhuriyetçiyiz. Laikliği savunuyoruz. Bütün bu değerler ile AKP açıktan kavgalı. TKP’nin AKP ile, daha doğrusu Türkiye’nin bu özgün karşı devrim süreci ile 20 yıllık mücadelesi ortada. Başarılı olamadık ama bu ülkede bir direncin kendisini var etmesi ve var etmeye devam etmesi için sanıldığından daha fazla katkı koyduk. Bu açıdan bir başarı var. Herkes AKP karşı devrimine teslim olmadı, onu kabullenmedi. Konu muhalefete gelince… Bunun TKP’nin AKP’yi eleştirmemesi ile ilgisi yok. Zaten eleştiri değil bizim tutumumuz. Biz karşıtız. Ama Millet İttifakı’na da karşıtız. Bunu kabullenemiyor bazı kesimler. Çünkü alışmışlar.

AKP karşısında tutumumuz belli, muhalefete de tavır alınca mesele oluyor” mu diyorsunuz? 

Tam da bunu diyorum. Bugün bu muhalefetin elle tutulur hiçbir tarafı yok. Osmanlıcılıkla uzlaşmış, hatta AKP’den Osmanlıcı bayrağı kapmaya çalışan, dinci, piyasacı, NATO’cu. Laf olsun diye dahi bundan vazgeçmiyorlar. İkinci Yüzyıla Çağrı toplantısı halkımızın yoksullukla boğuştuğu bir anda yapılıyor. İnsan azıcık durup düşünür. “Piyasa ekonomisini savunuyoruz ama biraz frene basalım” der. Yok, göstermelik bir nezaket bile yok. Böyle bir muhalefeti kabullenmemiz için uğraşıyorlar. Akılla, vicdanla gerçekleri dile getirdiğimiz için susmamızı, ortadan kaybolmamızı istiyorlar. Ve burada belki de en militan olanlar “daha solda” duranlar. Açık söyleyeyim, TKP içi boş bir demokratlık, özgürlükçülük iddiasında hiç olmadı. Uzlaşma ve benzeri kavramlara hep kuşkuyla baktı. Gericilikle uzlaşılmaz, piyasa ile uzlaşılmaz, emperyalizmle uzlaşılmaz dedik. Ama özgürlükten, çokseslilikten, demokrasiden, uzlaşıdan en çok söz edenlerin komünistler karşısında despot kesilmesi bayağı enteresan oluyor.

'Cumhurbaşkanlığı seçimi TKP açısından ilkesel olarak bir sorun'

Konumuzdan uzaklaşmamak için tekrar başa dönüyorum. Cumhurbaşkanlığı seçiminde TKP’nin tavrı, bütün bu söylediklerinizden sonra ne olacak?

TKP, AKP karşı devrimi ile hesaplaşmayı savunan bir parti olarak Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesinin önüne geçilmesi gerektiği düşüncesinde. Bu hesaplaşmanın sandıktan ibaret olamayacağı ortada olduğu için zamanı iyi kullanarak, halkın bu düzenin sınırları dışında düşünmesi ve gerçek bir alternatif için mücadele etmesi için çabalarımızı yoğunlaştırıyoruz. Her gün değerli bizim için. Cumhurbaşkanlığı seçimleri TKP açısından zaten sorunlu. Biz kategorik olarak halkın tek kişi seçmesine itiraz ediyoruz.

Bunu biraz açabilir misiniz?

Cumhurbaşkanı ya da Devlet Başkanını halkın seçmesi sözüm ona çok demokratik gibi geliyor ama tam tersi. Halk oyu ile seçilen bir kişi kim ne derse desin çok büyük bir gücü arkasına alır. TKP Devlet Başkanı, Bakanlar Kurulu, Devlet Konseyi üyeliği gibi sorumlulukların tamamının Meclis tarafından seçilmesi ve denetlenmesini savunuyor. Muhalefetin Cumhurbaşkanını halkın seçmeye devam edeceğini açıklaması bizi hiç şaşırtmadı. Güçlendirilmiş parlamenter sistem dedikleri aslında bir tür başkanlık sistemi. Bütün dünyada sermaye sınıfı parlamentoların işlevini azaltmak istiyor. İşin gerçeği zaten bayağı azaldı. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı seçimi TKP açısından ilkesel olarak bir sorun. Barışık olamayız bununla.

Ama TKP bundan bir yıl kadar önce Cumhurbaşkanı adayı çıkarmak gerektiğini söyledi ve bunu bir Konferans kararı haline getirdi.

Evet tam da böyle yaptık. Çünkü Türkiye’de bu kadar önemsenen, toplumun bu kadar bel bağladığı bir seçimde emekçi halkın seçeneğinin ortaya konması, sosyalizmin sesinin duyulması gerekir. Ancak böyle bir adayın sürekli olarak, aday olduğu koltuğu yadsıması gerekiyor. Burada başka bir sorun daha var. TKP bireyler üzerine kurulu bir siyaseti reddediyor. Biz programa dayalı, partilerin toplumsal-siyasal-ideolojik temsiliyetini önemseyen bir siyaset tarzını benimsiyoruz. Oysa Cumhurbaşkanlığı seçimleri bambaşka bir düzlemde yürüyor. Muhalefetin çıkaracağı aday hâlâ belli değil ama neye göre aday belirleyecekleri bile belirsiz, bu bile karışık. En çok duyduğumuz, “kazanacak aday” kriteri bana göre Türkiye’de siyaset kurumunun nasıl bir çürüme ve zavallılık içine yuvarlandığının kanıtıdır. Erdoğan’ın karşısına Erdoğan’ı çıkarırsınız bu kafayla. Her Cumhurbaşkanı adayını içine alacak bir tuhaflıktan söz ediyoruz. Kuşkusuz sosyalizm adına ortaya çıkacak olan aday farklı davranacaktır. Ama farklı davrandıkça etkisi azalacak, inandırıcılığı düşecek. Cumhurbaşkanlığı seçimi “ben, ben, ben” diye konuşmayı gerektiriyor. Ayrıca içerik olmadığı için biçim öne çıkıyor. O ona ne dedi, şu lafı gediğine oturttu mu, falanca kıyafetiyle gençlere hitap etti mi… Ha, emekçi halkı temsil eden, devrimci, yurtsever, komünist bir aday asla diğerlerine pabuç bırakmaz, bu çok açık. Ama kişilerin karşı karşıya konduğu bir seçim bize uygun değil.

Venezuela, Brezilya örnekleri bu söylediğinizi çürütmüyor mu? Chavez, şimdi Brezilya’da Lula. Farklı bir biçimde kullanmak mümkün değil mi başkanlık mekanizmasını?

Konuyu dağıtmak istemem. Ancak bu ülkelerde o yüzden değişim bir noktada takılıyor ve gerçek olmuyor. Allende Şilisini hatırlayalım. Orada da başkanlık sisteminde sosyalist olduğunu söyleyen biri olarak Salvador Allende seçildi. Bugünkü sosyal demokratlara göre elbette daha soldaydı ama arkasındaki partiler koalisyonuna rağmen kişisel ağırlıkla ülkeye yön vermeye çalıştı ve sistemle, sağ ile uzlaşma peşindeyken kanlı bir darbe ile katledildi. Kişilere dayalı bir sistemle değişim gelmez.

'Önemsiz diyemeyeceğimiz ayrımlarımız var'

Ama TKP bunu bilerek “Cumhurbaşkanı adayı çıkarmak gerek” diyordu. Bu düşüncenizde bir değişiklik mi var?

Hayır bir değişiklik yok. Bizim görevimiz bugünkü sömürü düzenine karşı her platformda gerçek bir seçenek oluşturmak ve bu düzenin yıkılması için gerekli toplumsal-siyasal enerjiyi örgütlemek. Cumhurbaşkanlığı seçimini boş geçemeyiz. Ancak bunun yolu her durumda bir aday göstermek olmayabilir. TKP bu kararı aldıktan sonra benzer kaygıları taşıyan, benzer hedefleri olan partilerle Sosyalist Güç Birliği’ni oluşturdu. Ortak bir irade oluşturduk ve seçimleri de içine alan bir biçimde ortak tavır geliştirmeye çalışıyoruz. Burada önemsiz diyemeyeceğimiz ayrımlarımız var. Ama zaten farklı partilerin yan yana gelmesi, bazı konularda herkesin kendi pozisyonunu savunmasının ötesinde, ortak bir pozisyon aramasını gerektirir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde bunu beceririz, becermeyiz ayrı bir konu. Ancak TKP Sosyalist Güç Birliği’nin ortak davranma iradesini güçlendirmek konusunda özenli davranmaya devam edecek. 

Sosyalist Güç Birliği olmasaydı TKP mutlaka aday çıkarırdı demek mi bu?

Bir açıdan evet. TKP dar anlamıyla bir parti adayı değil ama emekçi halkın çıkarlarını savunan, piyasa ekonomisinin, gericiliğin, emperyalizmin karşısında duran bir adayın çıkması için üzerine düşeni mutlaka yapardı.

Ama bir yandan da Erdoğan’ın seçilmesine yardımcı olmamak gibi bir ilkeden söz ediyorsunuz.

Duruma, gelişmelere bakılır ve karar verilir. Büyük bir zorluk yok burada.

İlk turda sadece iki aday çıkarsa aday göstermemek gibi mi örneğin?

Başkalarının nasıl davrandığına göre hareket etmek doğru değil. Ancak Erdoğan’ın yeniden seçilmesinin önüne geçmek için aday geri çekilebilir elbette. Bu Millet İttifakı’nın adayına destek anlamına gelmez. Bakın TKP’nin Erdoğan’a karşı biriken hoşnutsuzluk ve tepki ile bir sorunu yok. Tersine onu çoğaltmak ve cesaretlendirmek isteriz. Bu hoşnutsuzluk ve tepkiyi anlamlı bir programa bağlamak için elimizden geleni yapacağız. Ancak geniş bir kesim ümidini sandığa ve Erdoğan’ın karşısına çıkan adaya bağlamış durumda. Aslında bir heyecan ya da umut değil bu. “Gitsin de ne olursa olsun” çaresizliği. Buna teslim olmayacağız ancak seçim günü “Erdoğan gitsin” diyen halkımızla karşı karşıya değil yan yana olacağız. Bu kadar net. Bu Erdoğan’ın karşısındaki adaya destek değil. Halkın Millet İttifakı’nın AKP’den bir farkı olmadığını bizzat görmesi, yaşaması gerekiyor.

O zaman da çok geç olmayacak mı?

Geç olmaması için elimizden geleni yapıyoruz. Ve aslında geç olmaması için bu kadar ayrıntılı konuşuyoruz. Bir dizi parametre var. Millet İttifakı’nın karşı devrime teslim olan bir aday yerine karşı devrimin bağrından çıkan bir aday çıkarma olasılığı örneğin… Bu halka karşı yeni bir meydan okuma olur. Bunların hepsine karşı mücadelemizde ayların, haftaların, hatta günlerin önemi var. Kendimizi bugünden bağlamıyoruz. Bakıyoruz, partide değerlendiriyoruz, dostlarımızla tartışıyoruz.

'TKP ise yeni bir Devrim diyor. Yeniden Cumhuriyet diyor'

Bu anlamda “Millet İttifakı ilk turda kazanacak ve kabulleneceğimiz bir aday çıkarsın” görüşünü benimsiyor musunuz?

Hayır. Neden benimseyelim? Biz düzen partilerinin etkisini kırmaya çalışan bir partiyiz. Açık konuşayım, halkımızın, sevgili ülkemizin önünde tek bir tehlike yok. Türkiye eğer Erdoğanlı yılların ardından muhalefetin temsil ettiği çizgiye ikna olursa çok ama çok ağır bir tabloyla karşılaşırız. Türkiye’de bu düzende hiçbir çıkarı olmayanlar var. Bir çalışma başlattık, “işçiler var; çalışıyor, hastalanıyor, ölüyorlar”, bunu söylüyoruz. Sömürülüyorlar. Bunu kabul etmek, alçalmadır. Bunu kabul etmek Cumhuriyetçiliğin, bağımsız Türkiye idealinin, laiklik savunusunun, eşitlik arayışının terk edilmesidir. TKP “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” duygusunu anlıyor ama bunun parçası değil. AKP karşıtlığında ortaklaşıyoruz. Sonrası ise zorlu ve gün be gün verilen bir mücadele. Bu mücadelede her gün aramıza yeni katılanlar oluyor. AKP’ye oy verenler, CHP’de siyaset yapanlar, ilk kez sandığa gidecekler. Bu çürümüş düzenin içinde bir çözüme “evet” diyecek olsak zaten TKP’yi kapatırız. Bizim açımızdan da 2023’ün anlamı büyük. 29 Ekim 1923 bir Devrim’in en önemli uğrağıdır. Şu anda Türkiye karşı devrim ile karşı devrimle uzlaşanlar arasında bir çekişmeye sahne oluyor. TKP ise yeni bir Devrim diyor. Yeniden Cumhuriyet diyor. Sosyalizm diyor.