SÖYLEŞİ | Bayram değil seyran değil, Almanya'nın ülkücü faşistlerle derdi ne?

Die Linke (Sol Parti) milletvekili Ulla Jelpke ile Almanya'da ülkücü hareketin yasaklanması girişimleri üzerine tarihsel arkaplanı da konuştuğumuz bir söyleşi yaptık.

soL - Almanya

Federal Almanya devleti ile Türkiye arasında siyasal İslam ve milliyetçilik tartışmaları yeni değil, bilakis çok eski tarihlere dayanıyor. Bu, Federal Almanya’da yaşayan Türkiyeli sayısı 60´lardan bu yana hızla emek göçüyle birlikte arttıkça, yalnızca göç eden insanların kültürlerini ve ideolojilerini buraya taşımaları ve burada filizlendirmeleriyle açıklanamaz. 1960’lı ve özellikle 70’li yıllarda Gladio örgütlenmesi çerçevesinde, Almanya’da gelişen Türkiyeli sola karşı Ülkücü hareketin nasıl organize edildiği biliniyor.

Keza CSU'lu (Christlich-Soziale Union – Hristiyan Sosyal Birliği) Franz Josef Strauß ile Türkiye’de ülkücü hareketin kurucusu Alparslan Türkeş arasındaki ilişkiler de malum.

Kaldı ki entegrasyon politikaları adı altında İslamcı ve milliyetçi kesim 1990’lı yıllara kadar sola karşı kollandı ve desteklendi. Daha sonrasında ise İslam "Almanlaştırılmaya" çalışılırken bir yandan da göçmenlerin Türkiye ile ideolojik bağları koparılmaya çalışıldı. Emperyalist bir ülke olan Almanya için mantıklı bir hamle. Yıllar geçtikçe ve farklı parametreler devreye girdikçe, özellikle de AKP iktidarından sonra, Türkiye kökenli şeriatçı ve faşist örgütlenmelerin Almanya’da kontrol altından çıkma   eğilimi arttı. Önceki dönemlere kıyasla, bugün Erdoğan bu kitleyi konsolide edebilmiş, kendi kadrolarıyla ve uluslararası kurumlarıyla desteklemiş, hiç olmadığı kadar hem Türkiye hem Almanya politikasını etkiler hale getirmiştir.

Konuya ilişkin Die Linke (Sol Parti) milletvekili Ulla Jelpke'yle konuştuk...

Bu politikaların tarihi bu kadar eskiye dayanırken, konunun daha kapsamlı bir şekilde yeni yeni gündeme gelmesinin nedeni bu tür gerici-faşist yapılanmaların Almanya´daki varlığı mıdır yoksa AKP’nin kontrolü altına girerek Almanya iç politikasını da etkiler hale gelmesi midir?

Bilindiği gibi ülkücüler, Türkiye kökenli göçmen işçiler arasında, sola ve sınıf mücadelesi yürüten akımlara etki edecek karşı bir güç oluşturmak üzere, 1970'li yıllarda CSU Genel Başkanı Franz-Josef Strauß ve Alman istihbarat servislerinin desteğiyle, Türk Federasyonu ile birlikte kuruldu. Doğrudan Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlanan İslami kuruluş DİTİB´in (Diyanet İşleri Türk İslam Birliği, Almanya'da - ç.n.) 80'li yıllarda kuruluşu da federal hükümet tarafından olumlu karşılandı, çünkü o zamanlar bu kuruluş esas olarak Türkiye kökenli Müslümanları, daha radikal dini akımlardan korumakla uğraşıyordu.

Alman istihbaratıyla Erdoğan'ın ajanlar savaşı

Fakat Erdoğan döneminde DİTİB, bir denetim aracından çıkarak Türkiye kökenli Müslümanları, Türk hükümetinin anlayışına uygun hareketlendiren bir araca dönüştü.

Ayrıca MHP, BBP ve AKP'ye yakın farklı çatı örgütlerinin yanı sıra, bağımsız motosikletçi çetelere ve benzeri gruplara bölünmüş olan ülkücü spektrum, artık sadece sosyalist örgütler ya da solcu Kürt derneklerine karşı basit bir karşı güç değildi.

Türk hükümeti, ülkücüleri çeşitli Avrupa ülkelerinde sadece sürgündeki muhalifleri, solcuları, Kürtleri ve Alevileri değil, ama aynı zamanda Gülencileri de sindirmek için kullanmaya, ayrıca ilgili hükümetlere karşı tehdit potansiyeli ve baskı aracı olarak da görevlendirmeye başladı.

Özellikle bunu Avusturya ve Fransa’da gördük. O sırada ülkücüler* Almanya’da bu hususta hala daha ihtiyatlı davranıyorlardı, ya da daha açık bir ifadeyle, muhtemelen Türk istihbarat servisi tarafından, burada hala daha sıkı bir şekilde kısıtlanıyorlardı.

Bana göre federal hükümet ülkücüleri ya da İslamcı Türk derneklerini yasaklamaya niyetli değil. Ama hükümeti oluşturan partilerin meclis grupları, Yeşiller ve FDP’nin (Freie Demokratische Partei – Hür Demokratik Parti)  kasım ayında verdikleri ortak önergeyle, ülkücü hareketin geriletilmesinin ve olası bir yasaklamanın incelenmesinin talep edilmesi, Ankara’ya karşı bir uyarı sinyaliydi. Mesaj şuydu: Alman iç siyasetine karışmayın!

UID (Uluslararası Demokratlar Birliği) ismiyle kurulan yapının AKP’nin lobi faaliyetlerini yürüttüğünü, başındakilerin de İslamcı-faşist kadrolar olduğunu biliyoruz. UID´nin Almanya siyasetine etkisi nedir? AKP ile siyasi ve finansal bağlantıları hakkında somut bilginiz var mı?

Genelde (federal hükümet tarafından da) UID, AKP’nin bir lobi derneği olarak değerlendiriliyor. Ama bu, bence tam olarak doğru değil. Artık AKP ve MHP hükümet ittifakının bir lobi derneğiyle karşı karşıyayız.

Eski bir ülkücü militanın ocak ayından beri UID’nin başında bulunması, AKP ve MHP’den oluşan Türk hükümet ittifakında ve bunların Almanya’daki lobi derneğindeki açık faşistlerin artan etkisini gösteriyor.

Nisan sonunda UID, ATIB (Avrupa Türk İslam Birliği), DITIB ve Milli Görüş temsilcileri ile Ankara’da bir tür zirve toplantısı düzenlendi. Bütün bu derneklerin temsilcileri, Erdoğan ve Savunma Bakanı Hulisi Akar tarafından kabul edildiler. Türk hükümetinin onlarla yaptığı görüşmelerin ayrıntıları, ne yazık ki bilinmiyor. Ama açık ki, AKP-MHP ittifakı Almanya’daki faşist ve İslamcı ajan derneklerini koordine etmek istiyor.

UID’nin doğrudan Alman siyasetine ne tür bir etkisinin olduğunu değerlendirmek zor. Fakat UID görevlileri sıklıkla, özellikle CDU (Christlich Demokratische Union - Hristiyan Demokrat Birliği) ve SPD’de (Sozialdemokratische Partei Deutschlands- Almanya Sosyal Demokrat Partisi) aktif oldukları gibi, aday olarak da gösterilmektedirler. Lakin UID asıl olarak, diğer derneklerin arkasındaki örgütleyici kadro yapısıdır. DITIB veya diğer birlikler daha sonra bunu seçim kampanyalarında kullanıyorlar. Bundan dolayı sadece tek tek derneklere, (yalnızca UID´ye, Türk Federasyonu’na veya DITIB´e) bakmamamız lazım.

Erdoğan’ın tüm ajan ağı, Almanya üzerinde etki kazanmaya çalışıyor. Bu Türkiye kökenli nüfus üzerinden, ama aynı zamanda Alman siyaseti üzerinden oluyor. Örneğin, Ermeni Soykırımı'nın tanınması veya Kürt hareketine ilişkin bir tavır söz konusu oluyorsa.

Birkaç yıl önceye kadar, Fethullah Gülen hareketinin Almanya´da da güçlü bir ilişki ağına sahip olduğunu, hatta pek çok okulu, derneği olduğunu biliyoruz. Sizin de parlamentoda bu bağlamda defalarca eleştiriniz ve sorularınız oldu. Bugün ise, 15 Temmuz sonrası Gülen hareketinde aktif kişilerin Almanya´ya kaçtığını, çoğunun iltica aldığını ve hatta yine Gülen dernekleri tarafından sessizce korunduğunu, finanse edildiğini biliyoruz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Neden prim veriliyor bu tür kuruluşlara?

Gülen hareketi Türkiye’de AKP ile ittifak halinde olduğu sürece, demek ki 2013 sonuna kadar, federal hükümet, kendi ifadesiyle Türkiye’deki Alman iktisadi çıkarlarını ilerletmek için Gülen’e yakın işveren dernekleriyle olan iyi ilişkileri kullandı. Ama daha sonra da, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, federal hükümetin koruyucu eli Gülencilerin üzerinde kaldı.

Sığınmacı trafiğinde Gülenciler akımı

Meclis’teki soru önergelerim gösterdi ki, Türkiye’den gelip iltica başvurusunda bulunanların Almanya’da mülteci olarak kabul edilme oranı, yüzde olarak Türk kökenlilerde, Kürt kökenlilere göre oldukça fazla. Kimi sosyalistleri ve barış akademisyenlerini saymazsak, Türk asıllı sığınmacılar arasında en başta Gülencilerin olduğu varsayılabilir. Bunlar genellikle Kürt mültecilerden daha iyi, çoğu zamansa akademik bir eğitime sahip oldukları için, ekonomik açıdan daha iyi karşılanıyorlar.

Federal hükümetin Gülen hareketini, Türkiye’ye ve Türk hükümetine karşı bir baskı aracı olarak da Erdoğan sonrasında, gelecekte kullanabileceği bir etki aracı olarak elinde tutmak istediğini tahmin ediyorum.

Doğrusu Gülen hareketi Türkiye’de artık öyle parçalanmış ve yere serilmiş bir halde görünüyor ki, darbe girişimine katıldıkları için birçok muhafazakar, dinci insanın gözünde itibarlarını kaybettiler, bundan sonra Gülencilerin, geçmişte olduğu gibi güçlü bir rol oynamaları ihtimal dışı görünüyor.

Bozkurtların ve benzeri örgütlerin Türkiye siyaseti üzerindeki etkisinden ve kaçınılmaz sonucu olarak Almanya´ya yansımalarından bahsedebiliyoruz. Diğer taraftan Almanya´da faşist yapılanmaların güçlü ve etkili olduğu da bir gerçek. Geçmişte NPD´nin (Nationaldemokratische Partei Deutschlands – Almanya Ulusal Demokratik Partisi) yasaklanma girişimleri ve yakın zamanda AfD´nin (Alternative für Deutschland – Almanya için Alternatif) Anayasa Koruma Dairesi tarafından gözetim altına alındıktan iki gün sonra kararın geri çekilmesi gündeme gelmişti. Almanya´daki bu tür örgütlere karşı verilen mücadele neden başarısız oldu? "Bozkurtların yasaklanması" talebi nasıl sonuçlanır sizce?

Mülk sahibi sınıfların hükümeti olarak egemenler, faşistleri gerçekten yasaklamakla ve dağıtmakla ilgilenmiyorlar. Söz konusu olan sadece, onları kontrol altında tutmak.

Kendi başlarına girişimde bulunan ve iç savaşı alevlendirmek için saldırı düzenleyen - şimdi mahkemeye çıkarılan ‘’S Grubu’’ gibi - faşist terör hücreleri saf dışı bırakılıyor. Diğer yandan, cephane ve silah depolayan, ölüm listeleri düzenleyen federal ordu ve polisteki faşist hücrelere karşı çok kibar, yumuşak bir tavır görüyoruz. Burada besbelli ki, acil durumlar için Gladio yapılarının korunması gerekiyor.

Eğer Federal Anayasa Koruma Teşkilatı (Bundesverfassungsschutz - İç İstihbarat Örgütü – ç.n.) AfD partisini - tamamen veya şüpheli bir durum olarak - istihbarat teşkilatı yöntemleri veya muhbirler aracılığıyla izlemeye alırsa, bu durum, bu partinin zayıflatılması değil, bilakis daha iyi yönlendirebilmek için uysallaştırılması anlamına gelir.

Tanıdık geliyor: Neonazi örgütlenmelerde istihbarat parmağı

2000’li yılların başlarındaki ilk NPD’nin yasaklanması davasını hatırlatırım; başarısız olmuştu. Çünkü Anayasa Mahkemesi, istihbarat örgütünün parti yönetimine muhbirler sokması nedeniyle, partinin 'devletten yeterince uzak' olmadığını tespit etmişti.

Thüringen eyaletindeki CDU’nun, şimdi AfD sempatizanı olarak görünen Federal Anayasa Koruma Teşkilatı eski başkanı Hans- Georg Maaßen’i Federal Meclis’e aday göstermesi, burjuva çoğunluğunu sağlamak için başka bir seçenek yoksa, bu partinin esas itibariyle aşırı sağcılarla iş birliği yapmaya açık olduğunu gösteriyor.

Bu devletten Alman faşistlerine karşı tutarlı bir davranış bekleyemeyeceğimiz gibi, bu devletin ve bu hükümetin Almanya’daki Türk faşistlerini engelleyeceğine ya da yasaklayacağına da güvenemeyiz.

Tam da şu anki CDU Başkanı Armin Laschet, Türk İslamcıları ve faşistleri ile iyi ilişkiler sürdürmesiyle tanıyor. Laschet, kendi partisinde bile, NRW’deki (Nordrhein-Westfalen – Kuzey Ren-Vestfalya) kendi eyalet örgütünde Türk sağcılara sempati duyanlara karşı yeterince kararlı davranmadığı eleştirisine katlanmak zorunda kalıyor.

Fakat Laschet ve diğer Birlik Partileri için söz konusu olan, Türk asıllı muhafazakâr ve sağcı seçmenlerin oylarını kapma meselesidir.  Ayrıca bu durum, geçmişte Laschet’in  dış politika konularında Erdoğan’ı SPD’den daha sert bir şekilde eleştirmesine engel olmadı. CDU’nun Almanya’daki Türk sağcılarla olan ilişkisi sadece araçsaldır.

Laschet, Türk muhafazakârlarıyla ve sağcılarıyla olan ilişkilerinin kendisine daha çok oy mu getiriyor, yoksa tam da bu derneklere karşı İslam düşmanı bir kampanya ile Alman sağcıların oylarını mı kapıyor, enine boyuna düşünmek zorunda.

Ama her durumda şunu söyleyebiliriz ki, Türk hükümetine yakınlığı dolayısıyla federal hükümet ülkücülere karşı tutarlı bir davranışta bulunmayacak. Gerekirse, tıpkı birkaç yıl önce Osmanen Germania’ya (Almanyalı Osmanlılar)  yapıldığı gibi, özellikle zorba ve kriminal bazı grupların yasaklanmalarını bekleyebiliriz.

Seçimlere 5 ay kalmışken, olası farklı koalisyon hükümetlerinden bahsediliyor. Bunlardan biri de Yeşiller- SPD- Die Linke (Sol Parti) koalisyonu. Bu tarz bir koalisyonun gerçekleşmesi durumunda, Sol Parti´nin hem „Bozkurtlar“ gibi örgütlerin yasaklanması hem de anti-faşist mücadeleyle ilgili talepleri ne olacak?

Anti-faşizm, Die Linke için bir tutum meselesidir. Şu anda federal meclis seçimleri için tartışılan program taslağında bununla ilgili şöyle deniyor: ’’Sokakta, günlük hayatta, parlamentoda, her türlü insan düşmanlığına karşı duruyor ve demokrasiyi savunuyoruz. Sivil toplumda, ırkçılığa, anti-semitizme ve Neonazilere karşı tutum alan güçleri bir demokrasiyi teşvik yasası güçlendirmek istiyoruz.”

Sivil toplumda anti-faşist çalışmayı teşvik etmek ve bağımsız bir gözlem kurumu oluşturmak istiyoruz. Sağ terörle ilgili bir araştırma komisyonu kurmak ve militan Neonazilere karşı soruşturma odağı oluşturmak istiyoruz. Anti-faşist anma kültürünü savunuyoruz.

Ayrıca, Federal Anayasa Koruma Teşkilatı denilen kurumun demokrasiyi değil, tam tersine, daha çok sağcı yapıları güçlendirdiğine inanıyoruz. Bundan dolayı, Federal Anayasa Koruma Teşkilatını, bir gizli servis olarak bu biçimiyle feshetmek istiyoruz. Faşist partilere karşı parti yasaklarının ne ölçüde doğru bir yol olduğu, Die Linke’nin meclis grubu içinde tartışmalı bir konu.

Ülkücülere dair bir maddeye federal seçim programında şu ana kadar yer verilmedi. Ancak ’’Bozkurtlar’’ geçen kasım ayında Federal Meclis’te tartışıldığında, Die Linke meclis grubu kapsamlı bir önerge vererek, ülkücü çatı dernekleri ADÜTDF (Föderation der Türkisch-Demokratischen Idealistenvereine in Deutschland - Almanya Demokratik Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu), ATIB (Union Türkisch Islamische Kulturvereine in Europa - Avrupa Türk İslam Kültür Dernekleri Birliği) ve ATB’nin (Verband der türkischen Kulturvereine in Europa - Avrupa Türk Kültür Dernekleri Birliği) dernekler yasasına göre yasaklanmasını istedi. Ayrıca, ülkücülerin Türkiye’de bağlı oldukları ana partilerin, yani MHP ve BBP’nin Almanya’da yürütecekleri seçim kampanyası gibi faaliyetlerin de yasaklanması talep ediliyordu.

Seçimlerden sonra oluşacak Sol Parti meclis grubunun da bu tavrı koruyacağını ve Yeşiller ile SPD’ye karşı bu pozisyonda kalacaklarını varsayıyorum.

'Türkiye kökenli gençler ülkücülerin ellerine düşüyor'

Son olarak bu konuyla ilgili eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Ülkücülerin ve Türk hükümetinin diğer ajanlarının buradaki icraatlarının durdurulmasını talep etmek yeterli olmaz. Ayrıca, Almanya’daki bu derneklerin ve ideolojilerin nasıl oluyor da Türkiye kökenli gençler arasında çekici olduğunu sorgulamamız lazım. Sonrasında, Almanya’da artık üçüncü kuşak olarak yaşayan ama adlarından, saç renklerinden dolayı, iş ya da konut ararken dışlandığı görülen insanlara karşı yapılan ayrımcılıktan ve ırkçılıktan da bahsetmeliyiz.

Polisin ırklara göre profil oluşturma –Racial Profiling- ve ırkçı motifli şiddetinden, nargile kafelerine sözde klan suçlarıyla mücadele kapsamında yapılan keyfi polis kontrollerinden bahsetmemiz gerekli.

AfD ve ama aynı zamanda Birlik Partileri’nin bazı unsurlarının körükledikleri Müslümanlara karşı nefretten bahsetmemiz gerekli.

NSU (Nationalsozialistischer Untergrund – Nasyonal Sosyalist Yeraltı) cinayetleri ve gizli servislerin NSU kompleksine bulaşmalarını aydınlatmak konularında devlet kurumlarındaki irade eksikliğinden bahsetmemiz gerekir.

Eğer bu noktaları atak bir şekilde yaklaşmaz, adını koymaz ve mücadele etmezsek, o zaman bazı Türkiye kökenli gençlerin ülkücülerin ellerine düşürülmelerine şaşırmamalıyız.

  • *. Almanya’da Bozkurtlar olarak da kullanılıyor: Graue Wölfe - ç.n.