Sosyal girişimcilerin dertli şirketleri

Bir toplumsal sorun tespit ediyorsunuz ve bu sorunun mağdurlarına dair çözüm geliştiriyorsunuz. Ancak bu doğrultuda bir dernek kurup mücadele etmek yerine gidip şirket kuruyorsunuz.

eren korkmaz

Hem dünyada hem de ülkemizde insanların daha iyi yaşam şartlarına ancak bireysel çabaları ile ulaşabileceklerine dair söylemlerin baskın hale geldiği ilginç bir dönemden geçiyoruz. Bunun karşısında emeğin en yüce değer olduğu, insanların hak aradığı, kendisini sosyal bir varlık olarak tanımladığı, dayanıştığı, birlikte mücadele ettiği söylemlerin ise zayıfladığı bir dönemi yaşıyoruz.

Bireysel kuruluşun en temel yolu ise girişimcilik olarak öne çıkarılıyor. “Girişimcilik ve inovasyon” İngiltere’den Özbekistan’a, Peru’dan Kenya’ya her yerde papağan gibi tekrarlanan sihirli kelimeler haline geliyor. Girişimci olma, yani şirket kurma konusunda adım atamayanlara ise tek kişilik şirketler, esnaflık veya dijital platformlarla çalışma öneriliyor. Bunun kurumsal şirketlere yansıması ise bir dizi sertifika programıyla “kendini geliştirip”, diğer çalışanlarla rekabet edip aldığı maaşı dahi saklayıp, daha üst konuma gelmek için mücadele etmek oluyor. 

Dolayısıyla toplum içinde, milyonlar içinde yaşamamıza karşın “bizler sadece birer noktayız, tek başınayız, her yerde tehdit var, herkes bireysel çıkarının peşinde, kimseye güvenilmez” söylemleri daha üst bir güce olan inançla (bu dinsel veya spiritüel, enerji, evren gibi) pekiştiriliyor. Bunu bir yandan kendisine hak ettiği değeri vermeyen ülkeyi terk edip göç etme çabası takip ediyor, diğer yandan ise bireysel yoldan başarıya ulaşanların hayatlarını gösterişçi şekilde sergiledikleri “kanıtlar” gözlemleniyor. Dolayısıyla birçok insan büyük bir çaba ve istekle kendisini kurtarmaya çalışıyor, didiniyor, ülke değiştiriyor, bir eğitimden diğerine koşturuyor, şirket kurup batırıyor ve bu şekilde yıllar geçip gidiyor. 

Dertli şirketler dünyayı kurtarır mı?

Peki, sosyal amaçları, dertleri olanlar için durum nedir? Örneğin bir toplumsal haksızlık, eşitsizlik sizi öfkelendiriyor. Yoksulluk ve eşitsizlik sizin için önemli. Kadın hakları veya göçmenlerin yaşam koşulları gibi konular da öne çıkabilir. Normal şartlarda veya başka bir ifadeyle geleneksel olarak sizin siyasal partilerde veya kitle örgütlenmelerinde örgütlenmeniz ve faaliyet yürütmeniz, sizin gibi düşünenlerle bir araya gelmeniz, gönüllü olmanız gerekir. Ancak buna artık gerek yok (!). Kapitalizm size çözüm olarak sosyal girişimciliği sunuyor.

Burada bir toplumsal sorun tespit ediyorsunuz ve bu sosyal sorunun mağdurlarına dair bir çözüm geliştiriyorsunuz. Belirli talepler ve hizmetler tanımlıyorsunuz. Ancak bu doğrultuda bir dernek kurup mücadele etmek yerine gidip şirket kuruyorsunuz. Bir dernek tüzüğü yazmak yerine iş planı yapıyorsunuz, maliyet analizi yapıyorsunuz. Derneğinize gönüllü mücadele arkadaşları bulmak yerine şirketinize çalışan için iş ilanı veriyorsunuz. Hukuki anlamda bir şirketsiniz, şirket gibi çalışıyorsunuz, maaşları ödemek ve kar elde etmek istiyorsunuz, ama sosyal amaçlarınız var. Şirketinizin misyonu ve vizyonu bunlara yer veriyor, hizmetleri buna yönelik oluyor.

Müşteri farklı yararlanan farklı

Burada alışageldiğimiz şirketlerden temel bir fark var. Genellikle şirketler bir ürün veya hizmet satar, müşteriler gidip onu alır ve karşılığında ödeme yapar. Sosyal girişimcilerin sosyal şirketlerinde ise bu genellikle böyle olmuyor. Sizin hizmet verdiğiniz kesimler farklı oluyor, örneğin kadınlar, göçmenler, evsizler gibi. Ancak size parayı başkaları veriyor. Yararlanıcı ile müşteri ayrılıyor. 

Parayı kamudan alabilirsiniz, zengin ailelerin vakıfları ve ofisleri verebilir, şirketlerin sosyal sorumluluk birimlerinin bütçeleri olabilir, Avrupa Birliği fonları olabilir, Almanya’nın GIZ’i gibi İngiltere, Norveç, ABD, Hollanda, Japonya gibi ülkelerin “kalkınma” ajansları veya Birleşmiş Milletler’in kuruluşları olabilir. Dolayısıyla kapsamlı bir gelir kaynağı ve müşteri portföyü mevcut. Her birinin öncelikleri ve ilkeleri var. Tanımladıkları “dezavantajlı kesimler” ve “yararlanıcılar” (beneficiaries) var. Bunlar dönem dönem değişir. Bir dönem kadınların iş yaşamına katılması olabilir, diğer dönem göçmenler ve mülteciler olur, bazen LGBTler olur veya evsizler, belirli sağlık sorunlarını yaşayanlar, aklınıza gelebilecek çok sayıda ezilen, ayrımcılığa uğrayan ve sömürülen kesim olabilir. Burada çözüm de belirlenmiştir. Örneğin evsizlere yemek veya çok soğuk günlerde battaniye vermek, hastaların ilaçlarını almak, yoksulların elektrik faturalarını ödemek, çocuklara ders kitabı veya ayakkabı almak, kadınlara ve göçmenlere mesleki eğitim verip işe girip çalışmalarını sağlamak… Dolayısıyla bu sınırlar içinde şirketiniz faaliyet gösterebilir, işleri yüklenebilir. Burada işinizi sürdürmek istiyorsanız elbette işe yerleştirmeye çalıştığınıza sendikal hakları anlatmazsınız, ilaç aldığınız veya fatura ödediğiniz kişilere kamuculuktan ve temel haklardan bahsetmezsiniz. 

Aktivist girişimci

Sosyal girişimciliğin büyüsüne kapılan ve toplumsal fayda yaratmak isteyen aktivist girişimciler için en temel mesele müşteri ile yararlanıcı ayrımını anlamaktır. Sosyal girişimciliğe dair eğitim programlarında bunun üstünde özellikle durulur. Evsizlere yardım eden bir sosyal girişimin müşterisi evsizler değildir. Evsizler hizmet alandır, yararlanandır. Onların beklentileri, talepleri ve temsiliyeti önemli değildir. Memnun olması gereken müşteri girişimciye para veren şirkettir veya zengin bir ailenin vakfıdır. Bunu akılda tutanlar, reklam ve pazarlamayı da ona göre yaparlar. Yoksul bir siyah çocuk veya dişsiz bir evsiz fotoğraflanır, şirketlerin sosyal sorumluluk ve etki raporlarında en kaliteli kağıda basılıp dağıtılır.

10-15 yıl öncesine kadar, özellikle görece güçlü, hareketli ve zaman zaman etkili olabilen sendikal ve toplumsal hareketlerin olduğu ülkelerde, buna ülkemizi de dahil edebiliriz, sosyal girişimcilik daha utangaç bir yolla kendisini vakıf, dernek, kooperatif gibi adlarla gösteriyordu. Özellikle 2015’den sonra ülkemize milyonlarca mültecinin gelmesi üzerine birçok dernek, vakıf ve kooperatif ulusal ve uluslararası fonları alarak faaliyetler yaptılar. Bunların çoğu mültecilere iş bulmakla sınırlıydı. Ancak bu derneklere, vakıflara ve kooperatiflere üye olmak mümkün değil, bunların genel kurulları yok, bütçeleri şeffaf değil, çalışanları düşük ücretlerle ve kısa süreli sözleşmelerle çalışıyor, şirketin sahipleri ise yüksek maaşlarla bu karlı işi döndürüyor. Çıkan sonuçlarda belirli sayıda kişinin işe girmesi başarı olarak gösterilse de ülkemiz nezdinde de net şekilde gördüğümüz üzere, bu kadar harcanan paranın karşılığında çalışma yaşamında düzelme veya yerli ve göçmen işçiler arasında karşılıklı anlayış oluşturma veya sendikal temsiliyet gibi konular hiç gündeme gelmiyor. Günümüzde ise dernek veya vakıf demeye de gerek olmadan, doğrudan sosyal girişimcilik kabul edilebilir, desteklenebilir bir çözüm ve aktivizm olarak görülüyor. 

Gereksiz demokratik formaliteler

Sosyal girişimciliğin en etkin olduğu ülkelerden biri İngiltere. İngiltere’de birçok sosyal girişim ağı var ve bunların bir kısmı sertifika verip denetim de yapıyor. Birçok sosyal girişim “dezavantajlı bir kesim” belirlemekle beraber aynı zamanda karının belirli bir oranını, ideal olarak yüzde 50’sini yeniden topluma yönelik çalışmalara yatırması şart koşuluyor. Tabii bu gönüllü bir koşul.

Birçok derneğe derneklikten çıkıp sosyal girişimci olma yönünde teşvik veriliyor. Bu sayede derneğin bürokrasisinden “kurtulmak”, üyelerle ve üye aidatıyla uğraşmak, “gereksiz demokratik formalitelere” uymak gerekmiyor. İlla dernek statüsünü korumak isteyenlere de ayrıca bir sosyal girişim şirketi açarak gelir kazanabilecekleri, örneğin giysi, eşya satabilecekleri veya hedefledikleri kesimlerden insanları istihdam edebilecekleri söyleniyor. Yeni bir dernek kurmak için başvuru yapanlara da bir kez daha düşünme ve sosyal girişim kurma tavsiyesi veriliyor. Sebep yine bürokrasi vb. konular, oysa şirket kurmak çok basit.

Sosyal girişimler de karlı değil

Girişimciliğe dair bundan önceki üç yazıda tüm vaatlere, çabaya ve ayrılan kaynağa karşın bireysel kurtuluş, kendi işinin patronu olma, rahat bir yaşama kavuşma arzusunun bu işlere girişenlerin çok büyük çoğunluğunda hayalkırıklığı yaşattığına değinmiştim. Örneğin yatırım arayan startupların yüzde 80'i batar, yatırım alan yüzde 20’nin yüzde 80’i de kar edemeden kapanır, geri kalanının çoğu da şirketini satmaya zorlanır. Yalnız girişimci (solopreneur) veya şirket kurup dijital platformla çalışanlar da bir süre sonra kendilerini asgari ücret, iş sağlığı ve güvenliği, hafta sonu tatili ve daha kısa çalışma saatlerini arar durumda bulur. 

Sosyal girişimciler için de şayet o sektörde büyük bir oyuncu değilseniz, yüzlerce, binlerce insanı çalıştıran, uluslararası fonları çeken bir "networkünüz" yoksa şirketi ayakta tutmanız, kar etmeniz, elde ettiğiniz sınırlı karın bir kısmını geri projelere vermeniz pek mümkün olmaz.

Acaba toplumsal bir varlık olduğumuzu, ortak sorunlarımızın olduğunu, dayanışma içinde hareket etsek haklarımızı almanın, daha mutlu ve sosyal bir hayat kurmanın, yeni bir sistem için mücadele etmenin daha gerçekçi ve güncel bir yaklaşım olduğunu düşünsek nasıl olur?