Gelibolu Yarımadası Milli Parkı, Çanakkale'nin rüzgarı bol ve nemi düşük bir köşesinde. Önemli bir bölümü makilik alandan oluşan park için 1980'li yıllarda bir ağaçlandırma seferberliği başlatıldı. Sonraki yıllarda ekilen çamlar serpildi ve beklenen orman ortaya çıktı.
25 Temmuz 1994, Gelibolu'da hâlâ pek çok kişinin unutamadığı bir tarih. O gün Milli Park'ta başlayan yangın neredeyse 3 gün sürdü. 4 bin hektar kül oldu.
Yangın sonrası yeni bir ağaçlandırma seferberliği başladı. Kül rengi toprağa yeniden çam fidanları ekildi. Aradan bir 20 yıl daha geçti. 26 Temmuz 2013'te aynı noktada yeniden alevler yükseldi.
Tekrar ağaçlandırıldı, sonuç yine değişmedi. Son olarak 20 Ağustos'ta 700 hektar yandı. Bölgeden sorumlu memur basına verdiği demeçte alanı hızla doğal görünümüne kavuşturulacaklarının sözünü verdi. Kısır döngüde yeni tur başladı.
'Yangın da deprem gibi öngörülebilir'
Periyodik hale gelen bu yangınlarla mücadelede hata nerede yapılıyor?
Bunu anlayabilmek için yangın ekolojisi denilen alandaki birikime dikkatle bakmak gerekiyor.
Çalışmalarını Hacettepe Üniversitesi'nde sürdüren yangın ekoloğu ve biyolog Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu, yangın yönetim politikasında muhafazakar yaklaşımların terk edilmesi gerektiğini savunuyor. Bunu Çanakkale örneği üzerinden şöyle açıklıyor:
"Orası yine ağaçlandırılırsa yine yangın olacak. Bu aynı deprem gibi öngörülebilir. Orasının kızılçam ormanı olması isteniyor. Hayır, her yer kızılçam olmayabilir. Bazı yerler milyonlarca yıllık süreç sonucunda, doğal yangın rejimi gereği makilik olabilir. O da doğal bir alandır. O makilikler çok daha az şiddetli yanar ve zararı da az olur."
Büyük yangınlar neden arttı?
Bugün bozkırlarda bile ağaçlandırma kampanyaları mevcut. Ağaç olmayan bölgeleri ağaçlandırma ısrarı yalnız Türkiye'ye özgü değil. Afrika savanları da ağaçlandırılmaya çalışılıyor. Benzer kampanyalar dünya genelinde düzenleniyor. Ancak artık pek çok ülke bu politikadan vazgeçmeye başladı. Sebebi "yanıcı madde yükü"nü artırıyor olması. Tavşanoğlu son yüz yılı buradan hareketle özetliyor:
"Sadece yangınları söndürmek için mücadele veriliyor, bunun için milyonlarca lira harcanıyor ama neticede ana olgu gözden kaçıyor. O da şu: Orman olmayan bölgeleri ağaçlandırınca buralarda yanıcı madde yükünü artırıyoruz. Bir yangın normalde az şiddette olacakken, küçük bir alanı yakacakken; biz yanıcı materyali kesintisiz hale getirdiğimiz, miktarını artırdığımız için yangın şiddetlenebiliyor, daha uzun sürebiliyor, kontrolü zor oluyor.
Sıcak hava dalgaları daha şiddetli ve daha sık oldu. İnsan faktörü her zaman var tabii. Sonuçta biz yangına dirençli bir ortamdayken 100 yıl içinde kendimizi yangına hassas bir pozisyona getirdik."
Yangın sonrası müdahale kaş yaparken göz çıkarabilir
Çağatay Tavşanoğlu'na göre sorun, milyonlarca yıl içerisinde o bölgenin koşullarına göre gelişen, evrimleşen doğal bitki örtüsüne müdahaleyle başlıyor. Yangınların ardından ormanların gelişimini izleyen bilim insanları hep aynı kanıya varmış: "Yangın sonrası müdahale ne kadar artıyorsa biyoçeşitlilik o kadar olumsuz etkileniyor."
Sivil toplum örgütleri ve yurttaşlar, yangın bölgesini yeniden ağaçlandırmak istediğinde önce toprağı sürüyor, ardından ekime başlıyor. İşte bu işlem bilim insanlarının uyardığı "müdahalenin" kapsamına giriyor. Yangın sonrası ağaçlandırmanın sadece fidan çıkmayan alanlarda, yangına dayanıklı doğal türlerle uygulanması gerekiyor. Tavşanoğlu'na göre bunun dışındaki alanlara tohum atmak ve doğanın kendini yenilemesine izin vermek yeterli.
"Yangınlar Akdeniz’de doğal bir faktör, milyonlarca yıldır var. Oradaki bitkiler, hayvanlar ona göre evrimleşmiş. Yangından sonra kendilerini hayatta tutabiliyorlar. Bugün yaşlı gördüğümüz bütün ormanlar, hiçbir ormancılık müdahalesine maruz kalmadan yangın sonrasında meydana geldi. Doğa bir şekilde kendini yeniliyor."
'‘Yangınları durduralım’ demek ütopik'
Yangın sonrasında ağaçların kesilmesi yaygın bir uygulama. Eskiden bunu yalnızca Orman Genel Müdürlüğü personeli yapıyordu. Son yıllarda "dikili satış" denilen bir ihale yöntemiyle yanan alanlar parsellere bölünüyor ve müteahhitlere teslim ediliyor. İki uygulama arasındaki farkı Çağatay Tavşanoğlu anlatıyor:
"Eskiden oradaki ağaçların kütükleri ekonomiye kazandırmak için alınırdı, rejenerasyonu sağlayacak kozalaklı dallar da alana serilirdi. Bu alandaki doğal gençleşmeyi hızlandıran bir yöntemdi. Son yıllarda hem yetişilemediği için hem dikili satış yöntemi nedeniyle yeterli denetim yapılamıyor. Doğayı bilmeyen işçilerle kesim yapılıyor. Çok defa tanık oldum, dalları kenarlara atmışlar. Orada tohumlar, kozalaklar, birçok materyal var toprağa karışacak. Sonra 'burada neden çam çıkmadı' diyorlar? Tekrar ağaçlandırmak zorunda kalıyorlar. Yine biyoçeşitliliği kaybettiğimiz bir döngüye giriyoruz."
'Söndürme uçaklarından daha büyük sorunlarımız var'
Sözü yangından öncesine getiriyoruz. Bu yaz çıkan orman yangını sayısı neredeyse geçen yılın beş katı. "Bu artışı nasıl bastıracağız" diye soruyoruz.
Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu net bir cevap veriyor: "Türkiye olarak yeni bir yangın çağına girdik. ‘Yangınları durduralım’ demek ütopik çünkü öyle bir ortam yok. Şu anda patlamaya hazır bomba şeklinde bekleyen ormanlar var."
Yangınlardan kaçınmak mümkün görünmüyor. Tavşanoğlu'na göre bu 100 yılda yaşanan değişimin bir sonucu. Üstelik bir de iklim değişikliği var.
Bir başka faktör ise AKP. Ormanların yüzde 68'i AKP döneminde tahsis edildi. Doğada eskisinden çok daha fazla maden, konut, turistik tesis var. Özel sektörün insafına terk edilen elektrik iletim hatlarından çıkan yangınlar, tek başına ormanların yüzde 20'sini yakıyor. Daha geçen ay Diyarbakır'da 15 kişi bu yüzden öldü.
"Doğayı korumaya yönelik hemen hemen bütün yasalar ortadan kaldırıldı" diyen Çağatay Tavşanoğlu, gelinen noktada kentleri korumanın önemine dikkat çekiyor.
"Şu an yangından korunmayla ilgili en büyük sorun kentler. Geyikler, kurtlar yangından kaçabiliyorlar. Ama bizler ve küçükbaş-büyükbaş-evcil hayvanlar yangına adapte organizmalar değiliz.
Kentlerle doğal alanlar arasına neden yanmaz bölgeler oluşturmuyoruz da dağdaki yangın şehre kadar gelip mahalleyi yakıyor? Bu büyük bir başarısızlık. Hâlâ ormanlarda yangından kaçış rotaları yok.
Uçak ve helikopter mevzu eleştirilecek bir konu ama daha büyük sorunlarımız var. Buzdağının altında konuşulması gereken çok şey var."
'Politika değişikliği için bir yangında 100 kişinin ölmesini mi beklemeli?'
Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu'na göre artık yangınlarda başarısızlığın ölçütü büyüklüğü değil insana, şehirlere, köylere ve ekonomiye verdiği zarar olmalı.
Büyük yangınların kaçınılmaz olduğunu yineleyen Tavşanoğlu, yerleşim yerlerine uzak noktalardaki bazı yangınları kabul etmemiz gerektiğini söylüyor.
"Örneğin helikopter ya da uçağın tüm yangını söndürmesi için ilk 10 dakikada orada olması lazım. Aynı anda 50 yangının çıktığı bir ülkede bu bazen zor olabiliyor.
Çok nadir bitkilerin olduğu hassas ekosistemler varsa oraları korumamız, bazı yerlerin yanmasını kabul etmemiz gerekir. Şu anda bunu kabul etmiyoruz. Başarı kriteri olarak yangınları küçük tutmayı öngörüyoruz.
Bu konuda deneyimli olan Kuzey Amerika’da yerleşim yerlerine uzak noktadaki yangınlara müdahale etmiyor, yanmasına izin veriyorlar. Çünkü biliyorlar ki başarısız olacaklar."
Önerilen politika değişiklikleri yangınla mücadelede eforun azaltılması anlamına gelmiyor. Yangın sonrası oluşacak etkilerin azaltılması, yangını önleme ve yangına hazırlıklı olma arasında dengeli bir paylaşım yapılması gerekli görülüyor.
Çağatay Tavşanoğlu, Türkiye'de bu keskinlikte bir politika değişiminin kolay olmayacağının farkında. "Bakanlığın içinde de böyle düşünenler var ama henüz yeterli değil" diyor.
Tavşanoğlu on yıl önce, büyük yangınların artacağına dair uyarıda bulunan isimlerden. Sahada elde ettikleri bilimsel bilgi ve bulgulara dayanarak bugün de "geleceği öngörebiliyoruz" diyor ve soruyor: "Politika değişikliği için bir yangında 100 kişinin ölmesini mi beklemeli?"