Sezai Karakoç: Biraz şiir üzeri bol İslami diriliş!

'Ama ne yazık mütefekkirler de ölümlü. Püsküllü Kadir, Nuri Pakdil derken Sezai Karakoç da hakkın rahmetine kavuştu. İslami diriliş hayali kaldı yadigâr!'

Orhan Gökdemir

Son yıllarda bir moda ortaya çıktı, İslamcı hareketin militanları şair, yazar, mütefekkir kimlikleri anılmak ve gömülmek istiyor. 1983’te Necip Fazıl bir şairden çok bir İslamcı militan olarak gömülmüştü halbuki. Arada şiir de yazmıştı ama ününü siyasi dergisi “Büyük Doğu”dan almıştı. Sezai Karakoç’un hayatı da onunkine çok benziyor. Zaten Necip Fazıl’ın öğrencisi o. “Büyük Doğu”nun yerine Diriliş dergisi, arada şiir yazma denemeleri falan. Tabii burada bir de “Diriliş Partisi” girişimi var. Hepsinde ortak payda İslamcılık.

Ortak payda İslamcılık olunca bu “mütefekkir” taifesi de İslamcı hareketin tamamının malı haline dönüşüyor zorunlu olarak. Korunup kollanıyor, ödüle boğuluyor, devletin resmi yazar-çizerlerine dönüştürülüyor.

Geçen yıldı. İstanbul Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü'nün Sezai Karakoç'un “Diriliş Neslinin Amentüsü” adlı kitabından binlerce alıp dağıttığı ortaya çıktı. Şiir falan değildi tabii kitabın içeriği, “mütefekkir” o kitapta “Sağcıların Allah topluluğu, solcularınsa şeytan topluluğu” olduğunu iddia ediyordu. Şöyle diyordu kitapta: “İnsanları da şöyle bölümlüyorum: Hakikate uyanlar; sağcılar, karşı çıkanlar; solcular, bu uğurda bütün çıkarlarını hatta canlarını feda edenler, hakikat yarışçıları, öncüler. İşte bu anlamda sağcıyım. Batılı anlamda sağcılık solculuktur benim gözümde. Gerçek sağ, Kuranda tanımlanmıştır. ‘Kuran’da sağcılar; Allah topluluğu, solcular da şeytan topluluğu olarak, sağcıların topluluğu uğurlu topluluk, solcu topluluk da uğursuz topluluk’ olarak vasıflandırılmıştır.” Yani “diriliş neslinin amentüsü” dediği bildiğimiz sıradan pespaye bir sağcılıktı.

Sağcılar seviyor haliyle. Şair ve mütefekkir olarak sağ mahallede kabul ve saygı görüyor. Sağcılığının yanında “İslam Birliği” taraftarı bir de, Panislamist hatta. Bütün dünya Müslümanları birleşirse sorun hallolacak diyor özetle.

Cemal Süreya'nın sınıf arkadaşı

Diyarbakır Ergani doğumlu ama Kürt değil dediğine göre. Derinlemesine ümmetçi olduğundan sevmiyor bu tür nitelemeleri. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümünde Cemal Süreya’nın sınıf arkadaşı.

1950’li yıllarda iki sayı süren “Şiir Sanatı” adında bir dergi çıkarmayı başardı. Dergisinde yazanlar arasında Cemal Süreya, Gülten Akın, Orhan Duru, Muzaffer Erdost, Erdal Öz, M. Nuri Pakdil, Güner Başar, Nahit Güçlü, Baha Galip Tunalıgil, Abdullah Rıza Ergüven gibi isimler de vardı.

Ama bu serüvenlerinin ardından bambaşka yol tutturdu. Necip Fazıl hayranıydı, tutkulu bir Büyük Doğu okuru oldu. Dergide düzenli yazmadı ama çevresinden de hiç ayrılmadı. Necip Fazıl’la, senetlerine kefil olacak kadar yakınlık kurdu. SBF’den mezun olduktan sonra 1955’te Maliye Bakanlığında, Hazine Genel Müdürlüğü Dış Tediyeler Muvazenesi bölümünde çalışmaya başladı. 1956’da maliye müfettiş yardımcısı oldu, İstanbul’a gelirler kontrolörü olarak atandı. Edebiyatla uğraşmak için istifa edip ayrıldı, canı istedi geri döndü ve gelirler kontrolörü oldu. Sonra tekrar istifa etti. Devletin kapıları ona ve yol arkadaşlarına sonuna kadar açıktı ama dediğine göre ezanın Türkçe okunduğunu duymuş çok mağdur olmuştu.

Pek çok gazetede günlük yazılar yazdı. Diriliş dergisini çıkarınca yazmaktan da vaz geçti. 1967’de “İslâm’ın Dirilişi” kitabı hakkında toplatma kararı çıktı 163. maddeden yargılanmaya başladı. 163. Madde şeriatçılığı suç olarak kabul ediyordu. Küçük bir ceza aldı, o da 1974’teki genel afla düştü.

1990’da Panislamizmini yaymak amacıyla “Diriliş Partisini” kurdu. Yedi yıl bu partinin genel başkanlığı görevini yürüttü. Diriliş Partisi 1997’de Türkiye’deki il sayısının yarısında şubelerini açmadığı ve üst üste iki seçime katılmadığı gerekçesiyle kapatıldı. Sonra başka adlarla yeniden açıldı.

Az Mehmet Akif, biraz Necip Fazıl

Yarattığı mistik şiir tarzıyla Cemal Süreya tarafından “Mehmet Akif ve Necip Fazıl karışımı bir şair” olarak tanımlanmıştı. Az Mehmet Akif biraz Necip Fazıl’dır gerçekten de.

Bilinen ilk şiiri “Mona Rosa” adını taşıyor. Akrostişle yazılmış bir gizli aşk şiiri bu. Aslında sınıf arkadaşı Muazzez Akkaya’ya yazılmış bir ilan-ı aşk şiiridir anlayacağınız. Hikayesi şöyle: Muazzez Akkaya Sezai Karakoç ve Cemal Süreya'nın sınıftan arkadaşıdır. Karakoç, Muazzez'e büyük bir aşkla bağlıdır ve Muazzez'in anlattığına göre ona kitaplar, şiirler hediye eder. Ama o sırada Cemal Süreya da Muazzez'e tutulmuştur. Cemal Süreya açık, Sezai Karakoç gizli sevgilisidir Muazzez’in. Monna Rosa dönemi çabuk kapandı tabii, iş İslamcılığa döndü. Haliyle Cemal Süreya ile bağları da böylece koptu.

İlginç, Cemal Süreya sadece arkadaşını İslamcılığa kaptırmadı, oğlu da aynı yola girdi yıllar sonra. Eşinin anlatımına göre Cemal Süreya’nın akrabaları biraz dincilerdi. Oğulları Memo Ankara’ya akrabalarının yanına gide gele İslamcı oldu, bir gün oradan İslamcı olarak döndü. Ebeveynlerinin rakı içmesine müdahale etmeye başladı. O müdahaleler zaman zaman itiş kakışa yumruklaşma dönüştü. İddialara göre Cemal Süreya oğlundan yediği bir yumruğun kurbanı oldu.

Düzenin resmi müttefikleri

AKP’nin iktidara gelişiyle kaderleri de değişti haliyle. Ezanın Türkçe okunması ihtimali kalmadı. Birkaç vakit de zam yapıldı sayılarına. Seza Karakoç da Necip Fazıl, Nuri Pakdil, Fesli Kadir gibi isimlerle birlikte devletin resmi yazar-çizerlerine dönüştü. 2006 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafında Kültür ve Sanat Büyük Ödülü Sezai Karakoç’a verildi. 2011’de Cumhurbaşkanlığı Edebiyat Ödülünü verdiler. Şimdi kutsadıkları bu unsurları Türkiye’nin ilerici düşüncelerinin karşısına dikmeye çalışıyorlar.

Sezai Karakoç bunu AKP’den önce yapmaya kalkışmıştı aslında. Karakoç, metinlerinde Tanzimat ile girilen batı eksenindeki Osmanlı-Türk modernleşme serüveninin edebiyat literatüründeki temsilcisi Tevfik Fikret’in “Haluk’un Defteri” şiirindeki Haluk karakterinin karşısına, Mehmet Akif’in “Asım’ın Nesli” kitabının karakterini çıkarmaya çalışıyordu. Yani Fikret’in karşısına Akif’le çıkmaktaydı. Amaç batılılaşma karşısında yerli düşünceye, geleneğe ve asıl köklere vurgu yapmaktı. Bugün de Nazım’ın karşısına Necip Fazıl’la dikilmeye çalışmıyorlar mı?

Bu karşı duruş zadece yazıyla, şiirle, edebiyatla olmuyor tabii. Sıklıkla devlet desteğine başvurmak gerekiyor. AKP yandaşı gerici vakıflar aracılığıyla da veriliyor bu destek. Örneğin TÜGVA, kimi okullarda “Medeniyet ve Düşünce Kulübü” adı altında faaliyet gösteriyor. Medeniye ve Düşünce Kulüpleri müfredatı şöyle: "Büyük Doğu fikriyatı ve Necip Fazıl etkisindeki neslin Yeni Türkiye ideali", "Sezai Karakoç'un hayatı ve diriliş neslinin sonsuzluk nöbeti", "Nurettin Topçu'nun ahlak söylemi", "Diriliş neslinin amentüsü", "Mehmet Akif'in Süleymaniye kürsüsünden şiirleri", "Çöle İnen Nur adlı kitabın tahlili…"

Ama ne yazık mütefekkirler de ölümlü. Püsküllü Kadir, Nuri Pakdil derken Sezai Karakoç da hakkın rahmetine kavuştu. İslami diriliş hayali kaldı yadigâr!