Sahaflar Çarşısı | Yürek gerekir anadilini satmamak için: Hamzatov'un dağları...

Sahaflar Çarşısının bu haftaki buluşmasında Resul Hamzatov'un 'Benim Dağıstan'ım' kitabından Sovyetler Birliği'ndeki kültürel devinime doğru yola çıkıyoruz.

Özkan Öztaş

Sovyetler Birliği ve oradaki halkların kardeşçe yaşaması bazen masallardaki anlatılara benziyor. Bu masalın destansı; destansı olan her şeyin de gerçekçi olmasını sağlayan biraz da bu yaşanmışlıklara denk gelen tanıklıklar ve anlatılar. 

Resul Hamzatov da onlardan biri. Küçük bir dağ ülkesinden koskoca Sovyetlere sesini duyurmuş bir halk ozanı. 

Yusuf Şaylan'la birlikte bu hafta bu Sovyet halk ozanını konuşacağız. Kimileri tarafından çok sevilen, kimileri tarafından belki hiç bilinmeyen, diline, dağlarına ve kültürüne aşık bir Sovyet ozanı, Hamzatov. 

Yusuf Şaylan'ın Hamzatov'a olan hayranlığı belki başlı başına bir yazı konusu. Kitaplarımızın ve söyleşilerimizin konusu ne olursa olsun heybesinde eksik etmediği Hamzatov şiirleri ile şairin adını bir şekilde yaşatıyor Yusuf Şaylan. Hamzatov'un yine Mazlum Beyhan tarafından Türkçeleştirilen Dağ Irmağı, Akılsız Su ismini taşıyan minik şiir derlemesini ise kutsal bir kitap gibi yanında taşıyor çoğu zaman. 

Gülümsüyor buluştuğumuz an. "Bu adam yakınımızmış gibi, dostumuz, ağabeyimiz sanki. Ne bileyim böyle candan bir arkadaş, dost gibi. Okurken kendinden hissediyorsun. Çok benziyoruz be! Dağlarımızla, yaşanmışlıklarımızla. Hatta küfür ederken de severken de çok benziyoruz Kafkas halklarına." diye başlıyor söze. Hamzatov için de "Elimde olsa öyle bir imkan, gerçekten herkese okutmanın bir yolunu bulurum bu kitabı. Her şey bir yana o küçücük dağ ülkesinin nefes aldığı koca Sovyetleri ne güzel anlatmış bir bilsen." diyor.

Şaylan bunu nadir söyler. Bir gün elinde sihirli bir değneği olursa, sabaha her uyananın baş ucunda bir Hamzatov kitabı belirecek sihrini yapmaktan çekinemeyeceği kadar seviyor ve övüyor şairi. 

Daha önceki buluşmalarına bir heybe dolusu kitapla gelen Yusuf Şaylan'ın bu sefer iki kitap var önünde. Biri "Benim Dağıstan'ım" diğeri de küçük bir şiir kitabı olan Dağ Irmağı, Akılsız Su kitapları. Gözlüğü gözünde heyecanla bekliyor. 

"Haydi başlayalım" diyor. 

Başlıyoruz.

Resul Hamzatov

'İki annem var benim. Biri Sovyetler'

8 Eylül 1923 yılında Dağıstan’ın bir Avar köyü olan Tsada’da dünyaya gelir Hamzatov. Kitabında da bahsediyor bu ayrıntıdan. "Çoğu insan gösteremez tek seferde Dağıstan diyarını" diye dertleniyor. Hazar Denizinin kuzeyinde, Gürcistan'ın doğusunda bir dağ ülkesi Dağıstan. Ekim Devrimi'nden sonra Lenin'i ziyarete giden Dağıstanlılar girişteki komiserlere söylerler Dağıstan'dan geldiklerini. Çoğu bilemez neresi olduğunu. Lenin'in odasına geçtiklerinde de bu durumdan duydukları rahatsızlığı dile getirirler Dağıstanlılar. Lenin de gülümser ve elini haritaya götürür tek seferde. "İşte burası Dağıstan" der. Parmaklarıyla telefonun tuşlarına basar ve sorumluları arar, telefonda anlatır Dağıstan'ın nerede olduğunu. Sonra da girişe bir Kafkas haritası astırır. 

Tutkuyla, aşkla, büyük bir iştahla sahip çıktığı anadili Avarcanın en tanınmış yazarıdır Hamzatov. Bazı şiirleri, Rusçaya çevrilen şairin birçok eseri bestelenmiştir aynı zamanda. Bazıları Kızıl Ordu Korosu tarafından icra edilmiş hatta. 

Halk ozanı geleneğinden gelir. Babası da şairdir. Yusuf Şaylan burayı anlatırken "Bakar mısın? Hamzatov’ un ilk kitabı 1943 yılında Avar dilinde yayınlanmış. Yani daha 20 yaşındayken. 1943 senesini düşünsene. Sovyetler nasıl bir cehennemin içinde. İkinci Dünya Savaşı'nda en zor en nazik dönemlerinde çarpışmalar. Ama Sovyetler esirgememiş bir dağ ülkesindeki genç şairin üretimlerini, yayınlamış kitabı. Hamzatov'un bu şiirleri Raymond Paus, Yuri Antonovi, Aleksandr Pahmutov gibi ünlü kompozitörler tarafından bestelendi" diyor. 

Bu ayrıntıların her biri kıymetli. Altını çize çize, üzerinde dura dura anlatıyor her birini. Ama en ilginç olanlarından biri de süt annesinin hikayesi. 

Hamzatov daha kundakta bebekken taşınıyorlar bir yerden bir başka yere. Yolda annesi rahatsızlanınca Resul Hamzatov da anne sütünden mahrum kalıyor. Hamzatov'un imdadına bir süt anne yetişiyor. Hamzatov bu durumu "Benim iki annem var. Biri annemdir. Beni bu dünyaya getiren. Diğeri, ikincisi de annem. Sütüyle bana can veren ve en zor zamanda imdadıma yetişen" diyor. Tıpkı Dağıstan gibi, Sovyetler gibi diye de ekliyor. "Biri beni bu dünyaya getiren Dağıstan. Diğeri de can veren, büyüten, zor zamanda imdada yetişen Sovyetler. İki annem vardır benim" diye anlatıyor.

Anadili

Resul Hamzatov'u ne anlatır derseniz anadiline ve kültürüne olan sevgisi diyebiliriz. Sovyetler Birliği'nde bu rezonansın nasıl kurulduğunu anlamak için ise harika bir metin Benim Dağıstan'ım kitabı. 

"Anadilini satmamak için yürek gerekir" diye başlıyor söze Hamzatov. Avarca yazdığı metinlerin yanı sıra diğer Dağıstan dillerinin çoğunu da biliyor ve konuşuyor. Dağ ülkesidir Dağıstan ve Dağ Hükümeti tüm dillere sahip çıkar. Aralarında Avarca, Lakça, Çeçence, Kumukça gibi yerel dillerin olduğu on beşe yakın dil konuşulur. 

Bu ayrıntıyı şu sözlerle anlatıyor Yusuf Şaylan:

"Bir ara Dağıstan'a gazeteciler geliyor. Ebutalip başta olmak üzere tüm Dağıstanlı yazarlar, şairler buluşuyor. Gazetecilerin arasında uluslararası basından olanlar da var. Hatta Amerikalı bir gazeteci de... Herkes sorular soruyor yazarlara. Ama en çok merak edileni bu kadar dili nasıl konuştukları. 

Sonra Amerikalı yazar 'Peki öne çıkan tüm dilleri içeren ortak bir dil var mı?' diye soruyor. Dağıstanlılar şaşırıyor. Verilen cevap ise çok kıymetli. Bir elin parmakları nasıl sararsa bir silahı, işte tüm diller öyle sarıyor ülkemizi diyorlar. 'Kabzayı tutan başat parmak hangisidir? Elin kendisi değil midir yoksa?' diye cevaplıyorlar."

Yusuf Şaylan burada duruyor ve gözlerimin içine bakıyor. "Müthiş değil mi? Niye illa bir dil konusunda uzlaşı olması gereksin ki? Halklar kardeşçe yaşayınca işte bak böyle güzelce anlaşabiliyorlar" diye ekliyor. "Sovyetleri hep koca bir sanayi ülkesi , büyük savaşların kahramanı olarak okuduk. Bu yetmez. Bu küçük ayrıntılardadır Sovyetler. Bak adı Ebutalip olan bir köylü şairin Sovyetlere olan hayranlığında yatar sosyalizmin başarısı" diyor heyecanla. 

Hamzatov anılarında Fidel'in 1963 senesinde Sovyetler Birliği gezisi sırasında Kafkasya'ya gelişinden de söz eder. Burada geleneksel Kafkas kıyafeti giyen Fidel "Bunun neden düğmesi yok" diye sorar. "Kılıç çekerken vakit kaybetmemek için" cevabını alınca şaşırır. "Tam gerillalara yakışan bir kıyafetmiş desenize" der ve güler. 

'Lenin Caddesinde Türkiye'den gelen bir Avar'

Kafkas halklarının bir özelliği birden çok dili konuşması ise diğeri de yaşadıkları göç, sürgün ve kırımlar olmuş. Nereye giderseniz gidin, Kafkas halkından birilerine denk gelirsiniz mutlaka. Adigeler, Karaçaylar, Balkarlar, Kabardeyler, Avarlar, Çeçenler, Laklar ve daha nicesi...

Ekim Devrimi olunca Kafkas halkları dillerine ve kültürlerine gelecek zarardan korkmuşlar her şeyden önce. Ama yıllar içinde Sovyetlerin kültürleri önceleyen politikalarını görünce şaşırmış her biri. Bu dönem Çarlık dönemine hiç benzemiyormuş çünkü. Yıllar sonra Dağıstan'ı gezmeye gelen Türkiyeli bir Avar buradaki sokakların isimlerini ve heykelleri gördükçe de şaşkınlığını gizleyememiş. 

Yusuf Şaylan Türkiye'den gelen Avar'ın şaşkınlığına dikkat çekiyor. "Bak adamcağız o kadar geziyor. Sokaklardaki Dağıstanlı isimleri, o kültürün önde gelenlerini görünce şaşkına dönüyor. Ancak en büyük şaşkınlığı Lenin Caddesi'ndeki heykel oluyor. Caddede yürürken Hamzatov'un babası Hamzad Tsadasa'nın heykelini görüyor. Gözleri doluyor. Hamzatov adama 'Git bunları Türkiye'deki Avarlara anlat lütfen' diyor. Adamın cevabı çok ilginç biliyor musun. 'İnanmazlar ki. Gelip görmesem ben de inanmazdım zaten' diyor. 

Sovyetler Birliği'nin Kafkas halklarının ve onun anadillerine olan katkısı ve emeği kitabın her sayfasında başka bir örnekle anlatılıyor. Ama en ilginç karşılaşma iki güreşçinin minderde kavgası oluyor. İki Avar, biri Dağıstanlı diğer Türkiyeli güreşçi olimpiyatlarda karşılaşıyor. Sovyetleri temsil eden Dağıstanlı, Türkiye'den gelen güreşçiyi yere serince Türkiyeli güreşçi basıyor küfürü. "Ne küfür ediyorsun kardeşim. Spor, spordur işte" diyor Dağıstanlı. Türkiye'den gelen Avar ise şaşkınlıkla bakıyor. İkisi de Avarca konuşuyor çünkü. Bu iki sporcunun bir birine sarılıp kucaklaşması ise spor tarihinde ilginç bir hikaye olarak kalıyor. 

Yusuf Şaylan

'Hangi dilde konuştu oğlum? Avarca mı?'

Hamzatov anılarında Paris'teki bir Avar'ın hikayesini anlatıyor. Savaş yıllarında öldü sanılan ama Paris'ta yaşadığı ortaya çıkan bir Avar'ı gördüklerinde şaşırıyorlar. Sonra da konuşuyorlar uzun uzun. 

Paris'ten Dağıstan'a döndüklerinde de ailesini buluyorlar. Oğulları öldü sanan aile büyük bir heyecan ve şaşkınlıkla dinliyorlar olayları. Çocuklarının yaşadıklarını, Fransa'da olduğunu öğreniyorlar. Sonra anne dayanamayıp soruyor, "Hangi dilde anlaştınız? Avarca mı konuştu?" diye. 

Başını öne eğiyor Hamzatov. "Hayır, tercüman aracılığıyla konuştuk. Ben Avarca o Fransızca" diye karşılık veriyor. Annesi ise başını çeviriyor. "Oğlum sandığımdan da önce ölmüş demek" diyor.

Anadili ve kültürel devinim Dağıstanlılar için çok kıymetli. Tüm kitapta bunların önemi ve Sovyetlerin buraya dair mesaisi dikkat çekiyor. Hamzatov Dağıstan'ın kalbinden çıkıp tüm Sovyet halklarına şiirler okumuş bir halk ozanı olarak terazide duruyor. Sabit ayağı Dağ ülkesinde diğeri ise tüm Sovyetleri geziyor. 

Faşizme karşı savaşta turnaların öyküsü

"Resul Hamzatov'u anlatarak bitiremeyeceğiz" diyor Şaylan gülerek. Sonra "2003 senesinde öldü. Keşke tanışma şansım olsaydı. Ellerini tutsaydım" diye ekliyor. 

"Şairi anlatabilmenin gerçekten sınırları var. Okurların Benim Dağıstan'ım kitabını bulması, baskısı tükenmiş bu eser gerekirse çoğaltarak elden ele yayması gerekir" diyor Yusuf Şaylan. Kitabın Türkiye'deki ilk baskısı da Aziz Nesin'in yayınevinden çıkmış. Yani Nesin'in de emeği var Hamzatov'un kitaplarında. "Ama Türkçeye daha fazlası çevrilebilir. Keşke Rusça bile arkadaşlar buna bir el atsa" diye serzeniyor Şaylan. 

"Ama bak esas hikaye başka. Turnalar hikayesini anlatarak bitirelim" diyor. Gözlüğünü masaya bırakıyor ve anlatıyor:

"İkinci savaşın en zor zamanları. Sovyetler can veriyor insanlığı ayakta tutmak için. Faşizme karşı adeta bir insanlık nöbeti tutuyor. Milyonlarca insanın ölmesini kabul etmiyor insan vicdanı. Hamzatov da vicdanlı bir adam. Şiir yazıyor ölen Kızıl Ordu askerlerine. Turnalar şiirini... Şiirinde ölen her askerin aslında bir turnaya dönüştüğünü ve aramızda dolaştığını, yitip gitmediğini söylüyor. 

Bolşevikler garip adamlar vesselam. Dağıstan'daki bu şiiri tutup bulmuşlar. Üstüne bir de beste yapmışlar. Turnalar ağıdı işte böyle çıkmış ortaya." 

Gözleri hafif nemli Şaylan'ın. "Böyle işte" diyor. Gözlüğünü kılıfına kalemini de kınına koyup toparlanıyor yavaştan. "Hamzatov'u ne kadar anlatsak da tamamlayamayız zaten" diyor gülümseyerek. 

Haftaya bir başka kitapta buluşmak üzere vedalaşıyoruz.