Sahaflar Çarşısı'nda bu hafta, sosyalizm mücadelesinin en üretken isimlerinden biri olan Hikmet Kıvılcımlı'nın hayatına ve eserlerine yakından bakıyoruz.
Özkan Öztaş
Balkan topraklarında başlayan yaşamı yine Balkanlarda son buldu. Makedonya'da doğan Kıvılcımlı, tedavi gördüğü Yugosylavya'dan Belgrad'da bir askeri hastanede hayata gözlerini kaparken 70 yaşındaydı. Takvimler 11 Ekim 1971 tarihini gösteriyordu. Bundan iki gün öncesi ölüm yıl dönümüydü.
Kıvılcımlı'nın hayatı ve eserlerinin bu topraklarda bıraktığı iz, kendisine daha yakından bakmayı görev kılıyor okurlara. 70 yıl az değil. Ama böylesine derin bir bilinç ve üretken bir komünist için yaş ne olursa olsun "erken ölüm" hissi uyanıyor insanda. Belki de sosyalizmi kurmadan biten her hayat erken bir ölüm sayılıyor komünistler için.
Yusuf Şaylan koca bir torba dolusu kitapla geliyor Kıvılcımlı'yı konuşmak için. Çok fazla ve çok ağır. "Niye böyle zahmet ettin taşımak zor olmadı mı?" diye sorunca "Ya bir kaçını almaya gönlüm razı olmadı. Toplayıp geldim hepsini" diyor. Seriyor "çeyizini" masanın üzerine tane tane. Gözlüklerini çıkarıyor ve notlarını diziyor. Masada Yusuf Şaylan için belki de en kıymetli yazarlardan, kendi hayatına da şekil veren Hikmet Kıvılcımlı'nın kitaplar sergi gibi duruyor.
Çaylarımız geliyor masaya. "Başlayalım" diyor.
Başlıyoruz...
İnat, umut ve kelepçenin demirinden yapılan bir pulluk
1902'de dünyaya geliyor Hikmet Kıvılcımlı. Namı diğer 1902 doğumlulardan.
O yıllar gariptir. Tarihin tekeri dönerken ileriye doğru, ezdiği yerlerde devrimci izler bırakmış hep. Bu nedenle 1902'de doğanlar ayrı bir inceleme konusu olagelmiştir. Nâzım 1902 doğumludur örneğin. Hemen hemen aynı yıllarda, 1904'te Pablo Neruda, 1898'de Bertolt Brecht ya da kuşağı son zamanlarında yakalamış Yunan şair Yannis Riços akla gelenler arasındadır. Marksist Kürt şair Cegerxwîn 1903 doğumludur sonra. Savaşı ve yıkımı gören bu çocuklar hayatı değiştirmek için en ön safta yer alan bir düşünce ordusunu inşa ettiler aynı zamanda.
"Hikmet Kıvılcımlı deyince aklıma en çok inat ve üretkenlik geliyor" deyince Yusuf Şaylan'a gülümsüyor. "Evet. Çünkü Kıvılcımlı bir komünist. Her insan zeki olmak zorunda değildir. Hatta her zeki insan komünist de olmak zorunda değildir belki. Ama her komünist zeki ve disiplinli olmak zorundadır. Bu üretken olmak için sanırım temel şart. Kıvılcımlı bunun hakkını verenlerden" diyor söze başlarken.
Kıvılcımlı'nın Osmanlı'nın yıkılışına denk gelen çocukluk yılları onun Anadolu topraklarına yaptığı göç ile yetişkinliğe evrilmiş. Balkanlardan Ege dolaylarına gelen göçün ardından Anadolu'nun işgaliyle bu büyüme süreci sancılarla ilerlemiş. Kuvayi Milliyeci olmuş. Sonra da Anadolu'nun kurtuluşuna omuz veren komünistlerle tanışmış. Ve hayatı boyunca hiç vazgeçmeyeceği komünist kimliğini edinerek mücadeleye katılmış.
"Kıvılcımlı'yı en iyi kendi yazdığı kitaplardan anlamak gerekir. Ama bir giriş yapmak gerekirse, hayatını anlatan kitaplara bakmak verimli olacaktır. Birçok kitap var. Ama ben Emin (Karaca) abinin daha evvel Gelenek Yayınlarından çıkardığımız 'Sosyalizmin Yolunda İnadın ve Direncin Adı Kıvılcımlı' kitabını başa yazayım. Bu iyi bir çerçeve sunabilir" diyor Yusuf Şaylan.
Sonra sayfaları çeviriyor. Bu umudun yansıdığı bir ilginç anekdot anlatmaya başlıyor:
"Bak, Nâzım'ın Memleketimden İnsan Manzaraları'nda trenle yapılan yolculukta ülkeyi, insanları, burjuvaları ve devrimcileri anlatan küçük ama çok önemli detaylar vardır.
İşte mahkum Halil de o kıymetli detaylardan biridir. Bak Nâzım eli kelepçeli mahkum Halil'i şu sözlerle anlatmış.
'Kitap okuyor mahkum Halil.
Çevirirken dizinde duran kitabın yapraklarını
çok rahat bir ustalıkla kullanıyor bileklerinden demirli parmaklarını.
Kitap ve kelepçelerle
on üç senedir
bu beşinci yolculuğudur.
Gözlerinin altında çizgiler şakaklarında beyaz.
Halil belki ihtiyarladı biraz.
Fakat kitap, kelepçe ve yürek eskimedi.
Ve şimdi
yürek her zamankinden umutlu
Halil okurken kitabını
«- Kelepçem,» diye geldi aklına,
«Seni pulluk yapacağız kelepçemin demiri.»
Ve öyle güzel söylenmiş buldu ki bu fikri
yine üzüldü birdenbire
ölçülü ve ölçüsüz
şiir yazmak hünerini bilmediğine"
Sayfaları masanın üzerine çift tarafı açık gelecek şekilde yüzü koyun yatırıyor Yusuf Şaylan, bıraktığı yeri unutmamak için. Sonra gözlerinde nemli bir tebessüm var. "Biliyor musun? Nâzım'ın mahkum Halil diye anlattığı Kıvılcımlı'ıdır. Kıvılcımlı'nın inadıdır bu işte. Kelepçenin demirinden pulluk yapmak iradesidir." diyor.
Nâzım ile Kıvılcımlı'nın arasında gerilimli bir dostluk, yoldaşlık olmuş hep. Yusuf Şaylan bunu şu sözlerle anlatıyor:
"Kıvılcımlı ömrünün sonlarına dair yaşadığı rahatsızlıklar ve bazı hayal kırıklıklarıyla kaleminin ucunu biraz sivriltmiş. Eleştirileri biraz ağır. Ama Nâzım ile aslında hep çok iyi dostlar. Mesela Nâzım'ın Kemal Tahir'e yazdığı mektuplardan anlıyoruz bunu. Neredeyse her mektupta Kıvılcımlı'yı sorar, sağlığını merak eder, mektuplarının ulaşıp ulaşmadığını teyit eder. Fırtınalı yılların yelkenli insanları bunlar. Birbirleriyle çarpışmaları husumetten değil aynı yolda ilerlemelerindendir. Yelkeni tarih bilinciyle şişen akıllar dostlarını güvertesinden çok önündeki buzlu yola bakar."
'Hangi cehennemde nasıl yaşadığınızı siz daha iyi biliyorsunuz'
Çok yönlü biri Hikmet Kıvılcımlı. Tarihten edebiyata, dilbilimden ekonomiye kadar birçok alanda yazmış, düşünmüş ve araştırmış.
"Tarihte böyle çok fazla isim yok bir yanıyla. Örnek olsun, Yalçın Küçük'te de benzer bir şey vardır. Çok yönlü, birçok alanda üretmeye gayret göstermiş isimler bunlar. Ama dertleri çok üretmek değil. Çok olsun diye üretmiyorlar. Mücadele, tarih, hayat bu isimleri çok üretmeye zorluyor bir yanıyla. Ha! Bu isimlerde hakkını veriyor o ayrı bir konu tabi.
Kıvılcımlı'nın dilbilim ile ilgili çalışmaları da var Osmanlı tarihiyle de. Edebiyatla da ilgilenmiş ekonomiyle de. Ama onu ilginç kılan bence bulunduğu dönem açısından bu kaynaklara erişmesi" diye söze başlıyor Yusuf Şaylan.
Önce biraz uzaklara dalıyor. Hafızasını yoklarken gözleri hafif kısılıyor:
"Mesela Doktor, 1902'de doğup 1971'de ölüyor. Kabaca 70 yıl. Ancak Türkiye'de Marksist külliyatın böyle yaygın şekilde çevrilmesi ve okurlarla buluşması 1960'lı yıllara ve sonrasında denk geliyor. Ama bu adam 1930'lı yıllarda yazdığı kitaplarında Lenin'den, Marks'tan alıntılar yapıyor. Fransızcası var. Evet ama bu kitapların Türkiye'de dolaşımı ve satışı yasak. E bir de zaten 40 yıla yakın mahkumiyet alıyor davalarından ve 20 yıldan fazla da hapis yatıyor. Bu kitapları cezaevlerine falan ulaştırmak da zor."
Yusuf Şaylan özellikle Türkiye solunda çokça tartışılan bazı başlıkların Hikmet Kıvılcımlı nezdinde tartışılıp bir kenara koyulduğundan bahsediyor: "1930'lu yıllarda kaleme aldığı İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı kitabı mesela. Bu kitaptan yaklaşık 30-40 yıl sonra var mıydı yok muydu diye tartışılacaktı. Üstelik 15-16 Haziran ayaklanmalarında işçiler gürül gürül akarken meydanlara ve fabrikalara bu başlıklar tartışılıyordu. Kıvılcımlı bu bahsi çoktan kapatmıştı oysaki. Esas mesele onun için o işçilerin varlığı yokuluğu tartışması değil, nasıl iktidara geleceğiydi. Benzer bir şey Kürt meselesinde de geçerlidir. Ülkede Kürt demenin dahi yasak olduğu yıllarda Kürt ulusundan ve onun varlığından bahseder Kıvılcımlı"
Söz bu esnada dönüp dolaşıp Kıvılcımlı'nın dokunduğu isimlere geliyor:
"İsmet Demir burada belki kısaca değineceğimiz bir isim. Ama bir nicesi var. 12 Mart'tan sonra bazı genclik liderleri yargılamalar sonrası Kıvılcımlı'nın haklı olduğunu düşünüp doktorcu oluyor mesela. Ama sadece İsmet Demir'in öyküsünden yola çıkarak bütünü kavramak verimli olabilir.
İsmet Demir, Yapı İşçileri Sendikası lideri. Kıvılcımlı'nın dokunduğu isimlerden. Hatta sendikanı tüzüğünü de Kıvılcımlı yazıyor o yıllarda. 'İşçiler, hangi cehennemde nasıl yaşadığınızı siz daha iyi biliyorsunuz' diyor sendika metinlerinde. Nâzım'ın 'Yapıcılar' için şiir yazdığı dönemler bunlar. İnşaat işçilerinin petrol borularında, kritik fabrikaların inşaatında örgütlendiği yıllar. Bu sendika tüzüğü benim açımdan en devrimci tüzüklerden biridir. Ekonomizm ile yetinmeyeceğini aslolanın işçilerin iktidara gelmesi gerektiğini hatta iktidara gelene kadar Çalışma Bakanlığı'nın işçiler tarafından denetlenmesi gerektiğini savunan bir belgedir. Kıvılcımlı'dan İsmet Demir'e, oradan da fabrika inşaatlarına ve fabrikalara uzanan bir yol."
"Bir şey daha" diyor sonra.
"Bir şey daha var. Mesela Kıvılcımlı burada fakirlik bitmeden özgürlük olmayacak diyor. Bu bizim eşitlik olmadan özgürlük olmaz deyişimize benzer. Farklı ifadelerle farklı dönemin üsluplarıyla bir vesile denemiş bunu" diyor. Ve gülümsüyor, "Bu kadar inatla üretmek ve zorlamak gurur verici olsa gerek. İnsan okurken böyle hissediyor. O döneme tanık olmak başka bir güzellik olmalı" diyor.
Ayakları Anadolu'ya basan bir komünist
Kıvılcımlı hayatı boyunca emekçilere ulaşmak için her şeyi denemiş bir şahsiyet. Bazen bu denemelerindeki zorlamalar tartışmalara sebep olsa da, arayışındaki çalışkanlık ve göze alışlarındaki irade tartışmasız izler bırakmıştır. Bugün bazı örneklerde karikatürleşen ifadeleri ve kendi yaşadığı dönemdeki arayışlarına geliyor söz.
Yusuf Şaylan, Kıvılcımlı'dan emanet aldığı bir sözle başlıyor konuşmasına. "Ulusal değer olmadan uluslararası değer olunmaz" diyor.
"Kıvılcımlı'nın bu lafı benim için çok önemlidir. Zira uluslararası alanda devrimlere baktığında da o ulusal değeri de görürsün. Küba'da, Rusya'da görürsün mesela. Sonra Yunan komünistlerinin mücadelesine bakınca sazlarından ve şiirlerinden görürsün Yunanistan'ı.
Kıvılcımlı böyle biraz. Ayakları hep Anadolu topraklarına basmış. Propaganda metinlerinde o dili kullanmış. Yeri gelmiş, düzen içi tartışmaları sıçanlar yapar deyip kestirip atmış. Yeri gelmiş, o sıçanları kendi pislikleriyle baş başa bırakıyorum deyip yoluna devam etmiş. Evet bugün o üslup tuhaf kalıyor. Bazen anlaşılmaz, bazen yersiz gibi duruyor. Bunun nedeni bu üretimler öyle olduğu için değil. Kıvılcımlı'yı kendince tekrar eden örneklerin belki de hakkını verememesinden kaynaklanıyor böylesi durumlar. Ancak Kıvılcımlı'nın kendi döneminde bu ifadeler ve üsluplar çok kıymetli. Tezgahta, tornada, fabrikada işçiler böyle konuşuyordu kendi aralarında. Evet şimdi ise bir başka. Ama Kıvılcımlı belli açılardan en özgün ve en Anadolulu komünistlerden biridir demek yanlış olmaz" sözleriyle anlatıyor.
Eline 1954 tarihli Hikmet Kıvılcımlı'nın Vatan Partisi programını alıyor sonra Yusuf Şaylan. 1975 yılı orijinal baskısı var elinde:
"Bak mesela buradaki ifadelere. 1954 yılı kolay zamanlar değil. 1951'de TKP tevkifatı olmuş bir sürü komünist zindanlara atılmış. Böylesi zamanda Vatan diye parti kuruyor. Vatan'ın kurtuluşunu sosyalizmde arıyor. Dönemin zorluklarından dolayı sosyalizm demeden sosyalizmi anlatıyor. Hatta metinde hiç sosyalizm geçmediği için eleştirenler oldu bu metni yıllar sonra.
Dönemi anlamayınca biraz böyle oluyor sanırım. Havada kalıyor eleştiriler"
Sözlerini tamalarken eline bir şiir alıyor Şaylan. Süreyya Berfe'nin şiiri.
"Bak şair ne diyor.
'Sevgili arkadaşım benim
Sana "sevgili arkadaşım" diyorum
Budur, bizim anladığımız sevdanın tanımı
İşte sana bir aşk şiiri
İçinde "sevgilim" sözcüğü geçmiyorsa
Suçun yarısı senin
Çünkü, ben de bize yaraşanların sözcüğünü değil
Kendisini seviyorum senin gibi'
Bu şiiri ne zaman okusam aklıma bu tartışmalar geliyor. Kıvılcımlı da böyle bir adam işte. Yaraşanın sözcüğüne değil kendisine bakan biri."
Sözlerini tamamlarken gözlüğünü de katlayıp kutusuna koyuyor. "Notlar sende kalsın. Kitapları da al yanına. Çok ağır oldu haftaya senden alırım" diyor. Şaylan için en kıymetlileri bu kitaplar. Torbanın içindeki kitaplara bakıyorum elimdeki notlarla.
"Haftaya görüşürüz" diyor gülerek. "Haydi Allahaısmarladık" diye ekliyor. Bu derken yüzü daha da bir gülüyor. Muzipçe "Tanrıya inanmasam da seviyorum bu lafı. Anadolu biraz da böyledir işte." diyor.
Haftaya başka bir kitapta buluşmak üzere vedalaşıyoruz.