Sahaflar Çarşısı'nın bu haftaki buluşmasında Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir konuğumuz oluyor. Özdemir'le okurlarımız için derlediği önerileri konuşuyoruz.
Özkan Öztaş
Sahaflar Çarşısı'nın bu haftaki buluşmasında daha önceki bazı haftalarda da olduğu gibi bir misafirimiz var. Kendisini akademik kimliği dışında özellikle köşe yazılarında edebiyat önerileri ve alıntıladığı roman örnekleriyle tanıyoruz.
Gamze Yücesan Özdemir, Sahaflar Çarşısı'nın bu haftaki buluşmasında misafirimiz oluyor.
Buluşma yerine geç kalınca masanın üzerinde notlar ve okuma önerilerinin yazılı olduğu kağıtlar etrafında sohbet ederken buluyorum Gamze Hoca'yı ve Yusuf Şaylan'ı. Gamze Hoca buluşmaya titizlenerek hazırlanmış. Bordo renkli kağıtlara aldığı notlar ve söyleşinin akışını belirlemek için hazırladığı içerikleri gösteriyor önce; "Uygunsa başlayalım" diyor.
Yusuf Şaylan, "Hocayı bekletmek olmaz hadi başlayalım" diyor gülümseyerek.
Başlıyoruz.
Anlatmaya ve okunmaya değer hayatlar
Gamze Hoca elindeki notlara bakarken çaylarımız geliyor. İnce belli bardaklarda çaylarımız Ankara'nın öğle ortası serinliğine eşlik ediyor. Havalar yaz sıcaklarından epey uzaklaşsa da hala meşhur soğuklar başlamadı. Ama eli kulağında. Karlı günlerin arifesindeyiz.
"Sizler için de uygunsa dört farklı okuma önerisi hazırladım" diyor notlarını incelerken. Yusuf Şaylan gülümsüyor bardağı önüne çekerken, "Hocanın ders vereceği belliydi öncesinden" diyor.
Gamze Yücesan Sahaflar Çarşısı okurlar için dört farklı okuma güzergahı belirlediğini söylüyor. "Güzergah güzel kelime. Güzergah diyelim bence. Her okuyucu kendi güzergahını belirleme ve istediği yolda ilerleme ve ilerlerken kaybolma hakkına sahip nasıl olsa" diye başlıyor söze.
Güzergahımızda, Toplumcu Gerçekçilik, Büyülü Gerçekçilik, Aydınlık Gerçekçilik ve Edebi Gazetecilik durakları olacak. Yolumuz uzun.
Neden böyle bir liste ya da neden böylesi bir okuma güzergahı belirlediğini soruyor Yusuf Şaylan. Gamze Yücesan biraz düşünüyor kelimeleri seçerken. "Anlatmaya ve okunmaya değer hayatları çünkü. Başka bir dünya arzuluyoruz. Ve o dünyayı gerçek kılacak, yani bu dünyayı değiştirecek insanların hayatlarını okumak heyecan verici değil mi? O hayatları ve insanları tanımak, okumak zorundayız. Bu yüzden okunmaya değer hayatları anlatıyor bu eserler bir yanıyla. İşçi sınıfının, ya da Nâzım deyişiyle 'Büyük insanlığın' hikayesi" diye yanıtlıyor.
Notlarını düzenleyen Gamze Yücesan Özdemir, önüne çektiği Toplumcu Gerçekçilik başlığını attığı kağıda bakıyor. Yusuf Şaylan toplumcu gerçekçilik deyince özellikle işçi sınıfının tarih sahnesine yeni çıktığı ve sosyalizmin kuramsal olarak ortaya çıkış sürecinin ilk yıllarına değinen bir ayrıntıya dikkat çekiyor. Yani toplumun parlayan ve aynı anda çürüyen dönemine, Sanayi Devrimi, Fransız İhtilali ve işçi sınıfının tarih sahnesine çıktığı yılların edebiyatına bakıyoruz önce.
Toplumcu Gerçekçilik: Aynanın ve çekicin şekil verdiği edebiyat
Toplumcu gerçekçilik bir yanıyla sanatın toplumsal tarihinde, egemen sınıfların dinin ve kilisenin dogmalarına karşı gerçekliği sahneye çıkardığı bir döneme denk geliyor. Haliyle bu durum sanatın hemen hemen her biçimine de yansıyor.
Gamze Yücesan konuya anlatırken "Emekçilerin ve işçi sınıfının sanatın ana metaforu olarak kullanıldığı alan bu" diye başlıyor söze ve ekliyor: "Ayna ve çekiç metaforu çok kullanılır bunun için. Ayna sınıfı yansıtmak, onu kendisine ve topluma göstermek, benzer bir ifadeyle ışık yansıtmak için. Çekiç ise şekil vermek için kullanılıyor."
"Burada iki yazardan kitap önermek istiyorum. Dileyen bu yazarların başka eserlerine de bakabilir elbette. İlki Eugne Eugène Sue'nun Paris Esrarı romanıdır. Bu roman hakkında Engels de yorumlar yapar hatta. Dikkati yoksulların hayatına çektiği için övgüler dizer Eugne Eugène Sue için. Hatta bir işçi, vaktiyle yaşamına son vermek istediğinde gider Eugne Eugène Sue'nün evinin önünde intihar eder. İşçinin üzerinde 'Bizi savunan ve seven bir adamın çatısı altında ölümüm daha hoş ve daha kolay olacaktır' diyor. Böyle ilginç bir anektod da var."
Sözü alan Yusuf Şaylan, "Gamze Hoca'nın listesine karışmak gibi olmasın ama buraya Honoré de Balzac'ı da eklemek lazım. Özellikle de Goriot Baba romanını. Bu isimler elbette Marksist isimler değil. Ama çağının en ilerisi ve kapitalizmin yarattığı çürümeyi ilk gören isimler. Engels yine Honoré de Balzac için 'Tarihçilerden, ekonomistlerden ve istatistikçilerden öğrendiğimden çok daha fazlasını Balzac’tan öğrenmişimdir' der. Sınıfa onların penceresinden bakarken, çağının şartlarını anlayarak okumak verimli olacaktır" diyor.
Gamze Hoca Yusuf Şaylan'ı dinlerken bir yandan da başıyla onaylıyor. Elindeki kağıtlara dönüp "Buraya bir de Charles Dickens'ı eklemek lazım. Büyük Umutlar romanını başa yazmalıyım. Kendisi de 12 yaşından sonra yoksulluk nedeniyle çalıştığı için işçi sınıfını çağdaşlarına nazaran içeriden anlatan bir dili vardır. Aslında listemde yoktu ama sohbet sırasında aklıma Manuel Tiago da geldi. Meşhur Yarın Bizimdir Yoldaşlar romanını da önereyim. Hatta bir de dizisi vardı belki onu da seyretmek ister okurlar" diye tamamlıyor sözlerini.
Yusuf Şaylan Gamze Yücesan'ı dinlerken "Harika bir roman değil mi? Bir bisikletin devrimciler için bu kadar işlevsel olabileceğini o romanda öğrendim" diyor gülerek.
Gamze Yücesan Özdemir bu bölümü bitirirken bir de Türkiye'den bir öneri sunuyor. Sabahattin Ali'nin Kuyucaklı Yusuf'u.
"Bu kadar genç yaşta ölen bu kadar verimli bir yazar tanımak ve bilmek bir yanıyla da çok acı. Bu kitabı yazdığında sanırım 30 yaşında. Ne büyük derinlik ve estetik ifadeler var. Bir eşkiyayı anlatıyor Sabahattin Ali bu romanında. Hobsbawm’ın 'Toplumsal Eşkıyalık ya da Sosyal Eşkıyalık' diye tarif ettiği biçimden bu da" diyor. Bölümü bitirmeden Şaylan "O vakit Nurettin Rençber'in Eşkıyalık Türküleri albümünü hatırlatayım ben de. Belki dinlemek isterler okurlarımız" diye öneride bulunuyor.
Büyülü gerçekçilik: Her şeye rağmen umudu aramak
Gamze Yücesan'ın güzergahındaki ikinci durağı Büyülü Gerçekçilik oluşturuyor. Malum, bu akımda akla ilk gelen Latin Amerika edebiyatı.
Yücesan sözlerine "Gerçekle gerçekdışının, olağanla olağandışının bir arada olduğu bir edebi biçim bu. Hayali olan şey gerçeği destekler bu tür eserlerde. Yani daha gerçek olması, gerçeğin hayallerle desteklenmesi diyebiliriz" cümlesiyle başlıyor bu bölümü anlatmaya.
"Latin Amerikalılar biraz tutkulu ve değişik insanlar. Her ne olursa olsun en acı zamanda dahi umudu bulup yeşertmesini bilmişler. Mesela ben ağız dolusu gülmeyi en çok onlara yakıştıranlardanım. Nâzım da Havana Röportajları'nda diyor ya Kübalılar için. Ağız dolusu gülmek Kübalılara yakışıyor diye. Onca sömürü, işgal, açlık, savaş derken hayata umutla bakmak için biraz da gerçeği hayallerle desteklemek lazım belki de" diyor Yusuf Şaylan.
Gamze Yücesan'ın bu güzergah için önerilerinin başında Gabriel García Márquez geliyor.
"Márquez deyince elbette akla ilk önce Yüzyıllık Yalnızlık geliyor. Bunu başa yazmakta fayda var. Bir de Eduardo Galeano'nun Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri'ni eklemem gerekir bu listeye" diyor.
Aydınlık gerçekçilik: Sınıfa dokunmak
Güzergahımızın üçüncü durağını Aydınlık Gerçekçilik oluşturuyor. Gamze Hoca bu kısma girerken vaktiyle yine soL'da kaleme aldığı bir yazıyı hatırlatıyor.
"Yazarın aktif olarak edebiyata müdahil olduğu biçim bu. Bu ifadenin de geçtiği Nâzım ile Orhan Kemal arasındaki mektuplara rastlıyoruz ilki. Dolayısıyla buradaki yazarlarımızın başında Orhan Kemal gelir. Özellikle de Bereketli Topraklar Üzerine romanı. Güzel bir filmi de vardır bunun. Kitabı okuduktan sonra tamamlamak için belki izlemek iyi olur" diyor Gamze Yücesan. Gözlüğünü gözüne yeniden yerleştirirken anlatmaya devam ediyor.
"Ben bu tarifin Nâzım'ın Orhan Kemal'e yazdığı mektuptan geliştiğini düşünüyorum. Nâzım Orhan Kemal'e mektubunda, Orhan Kemal'in yazılarında acı ve keder var ama umutsuzluk yok diye tarif eder kısaca. Yani aslında burada yazar ümitvar olmak için gerçeği eğip bükmez. Ama bu o gerçekten umut devşirir.
Mektupta şöyle diyor Nâzım.
'Senin bazı hikayelerin, yalnız kederli değil aynı zamanda ümitsiz… Realite, bizzat tarihi akışıyla realite, ümitsiz değildir, kederli, mahzun, acı, alacakaranlık, korkunç, iğrenç, rezil, kepaze filan falan tarafları vardır, bu tarafları aksettirmekte en ufak bir ihmal, insanlığı tek taraflı, tozpembe bir ışıkla vermek olur ve realiteden uzaklaşılır… Gelişen şey ise ümitsiz değildir, sevinçsiz değildir. Kederli, mahzun, acılı olmak için sebepler mevcuttur, fakat ümitsiz olmak için tek bir sebep mevcut değildir. Aman evladım, kendini bundan sakın, daha acı, daha mahzun ol, fakat sevincin ve ümidin pırıl pırıl parlasın. İşte bu kadar.'
Belki de Orhan Kemal’in aydınlık gerçekçiliğini -bu mektubun etkisiyle mi bilinmez- eşsiz kılan, kapkara, korkunç, kederli gerçeklikler içinde parlayan umuttur. İşçi sınıfının yanı başında parladığı için da aydınlık bir gerçeklik diyebiliriz" diyor Gamze Yücesan.
Edebi röportajcılık: Görülmeyeni görmek, anlatılmayanı anlatmak
Gamze Yücesan'ın son güzergahı ise Edebi Röportajcılık:
"Evet bunlar gazete yazıları. Ama çok estetik ifadeler ve edebi anlatımlar var bu yazılarda. Romanlardan ayıran şey ise kurgunun olmaması. Gerçeği aktarması. Olguları aktarırken edebi bir üslup edinir yazarlar. Yaşar Kemal böylesi için 'Röportaj bir edebiyat dalı sayılmak ne, röportaj bal gibi edebiyattır' der.
Benim aklıma gelenlerden ilki Jack London. Onun Uçurum İnsanları'nı öneririm. Türkiye'de belki bu açıdan en çok Yaşar Kemal bilinir ama ben Suat Derviş'in Çöken İstanbul eserini önereceğim. Okurlar bu metinlere baktıklarında zaten bu ayrım da anlaşılacaktır."
Yusuf Şaylan London'un eserinin vaktiyle Uçurum Halkı olarak da yayınlandığını hatırlatıyor. Ama biz Uçurum İnsanları çevirisini daha çok sevince buradan devam etmekte ısrar ettik.
Sohbetimizin sonuna gelirken çaylar da tazeleniyor. Bir yandan da daha çok okumanın yolları üzerine konuşuyoruz. Gamze Yücesan, "Mekanı ve zamanı yeniden örgütlemeliyiz. Okumak kolektif, örgütlü bir şey. Yalnız insan sanırım daha az okuyor. Ama bu hayatı değiştirmek isteyen bir ekibin parçası olarak insan daha çok okur, okumak zorundadır" diyor.
Yusuf Şaylan ile Gamze Yücesan sözü Gramsci'nin bir ifadesine getiriyorlar. Ve buluşmamız bu hatırlatmayla sona eriyor.
"Kendinizi eğitin, çünkü aklınıza ihtiyacımız olacak. Örgütlenin, çünkü gücünüzün tamamına ihtiyacımız olacak. Harekete geçin, çünkü coşkunuza ihtiyacımız olacak!”