Ölümünün ardından Frank Auerbach

"Resimlerinin çamur biçimleri ve deforme yüzleri de kendi çağıyla sınırlı kalmadı, bugünü betimleyen imgeler olarak günümüze taşındı."

Fide Lale Durak

 
*Kapak Fotoğrafı: Frank Auerbach, 2001 yılında Camden’daki stüdyosunda. (Fotoğraf: Eamonn McCabe)

Birçok sanatçı yetiştirmiş ve kendisi de önemli bir ressam olan ama buna rağmen adı çok bilinmeyen Frank Auerbach geçtiğimiz hafta öldü. 20. yüzyılın sanatsal dinamikleriyle üreten sanatçıların günümüzdeki belki de son temsilciydi ve ölümüyle, giderek kaybolan modernizmin izlerini anımsattı. Auerbach’ın uzun soluklu yaşamı resme adanmıştı ama o yaşam izole bir fanusta değil çocukluğu itibariyle hayatın çeşitli zorluklarıyla doluydu. Yine geçtiğimiz hafta, ülkemizde de acı ölümler oldu. Yaşları 1 ile 5 arasında değişen beş çocuğun yaşamı, mecliste iddia edildiği gibi yaşam tarzı seçimiyle değil yoksulluk nedeniyle sona erdi. Auerbach’ın ölümünün ardından sosyal medyada daha fazla dolanmaya başlayan resimleri, özellikle füzen karasıyla yaptığı portreleri, bu haftanın karanlığını da anlatan imgelere dönüştü.

Auerbach, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak 1931’de Berlin’de doğar. Nazi döneminde oluşan tehdit nedeniyle ailesi Auerbach’ı 8 yaşındayken İngiltere’ye yatılı okula gönderir. Auerbach durumun farkındadır, bu yüzden terk edilmiş hissetmez ama hiç tanımadığı insanlar arasında, bilmediği bir ülkede yabancıdır ve bir daha evine dönemeyecektir. Anne ve babası 1942 yılında Auschwitz toplama kampında öldürülür.

Auerbach’ın İngiltere’de gittiği Bunce Court adıyla bilinen New Herrlingen okulu aslında önce Almanya’da kurulmuş, 1933 yılında Nazilerin güç kazanmaya başlamasıyla İngiltere’ye taşınmış ve savaş mağduru olan, genellikle Yahudi çocukları kabul eden bir okula dönüşmüştür. Auerbach’a göre, çocuklar bu okulda sanatsal yöntemlerle kendilerini ifade etmeye teşvik edilmiyorlar ama bir topluluğun parçası olmaya ve topluluk ruhuna sahip olmayı öğreniyorlardı.1

Auerbach küçüklüğünden beri sanatla ama özellikle oyunlarla ilgilenmiş, hatta erken yaşlarında Faust’u çevirmiştir. Bunce Court’dan ayrılma zamanı geldiğinde Londra’da gideceği Borough Politeknik’e (şimdi Londra South Bank Üniversitesi) de uzak olmayan Camden kasabasına taşınır. Auerbach 50 yıl boyunca aynı kasabada yaşar. Bu sabitlik bir yaşam tercihi değildir, başka gidecek yeri yoktur. Sanat okulunda birlikte okuduğu yaşıtlarının çoğuna Londra’da bir daire alacak yakınları ya da ailelerinin çocukları için biriktirdiği paraları vardır. Çocukken hiç aklına gelmeyen bu ayrımı büyüdüğünde fark eder ve kirasını karşılayabileceği bir stüdyo tutar. Kiraladığı stüdyo rutubetlidir, tuvaleti de dışarıdadır ama ev sahibi hoşgörülüdür. Bu stüdyoya, belediyenin bina için yeniden inşa kararı alıncaya kadar, sürekli atılma korkusuyla, boğulan bir adamın sala tutunması gibi yapışır. Sonuç olarak Auerbach 30 yılını ekonomik zorluklar nedeniyle aynı yerde geçirir ve kalan yıllarda ise sadece alışkanlığını sürdürür.

Auerbach sanatsal ifadesini gittiği Borough Politeknik’te geliştirir. Özellikle hocası David Bomberg’den çok etkilenir. 

Bu noktada David Bomberg için bir paragraf açmakta yarar var; Bomberg Polonya Yahudisi ve deri işçisi bir ailenin 11 çocuğundan biri olarak dünyaya gelir ve beş yaşındayken ailesiyle birlikte İngiltere’ye göçerler. 1911 yılında Slade Güzel Sanatlar Okulu’nda sanat eğitimine başlar. Burada hocası Henry Tonks’a göre okul, tarihinde ikinci defa “parlaklık krizi” yaşanmaktadır.2 Kastettiği ise, parlak öğrencilerin aynı döneme toplandığı 1890 yılına referansla, şimdi Bomberg’in de içinde bulunduğu bir toplam öğrencinin üstün yeteneğidir. Ancak çok değil iki yıl sonra, 1913’de, Bomberg radikal yaklaşımları nedeniyle okuldan atılır. Bomberg’in sanatsal avangardlığı onu radikal yapmaktadır. Sovyetler Birliği’nden yayılan konstrüktivizmin ve makineleşme çağının taraftarıdır ve muhtemelen o yıllarda halen (1933’de istifa edeceği) İngiltere Komünist Partisi’nin üyesidir. 1923-27 yılları arasında Filistin’e gider ve burada Turner, Constable gibi geleneksel İngiliz manzara teknikleriyle topografyanın ön planda olduğu işler üretir ama onun imzasını daha fazla öne çıkartan, Toledo’da yaptığı ve kübik biçimin enerjisini de yansıttığı manzaralardır. 1933 yılında ise Hitler’in Almanya’da güçlenmesiyle Sovyetler Birliği’ne gider ve altı ay Odesa’da kalır. İkinci Dünya Savaşı’nda sonra İngiltere’ye dönerek, Frank Auerbach’ın da dahil olduğu Lucien Freud, Leon Kossof ve Francis Bacon gibi önemli sanatçılara hocalık edeceği Borough Politeknik’te çalışmaya başlar.

 David Bomberg, 1929, Alcazar Toledo

Auerbach’a göre Bomberg’den öğrendikleri sınavlarda işine yarayacak türden şeyler değildir. Bir röportajında şöyle anlatır: “…öğrettiği şey, diğer derslerde yapılan çizimlerin, çeşitli parçaların birbirlerine, bazen oldukça hassas biçimde eklenmesi olduğuydu. Buraya bir parça, şuraya bir parça diyerek bunları tutarlı bir bütün hale getirmemizi söylüyordu ve haklıydı. Ressamın daha başlangıçta öze doğru uzanmasını sağlayan bir yöntemi vardı. Bu yöntem, bir figürün on dakika içerisinde taslağını çıkartıp, ardından, ortaya çıkan şey bir figür fotoğrafı ya da posterinden ne denli farklı olsa da, zihnin eldeki konuyu kavrayışını içeriyor gibi görünen anlamlı bir nitelik kazanana kadar onu tekrar tekrar yeninden yapmaya dayanıyordu ve bu çok... Yani, öncelikle, jestler çok büyük olabiliyordu. İkincisi, figür ancak soyut olarak kavranabilecek olsa da asla kendisi soyut olmuyordu; özü, denge ve ritmin vb. unsurların tam olmasında yatıyordu ve bu sanat okullarında öğretilmeyen, deneysel bir yolculuktu.”3

Auerbach, Bomberg’den ders alma konusunda o kadar takıntılıdır ki okulda olduğu süre boyunca dönem arkadaşı Kossof’la birlikte her atölyesine girmiş ve sonunda okul yönetimi tarafından okuldan atılmakla tehdit edilmişlerdir. Durumu koşup hocaları Bomberg’a yetiştirdiklerinde aldıkları “cevabı” genel bir hayat dersi olarak da kulaklarına küpe yaparlar: “o kasıntı yavşaklarla uğraşmayın, derslere gelmeye devam edin ve sadece onlara söylemeyin.”4

Auerbach’ın sanatın özüne ulaşma yolculuğu hem portrelerinde hem de şehir resimlerinde benzer şekilde hissedilir. Plan yapmadan fırçayı eline alır ve baş başa kaldığı tuvalde çatışmalar, denge arayışları ve genel anlamda etki bir yere varana kadar çalışır. Şehir resimleri daha çok yaşadığı kasaba olan Camden’a odaklanır ama daha çok figür ressamdır. Bazı kaynaklar onu ekspresyonist olarak tanımlar ama aslında resimleri sadece duyguların dışavurumunu anlatan bir tanımla sınırlandırılamaz. Dünyada olup bitenlerin bir çeşit çözümlemesini yapmaktadır. Bir başka röportajında şöyle der: “Eğer her gün bir şeyin yanından geçiyorsanız ve onun biraz karakteri varsa, o şey sizi meraklandırmaya başlar.”5

Bu sözü sanatçının çevresinde olup bitenlere ve sanatına olan yaklaşımına dair ip ucu verir. Bildiği en doğru şey her gün çalışmak, boyamak ve çizmektir. Yaptığı sayısız denemenin ardından birinin mutlaka farklı görüneceğini bilir. Füzen çalışmalarında bazı çizgileri silerek, tablolarda kalınlaşan boyayı kazıyarak ilerler ama bir kuralı da yoktur. Son dönem yağlı boyaları erken dönemdekilere göre daha kalın boya katmanlarından oluşur. Bildiği doğrulara saplanıp kalmamış hayatı boyunca denemeye, devinmeye devam etmiştir.

20. yüzyılın sanatını bize bağlayan, modern sanatın belki de son temsilcisiydi Auerbach. Yaşamındaki tüm zorluklara, savaşlara, kayıplara rağmen,  inanılmaz çalışkanlığıyla dünyaya anlamlı izler bıraktı. Onun portrelerinde hem çağının derin duygusal birikimi hem de modern sanatın biçiminin ve renginin tartışması vardı. Ama devrimler çağının bitmediği gerçeği gibi resimlerinin çamur biçimleri ve deforme yüzleri de kendi çağıyla sınırlı kalmadı, bugünü betimleyen imgeler olarak günümüze taşındı.

Yoksa sevgili Asaf’ın dediği gibi nasıl hala “aynı düzen altında aynı insanlar kalırdı”.

Frank Auerbach, 1958, Otoportre

Frank Auerbach, 1960, EOW’nin başı

Frank Auerbach, 1960, Julia’nın başı

Frank Auerbach, 1961, Gerda Boehm’in başı

Frank Auerbach, 1984-85, J.Y.M.’nin başı II 

  • 1BBC Radio3,
  • 2Vikipedi,
  • 3BBC Radio3,
  • 4BBC Radio3,
  • 5John O'Mahony,