Mülteci ve göçmenlerin seslerini duymak

'10 yıl geçmesine karşın mülteci işçilerin haklarını savunan ve seslerini duyuran örgütlenmeler ortaya çıkmıyor. Bu eksiklik kapatılmalı.'

Eren Korkmaz

Suriyeli mültecilerin Türkiye’ye gelişlerinin 10., Türkiye ile Avrupa Birliği arasında imzalanan geri iade anlaşmasının 5. yıldönümünde mülteci meselesi uluslararası niteliğini korurken diğer yandan Türkiye gibi geniş mülteci ve göçmen topluluklarının yaşadığı ülkelerin sınıfsal ve sosyal dengelerinde de değişimlere neden oluyor.

Mesele halen uluslararası, çünkü öncelikle Suriye’de çatışmalar dış müdahaleler nedeniyle devam ediyor. Uluslararası çünkü mültecilerin ve göçmenlerin önemli bir kısmı Avrupa’ya gitmek istiyor, ama Avrupa ülkeleri bunu istemiyor, mültecilerin komşu ülkelerde kalmasına yönelik politikalar üretiyor. Bunun bir yöntemi mültecilere ev sahipliği yapan ülkelere nakit para desteği vererek bunun mültecilere destek olarak dağıtılmasıyken diğeri mültecilerin ülkenin kalkınmasına katkı sunacağı savıyla istihdam odaklı çalışmalara destek vermektir. 

Çölün ortasında çalışma kampı!

Örneğin Ürdün’de ABD, İsrail ve Mısır’la beraber imzalanan bir ticari anlaşmanın temelinde çölün ortasına kurulan tekstil fabrikalarında mültecilerin çalışması, burada üretilen ürünlerin ise gümrüksüz şekilde ABD ve Avrupa ülkelerinde satılması planlanmıştı. Bunun için ekstra teşvikler de verildi, mülteci kampından fabrikalara servisler de konuldu ama bu proje işe yaramadı. Mülteciler kimsenin yaşamadığı, çölün ortasındaki fabrikalarda çalışmayı tercih etmediler. Şehir merkezlerinde kayıt dışı çalışmaya devam ettiler.

Türkiye’de mültecilerin çalışma yaşamına katılması yönünde yıllardır çok çeşitli projeler uygulanıyor. Bunun nasıl olacağı konusunda öncelikler zamanla değişiyor. İlk yıllarda tekstil sektörü ve berberlik gibi işler ön plandaydı, bir ara mültecilere kodlama öğreten projeler öne çıktı, son dönemde de mültecilerden “girişimci” yaratmaya çalışılıyor. Çok sayıda “mentörlük” programı ile mültecilere şirket kurmaları ve işlerinin sahibi olmaları tavsiye ediliyor. Bunların hepsinin arka planında “mültecinin kendi ayakları üzerinde durması, ev sahibi ülkeye yük olmaması ve ekonomiye katkı sunması, istihdam sağlaması“ gibi hedefler yer alıyor. Tabii Türkiye’nin kapitalist gelişmişlik düzeyi diğer bölge ülkelerinden daha ileri olduğu için aslında mültecilerin iş bulması büyük bir mesele olmuyor. Mültecilerin ve göçmenlerin büyük çoğunluğu zaten çalışıyor. Ancak bunlar kayıt dışı, güvencesiz, düşük ücretli, uzun çalışma saatleri olan işler ve bu koşulları değiştirmede kayda değer bir ilerleme sağlanamıyor. Çünkü bunun için mülteci ve yerli işçilerin taleplerde bulunması ve harekete geçmesi gerekiyor. Devletin, sermaye sahiplerinin veya bu alanda projeler yapan kuruluşların bu yönde kararlı bir değişim için herhangi bir motivasyonu yok. Mevcut durum onlar için gayet uygun.

Örgütlenme eksikliği

Dolayısıyla çalışan, işi gücü olan, okula giden mültecinin başka bir ülkeye gitme isteğinin de olmayacağı iddiası öne çıkarılıyor, Avrupa’ya gitmek isteyenler ya Türkiye’ye geri gönderiliyor veya Yunanistan’ın Ege adalarında hapis koşullarında barınıyor, kalanlar için de bir dizi mesleki eğitim programıyla çalışma yaşamına dahil olmaları isteniyor. Ancak mesele burada bitiyor. Mültecilerin büyük çoğunluğu işçi sınıfı saflarına katılıyor, fabrikalardan tarlalara ülkenin her yerinde çalışıyor, bu çalışma şartlarının oldukça kötü olduğu da biliniyor, ancak 10 yıl geçmesine karşın mülteci işçilerin haklarını savunan ve seslerini duyuran örgütlenmeler ortaya çıkmıyor. Kayıt dışı olmaları sendikaların radarından çıkmalarına neden oluyor, mültecilerin kendi iç dayanışmalarının ve haberleşme ağlarının güçlü olması ise yerli işçilerle bağ kurup ortak hareket etmeyi engelliyor.

Öte yandan hem ülkemizde hem de diğer ülkelerde mültecilere hizmet veren, onlar için projeler yürüten, eğitimler düzenleyen çok sayıda “sivil toplum kuruluşu” var. Türkiye’de de mültecileri konu edinen STK sayısı oldukça fazla. Birçok dernek, kooperatif ve vakıf mültecilerin entegrasyonu ve çalışma yaşamına katılımı için çalışmalar yapıyor. Buna karşın neredeyse 10 yıldır aralıksız devam eden ve milyonlarca liranın harcandığı bu çalışmaların sonucunda göçmenlerin ve mültecilerin kendilerini ifade edip temsil edeceği örgütlenmeler ortaya çıkmıyor. Yapılan çalışmalar bu yöne evrilmiyor. Eğitim yapılıyor, yardımlar dağıtılıyor ve o noktada bırakılıyor. En somut sonucu bir işe yerleştirme oluyor.

Projeciler...

Çünkü söz konusu STK’lar gerçekte toplumsal örgütlenme değiller. Derneği dernek değil, kooperatifi kooperatif değil. Çok sayıda derneğin her gün binlerce mülteciyle iletişime geçtiği, eğitimler, seminerler verdiği bir ortamda bunun doğal sonucu yerli ve mülteci toplumun kaynaşması, mültecilerin haklarının savunulması, mültecilerin içinden temsilcilerin çıkması değil midir, bir öz-örgütlenme süreci olması beklenmez mi? Olmuyor, çünkü bu STK’ların hemen hepsi aslında birer proje yönetim şirketi. Kağıt üstünde birer dernek veya kooperatif ve kağıt üstünde birer kar amacı gütmeyen kuruluş. Aslında bazıları oldukça kalabalık şirketler, başlarında CEO-tarzı bir yöneticinin olduğu, üst yönetimin yüksek maaşlar aldığı, hiyerarşik bir iş örgütlenmesi içinde belirli hizmetleri yerine getiren, maaşlı çalışanlardan ibaret kurumlar. Bazılarının gönüllüleri var ama gönüllüler de, çalışanlar da üye değil, üyelikten doğan hakları yok. Gidip üye olmak isteseniz kabul edilmez. Üyelik aidatı yok, genel kurul yok, başkanı seçme hakkı yok, aday olma yok, bütçe hesabı verme yok. Başta Avrupa Birliği ve ABD olmak üzere, ama Kanada’dan Japonya’ya ve Katar’a birçok “donör kuruluş”, kendi devletlerinin mültecileri komşu ülkelerde tutma stratejisinin bir parçası olarak verdiği fonları söz konusu dernekler, kooperatifler ve vakıflar üzerinden dağıtıyor. Bu “dernekler” de projelerde belirtilen eğitimleri, toplantıları ve diğer etkinlikleri yerine getiriyorlar. Mülteciler de bu dernek ve kooperatiflere kendilerini temsil etmek için değil, seminere-eğitime katılmak, işe yerleşmek, danışmanlık almak ve yardıma ulaşmak için gidiyor. 

Birlikte hareket etmek şart

Burada eksik olan nokta 10 yıldır emekçi semtlerinde yaşayan, işyerlerinde çalışan mültecilerin ve göçmenlerin emeğine sahip çıkacak, kendilerini temsil edecek ve yaşam koşullarını geliştirmek için çaba gösterecek, üyesiyle aidatıyla “örgütlü” kurumların zayıflığı veya ilgisizliğidir. Mülteciler bu eksikliği gidermek için kendi içlerine dönseler de o ülkenin vatandaşlarıyla birlikte hareket etmeden sosyal ve ekonomik şartları geliştirmek mümkün olmuyor. Burada aynı semtlerde ve işyerlerinde benzer şartlarda çalışan, hatta yerli ve vatandaş olsa dahi kendisi de bir süre önce köyden göç ederek göç tecrübesi yaşayan emekçilerin birbirini anlaması ve birlikte hareket etmesi için şartları oluşturmak gerekiyor. Bunun için şartlar uygun, ama bu alan dernek olmayan derneklerce dolduruluyor, sanki bir uzmanlık alanıymış gibi değerlendiriliyor. O nedenle mültecilere destek olmak isteyen gençler ancak bu dernek görünümlü proje yönetim ve danışmanlık şirketlerinde kısa süreli sözleşmelerle istihdam olarak bunu yapabiliyor. Buradan da toplumsal bir dinamizm çıkmıyor, milyonlarla sayılan bir kitle örgütsüzlüğe mahkum ediliyor. Semt evleri, güvencesiz işçileri birleştirmeyi hedefleyen emekçi dayanışma ağları ve sendikalar bu eksikliği doldurabilir ve muazzam bir potansiyele hayat verebilir.