Devletteki kokuşma için bir milat vermek istesek hangi tarihe ulaşırız? Galiba en belirgin tarihlerden biri 12 Mart Darbesidir. O darbe ile oluşan sert siyasal atmosferde polis, istihbarat örgütü, asker ve mafya arasında karmaşık bağlar kuruldu. Doğal olarak mafya bu ilişkiyi kendi çıkarı için kullanmak istedi. Devlet memurları için ise bu kaçamaklar o kadar önemli değildi. Önemli olan mafyanın sağladığı yeni olanaklardı.
Faik Türün, Fuat Doğu, Şükrü Balcı, Hiram Abas; ikinci kuşakta Mehmet Eymür, Mehmet Ağar ve Nuri Gündeş gibi resmi kişilikler bu yeni memur tipinin en önde gelen örnekleri oldular. 1970’li yıllar devletle iş tutmayanın mafya olamayacağının anlaşıldığı yıllardı. Hemen hemen önde gelen bütün mafya babaları ceplerinde devletin verdiği kırmızı pasaportları taşıyorlardı. İçlerinden bir kısmı, Süper NATO’ya paralel uluslararası ilişkiler de geliştirmişti. Vatikan’da Saint Pierre meydanında Papa’yı hedef alan suikast, sert bir hiyerarşi içerisinde Süper NATO’dan Süper NATO’ya ve mafyadan mafyaya yeni bir ağ kurulduğunu gösteriyordu.
12 Eylül’ün ardından oluşturulan yeni hukuk sistemi de işte bu ilişkileri korumak ve sürdürmek üzere şekillendirilmişti. Devleti kutsayan bu yeni anlayış içinde, siyasal cinayetler doruğa çıktı, "faili meçhul cinayet" "devlet tarafından işlenen cinayet" anlamına geliyordu artık. Zamanın Başbakanı Tansu Çiller’in bütün bu ilişkileri ortaya çıkaran Susurluk kazasının ardından söylediği "Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir" sözü, ülkenin 40 yılının birikimini özetliyordu.
Mehmet Eymür ismi rast gele bir isim değil. Ülkenin son kırk yılına damgasını vurmuş iki örgütten birinin en bilinen ismi. Üstadı Hiram Abas 1990’da öldürülüp sahneden çekilince ona kaldı MİT meydanı.
Emniyetteki rakibi Mehmet Ağar da Şükrü Balcı’nın varisiydi. Ergenekon’un başlama vuruşu yapılana kadar didişip durdular. Ergenekon başlayınca Eymür Cemaat’in, Ağar AKP’nin yanında saf tuttu. Bu sayede ikisi de Ergenekon’a sanık olarak dâhil olmaktan kurtuldu.
Ergenekon’u “derin devlet” veya “kontrgerilla” sananlara binaen söylüyorum, bu iki Mehmet olmadan öyle bir dava mümkün değildir. Bunu, Ergenekon davasının ilk gününde söylemiş olmanın rahatlığıyla yazıyorum şimdi.
MİT'ten maaş alan gazeteciler
İşte o Eymür, MİT’ten uzaklaştırıldığı bir zamanda MİT’in bazı gazetecileri kullandığını söyledi. Basında faal halde 23 çift meslekli çift maaşlı gazeteci vardı. Eymür’ün MİT’e çalışmakla suçladığı gazetecilerden biri Hürriyet Gazetesi yazarı Fatih Altaylı'ydı. Köşesinden “zorunlu bir açıklama" yaptı, “diyelim ki beni devlet sızdırdı. Peki beni en çok okunan iki-üç yazardan biri de devlet mi yaptı?" dedi. Konuyu yargıya taşıyacaktı, “Bu alçakların hepsiyle yargı karşısında hesaplaşmak üzere dava açtım" dedi. Davanın sonucu ne olduyla hiç ilgilenmedim.
Sonra Dünya Gazetesi Başyazarı Nezih Demirkent atıldı ortaya, eskiden MİT’e çalışan gazetecileri bildiğini söyledi. Sipa Ajansı’nı MİT kurmuştu.
Bazıları biliniyor, biri 1990’lı yıllarda Hürriyet’te editör olarak çalışan gazeteciydi, sonradan MİT’te daire başkanlığı ve bölge başkanlığı yaptı. Diğeri, Fransız Haber Ajansı AFP’de çalışan bir foto muhabiriydi, afişe olunca mesleği bıraktı.
Zor iştir böylelerini teşhis etmek. Belgesi yoktur, bilgisi yoktur. Emin olun mutlaka haktan görünenler arasındadır. Civangeyt skandalında Selim Edes rüşvet aldığına değin belge soran Engin Civan'a şöyle demişti: Rüşvetin belgesi mi olur pezevenk! Olmaz. Rüşvetin ve ajanlığın belgesi olmaz.
Ama devletle, MİT’le, polisle meslek sınırlarını aşan ilişkiler kuran gazeteciler her zaman vardır. Bunlardan birini gazete manşetindeki bir fotoğraftan teşhis etmiştim vakti zamanında. Polis Aksaray’daki batakhaneleri basmıştı, gözaltına alınan bir kadının koluna girmiş iki sivil polis görünüyordu fotoğrafta. Birini tanıyordum, bir gazetenin polis muhabiriydi. Sanırım mesleği bırakmak zorunda kaldı. Belki hayatına polis olarak devam etmiştir.
Bu tür bir samimiyeti gösteren bir video düştü birkaç gün önce ortalığa. Videoda üç kişi ellerinde silahlarla bir atış poligonunda görünüyordu. Acemi olan silahşor tanıdık bir gazeteci, Uğur Dündar’dı. Ona eğitim verenler ise Devlet Bakanı Güneş Taner ile MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas’tı. Görüntülerde Abas’ın Dündar’a silahı nasıl tutacağını, nasıl ateş edeceğini ve ateş ederken nelere dikkat edeceğini anlattığı görülüyordu.
Dün soL’dan aradılar, videonun aslını astarını sordular. Poligona atış talimi yapmak için gitmiş, şu işe bakın ki, tesadüfen birlikte atış talimi yapan Güneş Taner ve Hiram Abas’la karşılaşmıştı. Yani oradan bir iltisak çıkartma çok saçmaydı.
Saçma tabii. Ama bir gazetecinin bir bakan ve bir MİT’çiyle böylesine tuhaf iliştiler kurması da saçma. Biz MİT’in gazetecileri takip etmesine, onlara dava açmasına alışığız sadece. MİT’in gazetecilere silah talimi yaptırması ender bir olaydır ve bunun bir de videosu varsa şüphe kaçınılmazdır. Gazeteci, özellikle devletle ve sermaye ile ilişkisine dikkat etmelidir. Dikkat etmeyen zaten gazeteci değildir ve ikinci mesleğinin ne olduğu bizi ilgilendirmez.
O zaman devletin poligonu da yokmuş!
Tartışma yeni değil. MİT adına medyada çalışıp maaş-ödeme alan gazetecilerin olduğu daha önce de gündeme geldi. Ama hepsi unutulup gitti. Dünyada da böyle, istihbarat ile basın her yerde iç içe, kirli gazetecilerin sayısı tahmin edilenden fazla haliyle. CIA’nın finanse ettiği gazetecileri geçtik, gazeteler, dergiler var.
Amaç ne? Gazeteci kisvesiyle edindiği bilgileri teşkilata aktarmak, aldıkları emirler gereği yanlı haberler yapmak. Kamuoyunu maniple etmek, yalanı gerçekmiş gibi vermek. Ayrıca ille memur olmasına, ödeme almasına gerek yok. Bazı gazeteciler bu hizmeti gönüllü olarak yapıyor, karşılığında istihbarat alıyor. “Duyumcu” gazeteciler bunlar. “Adını veremeyecekleri bir kaynakları” var, bütün haberleri o kaynaktan alıyor. Demek ki aslında haberi gazeteci değil kaynağı üretiyor.
Hem artık bunların kim olduğunu bilmenin de bir faydası yok. MİT görevlilerinin adını yazamıyorsunuz. Çünkü bu suç. Hatta ölseler bile adlarını veremiyorsunuz, malum Barış Pehlivan ölen bir MİT’çinin ismini verdi diye çile dolduruyor.
Geçiyoruz. Silah talimi yapmak için, demek ki halka açık, bir poligona gidiyorsunuz. Aaa bir de ne görüyorsunuz? Bir devlet bakanı ve bir üst düzey MİT görevlisi de orada. İyi de bunlar sürekli koruma altındaki adamlar. Herkesin elinde silahla dolaştığı bir yerde ne işleri olabilir? İlahi Uğur Dündar, devletin atış poligonu mu yok?