Kurye eylemleri: Biz buraya nasıl geldik -1

'O taş suya atılmış ve işçi sınıfının uzun süredir tıkanan iletişim kanallarından biri açılmıştır. Hikayemizi hatırlatan ve hikayemizi anlatan, direnen tüm işçilere selam olsun.'

Dilara İlbuğa Yıldırım

2022 yılı peşi sıra gelen işçi eylemleri ile başladı. Geçtiğimiz iki senenin özellikle pandemi dolayısıyla belki de en fazla sömürülen kesimlerinden biri olan kuryeler, adeta “Anlatılan senin hikayendir.” dercesine Türkiye’nin dört bir yanında birbiri ardına ses çıkarmaya başladı. Söz konusu eylemlerde ücretlerin düşüklüğü, fahiş fiyat artışları, zamlar, enflasyonun tarihi zirvesi, ülkenin içinde bulunduğu temel ekonomik krizin payı çok yüksek olmakla birlikte madalyonun bir de diğer yüzü var. Bu ve bundan sonra yazacağım birkaç yazıda madalyonun bir hayli kabarık olan diğer yüzünü anlatmaya çalışacağım.

Madalyonun diğer yüzü işçi sınıfının 2000’li yıllarda iktidar tarafından siyasal, ekonomik ve ideolojik olarak kuşatılması anlamına geliyor. Bu kuşatılmanın neticesinde iletişim dinamikleri kopmuş, sessiz kalmış, baskılanmış bir işçi sınıfı hayali kuran bir iktidar ile karşı karşıyayız. Öyleyse işçi sınıfının 2000’li yıllarda içinde bulunduğu iletişim deneyimlerini bu ilk yazıyla anlatmaya başlayalım.

Tereddütlü Sesler: Güvencesizlik

2000’li yıllarda Türkiye’de işçi sınıfının içinde bulunduğu derin iletişimsizliği anlatırken üzerinde durulması ve detaylandırılması gereken en önemli sorunlardan biri şüphesiz ki güvencesizlik olacaktır. Çünkü güvencesizlik, işçi sınıfının hem kendi arasındaki hem de siyasetle olan iletişim damarlarını tıkayan bir haldir. Türkiye’de TEKEL direnişi ile literatürde yer etmeye başlayan kavram, sınıf tartışmalarının da merkezinde bulunmaktadır. Güvencesizlik, emeğin sadece üretim noktasında değil, gündelik hayat pratiklerinde de deneyimlediği bir süreçtir. Tam da bu noktada, güvencesizlik halinin sadece üretim alanındaki değil, sosyal ve siyasal hayatta da işçi sınıfının iletişim deneyimlerini parçaladığını söylemek yanlış olmaz. Yani en kaba tabiriyle güvencesizlik işçinin sadece işyerinde, mesai saatleri içerisinde deneyimlediği bir süreç değildir. Güvencesiz çalışma denilince genelde işçilerin, iş güvencesi ve sosyal haklarından mahrumiyeti anlaşılmaktadır. Fakat sağlıklı bir güvencesizlik tanımı, hem üretim noktasında hem de emeğin toplumsal/gündelik hayatındaki iletişim deneyimlerinde sermaye karşısındaki konumu üzerinde tartışılmalı ve kavram kapitalist üretim ilişkileri içinde değerlendirilmelidir. Bu durum kavramı, basit bir istihdam ya da sosyal güvence problemi olmaktan çıkaracak ve sermayenin emeği hem üretim alanında hem de gündelik pratiklerde denetlediğini ve yine sermayenin emeğin sesini nasıl kıstığını ortaya koyacaktır. Emek üzerinde denetim olmadan kapitalist bir sistem tanımlanamayacağı için, en az maliyetle en yüksek denetim sağlanmaya çalışılmaktadır.

Kapitalist üretim ilişkilerinin yapısal bir özelliği olan ve en basit haliyle güvenceden mahrum olma hali olarak tanımlanan güvencesizlik, sermaye sınıfı ve işçi sınıfı arasındaki ilişkiler ile belirlenmektedir. Genel-İş’in tanımı kavramı netleştirmek adına önemli olabilir: “Güvencesiz kelimesi, harfi harfine, emniyetsiz, belirsiz, kırılgan demektir. Çalışma yaşamı açısından ise geçici, düzensiz, kuralsız, korumasız, emniyetsiz, standart dışı, kırılgan ya da eğreti koşullar anlamına gelir. Çalışma yaşamı, toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası olduğundan, güvencesizlik aslında topyekûn yaşamın kendisini etkileyen bir olgudur. Güvencesiz çalışmanın temelini, 1980’li yılların başından itibaren neoliberal ekonomi politikaları aracılığıyla tüm dünyada uygulama alanı bulan işgücü esnekliği oluşturur.”1

1980’li yılların başından itibaren, kapitalist üretim ilişkileri, sınıflar arası ilişkiyi güvencesizlik ile kurmaktadır. Bu noktada tarihsel bir dipnotun hepimiz için önemli olduğu kanısındayım. 1980 öncesi işgücü piyasasının daha “düzenli” olduğu söylenebilir. Bu düzen, içerisinde “iş güvenliği”, “sosyal devlet”, “refah devleti” gibi kavramları barındırıyordu. Tüm bunların altında kapitalizmin bir “ödülü” değil, özellikle 20. yüzyılın başında tüm dünyada hareketlenen, Ekim Devrimi gibi büyük bir devrimle ayağa kalkan, Avrupa’da kitleselleşen işçi sınıfının örgütlü yapısından duyulan endişe yatıyordu. 12 Eylül darbesi ile Türkiye’de hem ucuz işgücü temin edildi hem de emek hareketinin kitle gücü yok edilerek örgütlü işçi sınıfı sermayenin talepleri doğrultusunda parçalandı. Dolayısıyla bu tarihten sonra zor yoluyla örgütsüz kılınan emek hareketi güvencesizlikle şekillendirilmeye çalışıldı. Sosyalizm ve örgütlü bir işçi sınıfı tehlikesi ortadan kalktığına göre kapitalizm de fabrika ayarlarına döndü ve güvencesizliği emek sürecinin tüm alanlarına yaydı.

Üretim anında başlayan ama üretim anı ile sınırlı kalmayan güvencesizlik, işçinin bütün hayatını kaplamakta, işçinin yaşamının tümünü etkilemekte; işçinin hem üretim alanında hem de sosyal hayattaki iletişim kanallarını yerle bir etmektedir. Dolayısıyla kavramın, sınıflar arası ilişkide çatı görevi gördüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Bu çatının alt başlıklarında güvencesizliği besleyen işsizlik, kayıt dışılık, örgütsüzlük, taşeron çalışma ve iş cinayetleri vardır. Tüm bunlar bugünkü eylemlere giden yolun taşlarını oluşturmuştur.

Güvencesizliğin en önemli boyutlarından birisi işsizlik ve kayıt dışı çalışmadır. İşten her an çıkarılma korkusu yaşayan işçi için en büyük ve temel sorun işsizliktir. İşsiz sayısında görülen hızlı artış, çalışan işçi için de tehdit oluşturmakta ve esnek, güvencesiz ve kuralsız çalışma koşullarının kabulünü arttırmaktadır. Bu kabul, güvencesizliğin Murat Özveri’nin belirttiği gibi, “bulaşıcı” olduğunu destekler niteliktedir.2 Güvencesizlik, güvende olduğu düşünenlerin de kapısını çalacak, bu güvencesizliği üreten koşullarla onları da karşı karşıya getirecektir ve onlar için de tehdit oluşturacaktır. Tam da bu noktada son günlerde artan işçi eylemlerine bakıldığında güvencesizliğin tetiklediği direnişin de “bulaşıcı” olduğunu söyleyebiliriz.

Güvencesizlik halinin çalışma hayatındaki yıkıcı etkilerinden bir diğeri ise çalışanların mesleklerini o mesleğin gereğine uygun şekilde yapamamalarıdır. Bir mühendis sadece mühendislik mesleğinin gereklerini değil, işten atılan işçilerin performanslarının düşüklüğü hakkında tanıklık etmek, kredi kartı ve banka kredileri gibi borçlarla uğraşmak ve işverenin istediği tanıklığı yapmak gibi zorunluluklar içindedir.3 Emekçiler açısından tüm bu sürecin, kendisini ve sosyal kimliğini oluşturan mesleklerinden kopuşu/yabancılaşmayı ve dolayısıyla da sessizleşmeyi temsil ettiğini görmek zor olmayacaktır. Bugün tam da bu sessizleşmenin bir çığlığa dönüşmesine tanıklık ediyoruz.

Güvencesizliğin kendini gösterdiği örgütsüzlük, taşeron çalışma, üretim ve üretkenliğin artarken, istihdam ve ücretlerin düşmesi, iş cinayetleri nedeniyle AKP iktidarı süresince 30 bine yakın işçinin hayatını kaybetmesi ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken konulardır. 2000’li yıllarda Türkiye işçi sınıfının iletişim dinamiklerine bakıldığında, güvencesizliğin işçi sınıfı üzerindeki yıkıcı ve doğrudan etkileri açıkça görülmektedir. 24 Ocak 1980 kararları ile ortaya çıkan neoliberal ekonomik politikaların esnek ve kuralsız bir hale getirdiği piyasanın emekçiler üzerindeki baskısı, 2000’li yılların başından bu yana AKP eliyle ağırlaştırılarak sürdürülmektedir. Bugün Türkiye’de her gün karşılaştığımız iş cinayetleri, artan işsizlik oranları, kayıt dışı çalışmanın yaygınlaşması, işçi sınıfının örgütlü yapısını parçalayan politikalar ve azalan sendikalaşma oranlarının temel sebebi esnekleştirilen ve 1980 sonrası yapısal olarak değiştirilen piyasanın ve emek politikalarının sonucudur. Gelinen noktada artık emekçiler için güvencesiz çalışma olağan hale gelmişken, güvenli çalışma koşulları istisna halini almıştır. Bu direnişlerin öteki yüzünde bu istisnaya karşı başkaldırı vardır. Dolayısıyla bugünkü eylemlere giden yolda en büyük taşın güvencesizlik olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. O taş suya atılmış ve işçi sınıfının uzun süredir tıkanan iletişim kanallarından biri açılmıştır. Hikayemizi hatırlatan ve hikayemizi anlatan, direnen tüm işçilere selam olsun.