Tutulmayacak vaatler havada uçuştu, petrol şirketleri fosil enerjinin bahsini bile açtırmadı. İklim bilimci Prof. Dr. Murat Türkeş'e göre COP29'da yine "Havanda su dövüldü".
Emre Alım
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı ya da bilinen adıyla COP'un 29.'su bu yıl Azerbaycan'da yapıldı.
Dünyanın dört bir yanından on binlerce kişinin katıldığı konferansa dair beklentiler yüksek değildi. Zira geçen yıl, yine petrol zengini bir ülke olan Birleşik Arap Emirlikleri'nin ev sahipliğinde fosil ürünlere dair bağlayıcı bir karar çıkmamıştı. Bu yıl da farklı bir sonuç beklenmiyordu.
Beklentiler daha konferans başlamadan ete kemiğe büründü. Zirveden iki hafta önce COP29'da üst düzey bir görevlinin yetkisini fosil yakıt anlaşmaları yapmak için kullandığına işaret eden belgeler ortaya çıktı. Bu görevlinin Azerbaycan devlet petrol şirketi Socar'ın yönetim kurulunda da yer aldığı anlaşılınca taşlar yerine oturdu.
Konferansa büyük şirketlerin ve yatırımcıların ilgisi yıldan yıla artıyor. Binlerce şirket burada ürünlerini pazarlıyor, anlaşmalar yapıyor, sonra da iklim değişikliğine dair kısa sunumlar yapıp zirveden ayrılıyor.
Konferansın geldiği noktayı ve COP29'un bilançosunu Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş'le konuştuk.
Lobici kurumlar, pazarlamacı şirketler...
İklim bilimci Türkeş, önceki yıllarda Türkiye'yi temsilen katıldığı ve yerinde izleme fırsatı bulduğu konferansın artık bir "iklim fuarına" halini almasından şikayetçi.
"Şirketlerin bu tür konferansları 'networking' alanı olarak görme eğilimi son 10 yılda ama özellikle geçtiğimiz 3 yılda daha da kuvvetlendi.
Enerji ve sanayi şirketlerin temsilcileri, lobi görevi yapan uluslararası kuruluşlar, Mısır'da, sonra Dubai'de ve bu yıl da Bakü'de çok fazla öne geçtiler. Daha önce yoktu demiyorum ama artık alışılagelmiş bir durum."
Prof.Dr. Murat Türkeş, iklim değişikliğiyle mücadelenin merkezi planlama ve kamucu anlayışla yapılmasını söyleyen sayılı uzmandan biri. Bu nedenle konferansta şirketlerin artan ağırlığının hedef şaşırttığı görüşünde.
"Taraflar Konferansları geleneksel iklim değişikliği görüşmelerin yapıldığı konferanslar olmaktan çıkıp daha çok bir iklim fuarına dönüştü.
Amaçları işi pazar ekonomisi kurallarına göre dönüştürmek. Hem lobi faaliyetleri yapmak hem işi sulandırmak hem de kendi firmalarının yaptıklarını pazarlayabilmek.
O toplantılara heyetlerdeki görüşmeciler ve bazı teknik isimler dışında katılanların yüzde 95'i orada ne görüşüldüğünü bilmiyor. Pazar gece yarısı sabaha karşı ne yapıldı sorsanız size anlatamazlar."
Milyar dolarlık sözler tutuluyor mu?
Pazar günü Türkiye saati ile sabaha karşı 02.00 sıralarında açıklanabilen anlaşmanın konusu iklim finansmanıydı.
Afrika ülkeleri adına müzakere yürüten grup, söz verilen miktarın "çok az ve çok geç" olduğunu kaydetti. Hindistan temsilcisi de "cüzi bir miktar" olarak nitelendirdi.
İklim değişikliğinden en ağır etkilenen Küçük Ada Devletleri İttifakı adına konuşan isim, "Adalarımız batıyor. Ülkelerimizin kadınlarına, erkeklerine ve çocuklarına bu kötü anlaşmayı götürmemizi nasıl beklersiniz?" diye sordu.
Sonunda zengin devletler iklim değişikliğinden en çok etkilenen yoksul ülkelere 2035'e kadar yıllık 300 milyar dolar vermeyi vaat etti.
Ancak devletlerin bu sözlerinin bağlayıcılığı yok. Taahhütleri takip edip parayı tahsil edecek bir mekanizma yok. Ayrıca para ayrılsa dahi bunun bağış mı, fon mu, borç mu olduğu belli değil.
Murat Türkeş, işleyişi özetlemek adına geçtiğimiz yıllarda yaşananları hatırlatıyor:
"Yeşil İklim Fonunda biriken ve birikecek olan para. Buradaki finansman az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere aslında kredi olarak veriliyor. Bunlar hibe değil.
Dolayısıyla bu ülkelerin bir kısmı parayı almak istemiyor. Yani borçlanmak istemiyor. Özellikle iklim değişikliğinden en fazla etkilenen en hassas ülkelerin başka öyle bir talebi de var.
Sözlerin çoğunlukla tutulmadığını görüyoruz. Nereden biliyoruz? Yılda 100 milyar dolarlık Yeşil İklim Fonunda bir türlü o para toplanamadı."
Vaatler devede kulak
Bakü'deki konferansta 2035’ten itibaren, kamu ve özel sektör kaynakları kullanılarak yıllık 1,3 trilyon dolar dönüşüm fonuna ulaşma hedefi de açıklandı. Türkeş bu hedefi şöyle açıklıyor:
"Yeniden özel sektörün ve sermaye gruplarının önü açılıyor. Böylece lobi ve enerji kuruluşları da işin içine giriyor. Onlardan karşılanmak ve hibe yerine projeye dayalı olmak üzere bu tutarın yılda 1,3 trilyon dolara çıkarılması kabul edildi."
Öte yandan söylenen rakamlar kamuoyuna astronomik gelse de araştırmalar vaat edilen tutarın fosil enerji şirketlerinin tüm gelirlerinin yüzde 1’ini dahi karşılamadığı gösteriyor.
'Havanda su dövüldü'
Konferansta konuşulanlar kadar konuşulmayanlar dikkat çekti. Ulaşılan mutabakatta fosil ürünlerine dair bağlayıcı bir karar alınmadı, net bir çağrıda bulunulmadı ve tavsiyelerle yetinildi. Böylece önceki senelerde "zayıf" bulunan sonuçların dahi gerisine düşüldü.
"Kömürden, fosil yakıtlardan çıkılması ve yükümlülüklerin kuvvetlendirilmesi konuşulmalıydı. Paris Antlaşması'nın '2030 sera gazı salınım hedefleri'nin kapsadığı ülkelerin Birleşmiş Milletler'e sunduğu katkı belgelerindeki yükümlülüklerin kuvvetlendirilmesi olmalıydı.
Sera gazı salımlarını daha fazla azaltacak, daha güçlü kararlardan uzak duruldu. Bunlar hemen hemen hiç gündeme getirilmedi. Çünkü toplantı Azerbaycan’da yapılıyor. Dünyanın en büyük petrol üreticisi ülkelerinden biri.
İnsan kaynaklı iklim değişikliğinin önlenmesi, sera gazı salınımlarının azaltılması ve 2030 hedefleri açısından havanda su dövülmüş oldu. Yeni bir başarısız taraflar konferansı tamamlanmış oldu."
Türkiye'nin planı nükleer enerjiyi 3 katına çıkarmak
Peki alternatif olarak ne öneriliyor?
Enerji arzı içerisinde yenilenebilir enerjinin payı artırılarak oluşacak denge nedeniyle zamanla fosil yakıt kullanımının azalacağı öngörülüyor. Türkiye'de bunu kabul eden ülkelerden bir tanesi.
Türkiye'nin, bu yılki konferansta açıkladığı 2053 Uzun Vadeli İklim Stratejisi'nde kömürden çıkışa dair hiçbir hedef yer almazken nükleerde 2 kat artış öngörülüyor. Murat Türkeş bu yaklaşımı iklim değişikliği mücadelesinde bir "geri adım" olarak görüyor:
"Nükleer enerji kendine özgü riskleri olmakla birlikte sera gazı üretmeyen bir enerji üretim sistemi. Dolayısıyla söz ediliyordu ama iklim değişikliği mücadelesinde alternatifler arasında sayılmıyordu.
Hatta 1999 yılında Bonn'da yapılan Taraftar Konferansının ikinci kısmına katılma şansım olmuştu. O karar metninde ülkelerin nükleer enerjiyi iklim değişikliği mücadelesinin içinde bir önlem olarak kullanmamaları gerektiği önerilmişti.
Çok uzun yıllar sonra bu karara rağmen geçen yıl yeniden nükleer enerji de alternatif çözümler arasında yer aldı. Tabii bunda pandemide yaşanan enerji krizi ve hemen ardından yeni bir krizine neden olan Rusya-Ukrayna savaşı etkili."
Tüm sözler tutulsa bile...
Enerji ihtiyacı büyürken, iklim krizi durmaksızın derinleşiyor. Değişen hava sıcaklıklarının olumsuz yönde etkilemediği ülke yok. "İklim fuarı" halini alan Taraflar Konferansınınsa krize çare olması mümkün görünmüyor.
"Yani bırakın yükümlülükleri kuvvetlendirmeyi, artırmayı bugüne kadar verilen sözler, Paris Antlaşması kapsamında sunulan sözler yerine getirilmiyor.
Finansmanda bir ilerleme sağlandı ama diğer konularda süre daralıyor. Bu yıl da bir şekilde boşa gitti.
Pek çok projeksiyona göre dünyada bugüne kadar verilen tüm sözler tutulsa bile yüzyılın sonunda yaklaşık 3 santigrat derecelik küresel ısınmaya doğru hızla gidiliyor."