Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan, bugün TKP'nin Sesi'nde yayınlanan "Haftaya Bakış" programında, tarihsel süreç ve devrimler kapsamında Cumhuriyet'e ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
"Cumhuriyet hırsızları!" başlıklı bölümde, TKP'nin Cumhuriyete tarihsel ve sınıfsal bi bağlamda yaklaştığını belirten Okuyan, Cumhuriyet tartışmalarına ilişkin farklı açılara değindi.
Kurtuluş Savaşı'nın yalnızca işgale karşı bir mücadele değil aynı zamanda bir iç savaş da olduğunu vurgulayan Okuyan, "Bazen milli mücadelenin Türkiye’de burjuva devrim sürecinin en önemli evresi olduğunu söylüyoruz ve söylediğimizde bize kızanlar oluyor, burjuva devrimi dediğimizde hakaret ettiğimizi sanıyorlar. Oysa ilgisi yok, dünyayı ilerleten büyük alt üst oluşların önemli bir bölümü burjuva devrimidir" dedi.
Türkiye'de sömürücü sınıfların güçlenmesi ve cumhuriyet kazanımlarının geriye gitmesi nedeniyle Cumhuriyet'in kuruluşuna ve önderlerine kızılamayacağının altını çizen Okuyan, "Cumhuriyeti halktan çaldılar ve el koydular bu kadar basit. Bütün bu yüzyıl boyunca adım adım semiren, güçlenen ve ipleri eline alan sermaye sınıfı. Dolayısıyla failin adını koyalım. Türkiye’nin Amerikancılığı bir günde olmadı, bu bir birikimdir" ifadelerini kullandı.
Okuyan'ın programdaki konuşması şöyle:
'Kurtuluş Savaşı aynı zamanda bir iç savaştır'
"Şimdi bizim bir tarihimiz var, çok geriye gitmeyeceğim ama bizim coğrafyamızın tarihinde Osmanlı var, Bizans var, Selçuklular var geriye doğru gidebiliriz çoğaldıkça çoğalır. Muazzam bir zenginlikten söz ediyoruz. Ancak ülkemizin tarihi dediğimiz zaman yani coğrafyadan çıkardığımız zaman ve ülkemizin tarihinden söz etmeye bağladığımızda bunu cumhuriyetle cumhuriyete giden yolu döşeyen milli mücadele ile başlatmakta aslında hiçbir sakınca yok. Çünkü aynı zamanda Osmanlı’dan bir kopuştan söz ediyoruz. Hep söyledik Kurtuluş Savaşı yalnızca işgale karşı mücadele değildir aynı zamanda bir iç savaştır. Bu iç savaşın tarafları da Ankara’daki meclis iktidari ile İstanbul’daki saraydır bu gerçeği kimse değiştiremez. İstedikleri kadar Vahdettin köşkünden donanmayı selamlasınlar ortada bir gerçek var bizim tarihimiz bu.
Aradan geçen yüz yıla baktığımızda “Bu ülkede iyi şeyler de oldu” diyebileceğimiz olgularla karşılaşıyoruz. Nedir bunlar? Bunlar aslında hep eşitsizliğe ve adaletsizliğe direnenlerin elinden çıkmış güzelliklerdir. Siyasetiyle, sanatıyla, gazeteciliğiyle, mücadelesiyle direnenler yaratmıştır bu güzellikleri, iyilikleri. Bu anlamda Türkiye dediğimizde aklımıza Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Aziz Nesin başka kulvarlarda Behice Boran, Mehmet Ali Aybar, Musa Anter, Deniz Gezmiş yakın zamanlarda Ali İsmail Korkmaz geliyor. Örnekleri çoğaltabiliriz, örnekler diyorum çünkü bu listeyi gerçekten uzatabiliriz, bazı isimleri zikretmediğim için sizlerden de özür diliyorum ama listemiz uzun.
Demek ki bu ülkede iyi şeyler olmuş, iyi insanlar çıkmış, eşitsizliğe adaletsizliğe direnmişler. Sonra 1960’lardaki gençlik hareketleri, 15 - 16 Haziran işçi kalkışması ve yine yakın tarihte Gezi Direnişi. Bunlar da tarihimizin onur sayfalarından bazıları. Bizim, ülkemizin gururu bütün bu sayfalar.
'Kötülükler yanında iyi şeyleri de hatırlamak durumundayız'
Ancak bunun ötesine baktığımızda ne yazık ki Türkiye tarihi darbeler, siyasi cinayetler, faili meçhullerle dolu, eşitsizlik ve adaletsizlik çok uzun bir döneme damga vurdu. Tarikatlar küçük bir zaman dilimi dışında muazzam olanaklarla hareket etti toplumu karanlığa boğdu. Sanayi gelişti, üretim arttı ama emekçiler işçiler hep yoksul kaldı.Çoğu kez zaman ilerledikçe garip biçimde yoksulluk da arttı. Bunları görmezden gelme şansımız yok, bunları görmezden gelmemizi isteyenler dahası bütün bu kir ve kandan beslenenler hep vatanseverliğin hatta Atatürk’ün adının arkasına sığınmışlar.
İç karartıcı bu tablonun başlangıç noktasında iyi şeyler var oysa. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından işgale uğrayan Anadolu’da çok zor koşullarda bir mücadele sürdürmüş ve başarılı olmuşuz. Saltana halifeliğe alışmış, buna itaat etmiş, biat etmiş bir toplumun cumhuriyet ve laiklik ilkesini benimsemesini ya da benimsemesini geçtim kabullenmesini kısa sürede sağlamışız. Mandacılık eğilimi olan ya da Osmanlı'yı hala yaşatmaya diriltmeye kalkanlara prim vermemişiz.
Bütün bunlarda yoksul anadolu insanın, bazı aydınların hatta bürokratların büyük katkısı var. Ama Mustafa Kemal’in kişisel rolünü kimse ama kimse inkar edemez. Şimdi bütün bunlarda biz diyorum şu nedenle, bu ülkeyi ileriye götüren bu ülkenin insanlarına heyecan ve umut veren bir dönemden söz ediyoruz. Burada insanlarımız adına konuşuyorum, tabii ki bu iyilikte siyasal açıdan komünistlerin de emeği mücadelesi ve kanı var ama ben bundan söz etmiyorum. Bunlar var ama bunlar ama bunlar ayrı şeyler. Sadece bir konuya işaret ediyorum Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu çok değerlidir, devrimci bir dönemin sonucudur. Ülkemiz tarihine baktığımızda, kötülükler yanında iyi şeyleri de hatırlamak durumundayız, buna ihtiyacımız var.
'Derin ve alçak saldırıyı püskürttük'
Açıkcası sol neredeyse kendi tarihinin bu değerli bölmesine sırt çevirmek üzereydi. Bu ülkenin kuruluşunda arıza görmek, kötülük görmek bu ülkenin kuruluşunu giderek gayrimeşru ilan etmek… Biz buna direndik, TKP olarak bu derin ve alçak saldırıyı püskürttük. Ne diyorduk “ülkenizi seveceksiniz, seveceksiniz ki iyiye doğru değiştireceksiniz ülkenizi” ve şunu ekliyorduk “değiştirme iradeniz yoksa sevemezsiniz ya da sevginiz de sahtedir.” Şimdi yüzyıl önceki kuruluşa herkes kendince bir anlam yükleyebilir. İnsanların yurt sevgisi yurt bağı yurdu ile kurduğu ilişki her zaman akıl ve bilimle oluşmaz biraz da bu bağda duygusal bir yön de vardır. Bu duygular bir noktadan sonra asla sorgulanamaz.Türkiye Komünist Partisi bir siyasi parti, devrimci marksist bir parti olarak emekçi halkımız ile bu ülkenin insanıyla iyiden doğrudan güzelden haklıdan yana duygudaştır.
'Burjuva devrimi dediğimizde hakaret ettiğimizi sanıyorlar'
Ancak biz bir siyasi partiyiz olayları tarihsel ve sınıfsal açıdan bakmak zorundayız, bütün bu duygudaşlığın yanı sıra. Böyle baktığımızda yüzyıl öncesinde ne görüyoruz? Şimdi sevgili dostlar, bazen milli mücadelenin Türkiye’de burjuva devrim sürecinin en önemli evresi olduğunu söylüyoruz ve söylediğimizde bize kızanlar oluyor “Hayır burjuva devrimi diyemezsiniz” burjuva devrimi dediğimizde hakaret ettiğimizi sanıyorlar oysa ilgisi yok. Tarihte her şeyi yerli yerine oturtulmalı. Zaten tarih böyle bir şeydir, dünyayı ilerleten büyük alt üst oluşların önemli bir bölümü burjuva devrimidir. Örneğin 1789 Fransız devrimi, İngiltere’de başka bir çok ülkede de yaşandı bu ama en değerlisi en çok öne çıkanı Fransız Devrimi'dir. Burjuva dediğimizde sanki küçümsüyormuşuz gibi bir algı ortaya çıkıyor bizde de yaşandı bu, gecikerek yaşandı ama yaşandı 1908’de Jöntürk Devrimi de bir burjuva devrimiydi. Bu neden küçümseme olsun?
Yüzyıl öncesinde bu ülkeyi karanlıktan, işgalden çıkartan büyük bir devrimci sıçramanın sınıfsal karakterini belirttiğimiz için bize kızanların önemli bir bölümü bugün ülkenin kan emicisi olan, ülkeyi bu hale getiren, ülkeyi yıkıma taşıyan burjuvaların saltanatına zerre ses çıkarmıyorlar -bir bölümünden söz ediyorum- yaman bir çelişki değil mi bu? Yüzyıl önceki devrimci dönüşümler Türkiye’de kapitalizmin gelişmesinin önünü açtı bu bir ilerlemedir. Evet bunu biz söylüyoruz, biz Türkiye Komünist Partisi olarak Türkiye kapitalizminin gelişmesinin önünü açan bir olaya ilerleme diyoruz evet bu kesinlikle bir ilerlemeydi. Ama o ilerleme kendi içerisinde bir sorunu yarattı ve büyüttü. Çünkü Türkiye’de adım adım güçlenen sömürücü sınıf; kapitalist diyebilirsiniz, patron diyebilirsiniz, sermaye sınıfı diyebilirsiniz, hadi daha hayırhah bakanlar iş insanı diyebilir, ne diyorsanız deyin sömürücü sınıf güçlendi ve bir yandan da her şeye el koymaya başladı. Ayrıca kuruluş döneminde halktan yana iyiden yana olan ne varsa onları da bir bir yok etmeye başladılar. Bağımsızlık böyledir, laiklik böyledir, devletçilik böyledir, halkçılık böyledir. Ve hepsi gitti, götüren sermaye sınıfıdır, burjuvazidir. Yani bizim Türkiye’de burjuva devrimine sahip çıkmak lazım o bir tarihsel ilerlemedir dediğimiz sürece damga vuran sınıf, zaman içerisinde bağımsızlığın, laikliğin, halkçılığın hepsini götüren sınıftır. Çünkü sömürü için bunlara ihtiyaç vardı, bu bir tarihsel süreç.Türkiye’de sömürücü sınıfların güçlenmesi ile sonuçlandığı için sömürücü sınıfların güçlenmesinin önünü açtığı için Türkiye’nin burjuva devrimine kızamayız ki, cumhuriyetin kuruluşuna kızamayız, o kuruluşa imza atanlara o kuruluşun önderlerine kızamayız. Tarihin bir mantığı vardır.
'Fransız Devrimi'ni karalamak saçma değil mi?'
Ben bunu her zaman her fırsatta söylerim, sonrasında Fransız sömürgeciliği ve emperyalizmi güçlendi diye Fransız Devrimi'ni karalamak saçma değil mi Doğrudur 1789 Fransız devrimi insanlığa eşitlik kardeşlik idealini, özgürlük idealini hediye etmiştir, cumhuriyeti hediye etmiştir. Sonrasında Fransa’da sömürgecilik güçlendi, Fransız emperyalizmi ortaya çıktı. E o zaman Fransız Devrimi'ni tu kaka ilan edelim. Öyle bir tarihsel bakış yok. Modern anlamda cumhuriyeti ortaya çıkaran Fransız Devrimi'dir, 1789 Fransız Devrimi de bir burjuva devrimidir ve muhteşem bir devrimdir. Bu değerimi burjuva karakterinin niye yakıştırıyoruz ya da bizi yakıştırmıyoruz tarihe böyle geçti. O devrimi yapan halk kitlelerini burjuva yapmıyor Fransız Devrimi'nin burjuva olması. Öyle saçmalık mı olur? Fransız Devrimi'nin ana kuvveti ana kitlesi baldırı çıplaklardır, aydınların, öğrencilerin, hırslı sermayedarların da payı var Fransız Devrimi'nde ama ana kitle yoksullardı. Devrime burjuva karakterini kazandıran ise o devrimci dönüşümlerin ardından siyasi ve ekonomik anlamda güçlenen sınıfın hangisi olduğudur. O sınıfın ufku ve ideolojisidir, dünya görüşüdür. Fransız Devrimi'nin başarılı olmasını sağlayan yoksul halk kitleleri eşitlik diye sokağa çıkmıştır, radikal talepler ileri sürmüştür ama kısa süre içinde kazık yemiştir. Zengin sınıflar kendi aralarında işbirliği yapmış, işçi ve emekçilerin elinden cumhuriyeti almışlardır, cumhuriyetten vazgeçip imparatorluk kurmuşlardır. Sonra işçiler, işçi sınıfı, emekçiler, yoksullar tekrar cumhuriyet kavgasına girmiştir. Eşitlik için 1830’da 1832’de 1834’te Fransa’da krala karşı cumhuriyet bayrağını yürekli bir biçimde taşıyıp ölümüne mücadele edenlerin çok büyük bölümü işçidir.
Ayrıca bir parantez açma ihtiyacı duyuyorum henüz daha komünizm modern anlamda bir siyasi hareket olmamışken dahi Fransa’daki bu mücadeleyi sürdüren yani cumhuriyet mücadelesi sürdürenlerin önemli bir bölümü komünisttir, komünist eğilimlidir. Ben burada soyut bir cumhuriyetten söz etmiyorum Fransa’da yoksullar 1830’larda artık sınıfsal eşitsizliklerin olmadığı bir cumhuriyet ideali ile mücadele ediyorlardı. 1848’de de böyle oldu Fransız işçileri, bakın çok önemli bu, 1848’de zalim krala karşı Paris’te bir gecede 1500'e yakın barikat kurmuşlardır, cumhuriyet ilan edilmiştir, cumhuriyet kurulmuştur. Sonra ne yazık ki tarih tekrar etmiştir, işçi sınıfı bir kez daha kazık yemiştir.
'İşçi sınıfı kazık yemek istemiyor'
Bakın bunları anlatıyorum çünkü artık işçi sınıfı kazık yemek istemiyor dünyanın hiçbir yerinde. Dünyanın her yerinde cumhuriyet için mücadelenin motor gücü işçi sınıfıdır. Komünistler bu kavgada hep öndedir. 1918 Almanyası, imparatorluktan cumhuriyete geçiş işçi sınıfının ve komünistlerin damgasını yemiştir. 1936 İspanya'sında cumhuriyeti, Franco faşizmine karşı savunanlar arasında komünistler öndedir ve aynı zamanda o kavgayı emekçi halk sürdürmüştür. Büyük sanayicilerin neredeyse tamamı Franco faşizminin arkasında, yanında durmuştur.
'Cumhuriyeti halktan çaldılar ve el koydular'
Dolayısıyla bugün kimse bize sormasın “Ya cumhuriyeti savunmak komünistlere mi kaldı?” Bir açıdan şöyle, cumhuriyeti savunmak için komünistlerin mutlaka ve mutlaka görevlerini yerine getirmesi gerekir. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti kuruluşu da bir ilerleme dedik, bir devrim dedik, peki bugün baktığımızda o cumhuriyet ne oldu sorusuna aynı cesarette yanıt verebiliyor muyuz?
Cumhuriyeti halktan çaldılar ve el koydular bu kadar basit. Bütün bu yüzyıl boyunca adım adım semiren, güçlenen ve ipleri eline alan sermaye sınıfı. Dolayısıyla failin adını koyalım. Türkiye’nin Amerikancılığı bir günde olmadı, bu bir birikimdir. Türkiye’de patronlar Demokrat Parti ve Adnan Menderes sayesinde bir günde ortaya çıkmadı. Tersine şöyle diyelim sermaye egemenliği nedendir, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Tayyip Erdoğan sonuçtur. Neden ve sonucu karıştırmayalım, bunu da herkesle tartışırız.
'İki tane meselemiz var: Holdingler ve tarikatlar'
Türkiye’nin bugünkü temel meselesi işçi sınıfının sömürülmesi, sermaye egemenliğinin sürmesidir, hedefimiz de bunun ortadan kalkmasıdır. Peki bu sömürüyü sürdürenler, sermaye egemenliğinin devamını isteyenler, bunların cumhuriyetle ne derdi vardı? Çünkü bunu devam ettirmeleri için cumhuriyetin kazanımlarının ortadan kalkması, cumhuriyetin değerlerinin ayaklar altına alınması gerekiyordu, bu kadar basit. Bu ilişki görülmeden cumhuriyeti savunamazsınız. Türkiye’de içeride iki tane dert var, emperyalizmi dış olgu olarak görelim aslında pek öyle değil ama, içeride iki tane meselemiz var: holdingler ve tarikatlar.
Holdingler cumhuriyetten kurtulmak için cumhuriyetten intikam almak isteyen tarikatlarla ittifak kurdu. Aynı ittifakın parçası bunlar zaten tarikatlar da holding oldu. Şimdi bu ittifak ancak emekçi halkın ayağa kalkması ile yenilgiye uğrayabilir bu da bugünün gerçeğidir. Eğer bu gerçeği inkar ederseniz, bu gerçeği görmezden gelirsiniz, bu karanlık ittifaka, holdinglerle tarikatların ittifakına açık ya da örtülü, bilerek bilmeyerek destek vermiş olursunuz. Din adına, vatan adına, millet adına söylenen yalanlara ortak olursunuz.
Dolayısıyla bizim meselemiz bu bir cumhuriyet kavgasıdır, bu bir emek kavgasıdır, eşitlik kavgasıdır, adalet kavgasıdır. Sermayeye, emperyalistlere tarikatlara karşı kavga. Bu kavgayı parçalara ayırırsanız, eşitsizlikleri görmezden gelirsiniz, bu ülkede emek sermaye çelişkisini görmezden gelirsiniz, bu ülkede Kürt halkının Kürt yoksullarının çilesini görmezden gelirseniz, bu ülkede yüzyıl içerisinde yaşanmış darbelerin kaynağını görmezden gelirseniz, zulmün siyasi cinayetlerin kaynağını görmezden gelirseniz, işte her şeyi kolayca bazı noktalara bağlarsanız, her şeyin olup biten bütün kötülüklerin dışarıdan geldiğini zannedersiniz, lobilerden geldiğini zannederseniz... Türkiye’de içimizdeki düşmanı göremezsiniz o zaman büyük bir hata yaparsınız. Türkiye Cumhuriyeti’nin sorunları ne yazık ki Erdoğan’la başlamadı. Bu gerçeği bilerek hareket etmek zorundayız."